Beni rahatta dinle!
Beni rahatta dinle!
AYHAN DEMİR
Türkiye, başındaki bunca musibete rağmen, büyük bir devlettir. Ülkemizi büyük yapan, