• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
C. Yakup Şimşek
C. Yakup Şimşek
TÜM YAZILARI

Muallimler Niçin Öğretmen Oldu

17 Aralık 2018
A


C. Yakup Şimşek İletişim:

Muallim” kelimesi Türkçede altı asırlık köklü bir geçmişe sâhip. 

Buna rağmen, 1935'ten îtibâren bütün resmî metin ve yazışmalardan kovuldu

Yerine de -TDK tarafından uydurulup devlet gücüyle yayılan- "öğretmen" konuldu. 

Şimdi "E, ne var bunda? Arapça olan bir kelimeden resmen kurtulup yerine misler gibi öz Türkçe 'öğretmen' sözünü kazandık işte, ne mutlu!.." diyenler olabilir. 

(Nitekim bana sözlü veyâ yazılı cevap verenlerin çoğu bu mantığı kullanıyor. Böylesine saf fakat yalın kat ve sakat bir düşüncenin sâhiplerine, dilin yapısı bir yana, giriş kapısını bile anlatmak zor.)  

Büyük yanlış şu: "Öğretmen" kelimesi Türkçeye meşrû ve doğru yoldan girmedi ki... 

Ya nasıl oldu?

Resmen zorlandı. 

Diğer binlerce kelime gibi...

*** 

"Türkçede resmî zorlama" nasıl oldu? 

Aynen şöyle: 

1. Bu dilin asırlardır derleyip derleyip, mühürleyip mühürleyip biriktirerek hazînesine kattığı binlerce sözün sırtına bizzat TDK tarafından “Osmanlıca artığı, yabancı” yaftası vuruldu.

2. Bu kelimeler, TDK lügatlerinden çıkarıldı.  
3. TDK lügatlerinden çıkarılamayanlar da "eski / Osmanlıca" diye etiketlendi. 

4. Kâfî gelmedi, bu kelimeler artık resmî metinlerden de ayıklandı. Bilhassa ders kitaplarında ve devletin yaptığı imtihanlarda hemen hiç kullanılmadı. 

5. Yeni nesiller bu kelimeleri neredeyse hiçbir yerde göremez, duyamaz, anlayamaz oldu. 

6. Daha yeniler içinse kendi atalarının Türkçesi anlaşılmaz, karışık, tuhaf ve değişik bir dil hâline geldi. 

7. 1920 ve 1930’ların Türkçesi, yâni Hâlide Edip Adıvar, Sabahattin Ali, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Reşat Nûri Güntekin gibi romancıların dili dahi bugünkü nesillere yabancı...

"Kelime yasaklama"nın en akıllı ve sinsi yolu bu... 

İngiliz kurnazlığı çapında bir iş... 

***

 Türkçede -hem de 600 yıldan beri- var olan "muallim" kelimesi unutulsun diye onun yerine TDK tarafından 'öğretmendiye bir söz îmal ve ikaame edilip dikildi. 

(Bendeniz bunlara "DİK" diyorum: Devlet İkaameli Kelimeler.

Yeni devletin kuvveti, geçmişi unutturma gayreti, Osmanlıya muhâlefeti; TDK’nın mârifeti ve dili özleştirme (!) şehveti ile doğurup yoğurduğu uyduruklar... 

Öz Türkçecilik belâsı, anadilin düttürü Leylâ'sı, uydurmacılığın dik âlâsı ve hâfızanın iflâsı...  

Gıcırı bükme meydana getirilen ve yetirilen bu yeni dil çeşitli isimlerle anılmıştır: 

TDK Lehçesi, Uydurukça, Uydurca, Devlet Argosu, Kurbağaca, Çitakça vb... 

(Bu tâbirler, Abdulkadir İnan, H.Edip Adıvar, Fuat Köprülü, N.Fâzıl Kısakürek ve İsmâil Hâmî Dânişmend gibi devâsâ isimler tarafından kullanılmıştır.)

Günümüzün Türkçesi 1930'lu yıllardan îtibâren resmî müdâhale ve desteklerle ortaya çıkan ve adına DİT (Devlet İkaameli Türkçe) diyebileceğimiz bir dildir. 

Ne yazık ki, Türkiye'de ana sınıflarından üniversiteye kadar tedrîsâtın hiçbir basamağında bu bilgiler yer almaz

Körpe ve genç beyinler hâlâ "Dil Darbesi" şakşakçılarının sloganlarıyla doluyor. 

İşte ilk önce bu ezberleri beynimizden kazıyıp atmalıyız. 

Dilde olan biteni millete anlatmalıyız.

Sonra da 80 yıllık açığı kapatmalıyız. 

*** 

Bakın, bu "öğretmen"in hikâyesi şu: 

Türkçede 1935'e kadar "muallim, muallime, müderris, dersiâm, üstad, mürebbî, hoca, müeddib, öğretici" kelimeleri vardı. 

Mustafa Kamal'ın emriyle kurulan TDK, 1935'te "muallim, müderris" kelimelerinin yerine "öğretmen" diye bir şey uydurdu. 

"Mürebbî" yerine önce (1935'te) "eğitmen" dedi. 

Sonra (1942'de) "mürebbî" için hem "öğretmen" hem de "eğitmen" karşılığını verdi. 

Aslında "muallim" kelimesiyle "müderris" arasında da "muallim" ile "mürebbî" arasında da farklar vardı. 

Meselâ "müderris" denilen kişi "Kaamûs-ı Türkî"deki kayıtlara göre şu demekti: 

"Ders-i âmm hocası, cevâmi'-i şerîfede medrese-nişîn talebe-i ulûm-ı âliye ve dîniyyeyi okutan ulemâdan zât."  

Ayrıca, bu kelime "Tarîk-i ilmînin bir pâye-i mahsûsunu hâiz zât"ın unvânıydı. 

Öte yandan "mürebbî" kelimesiyle "muallim" de bire bir aynı değildi. 

Yine "Kaamûs-ı Türkî"nin verdiği mânâya göre "mürebbî" şuydu: 

"Bir veyâ birkaç çocuğun tâlim ve terbiyesi uhdesine ihâle edilmiş olan erkek veyâ kadın terbiyeci, husûsî muallim ve muallime." 

İşte bu farkları 1935'te göz önüne alarak "muallim" için başka, "mürebbî" için başka karşılıklar bulan TDK, bundan yedi yıl sonra iki mefhum arasındaki "nüans"ı unuttu yâhut görmezden geldi... 

Mefhumlar arasındaki çizgileri resmî silgilerle silip belirsiz hâle getirmek Türkçeye hizmet midir? 

Meselâ, "muallim" ile "muallime" arasındaki farkı görmemek veyâ göz ardı etmek "dilcilik" midir? 

"Muallime"nin TDK lehçesindeki adı da bugün "bayan öğretmen" oldu... 

*** 

"Muallim-müderris-mürebbî" kelimelerini yabancı gören ve yerlerine kelimeler uyduran TDK'yı "Türkçe tarafdârı" sananlar-sayanlar şu suâlimi cevaplasınlar da göreyim: 

"Muallim-müderris-mürebbî" kelimeleri yabancıydı da "profesör-doçent" kelimeleri Türkçe miydi?

Neden, onların da Türkçesi yapılmadı?  

Peki, Arapçadır, diye “mektep” levhasını indirip yerine kendi îcatları olan “okul” tabelasını asan öz Türkçeci beyzâdeler, Fransızca “lise-enstitü-fakülte-akademi-üniversite”ye niçin ses çıkarmadılar? 

Mesele Türkçe falan değildi. 

Siz hâlâ anlamadınız mı? 

*** 

"Muallimler" isimlerinden sonra bilgi ve ruhlarını da kaybettiler sanki... 

Büyük ilim, fikir ve sanat adamlarından "Muallim"unvânı taşıyan yüzlerce insanımız var...

Muallim Nâci, Muallim Cevdet, Muallim Rifat...

ğretmen" unvanlı ilim, fikir ve sanat adamı kaç tâne çıktı?  

Nerden nereye...

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23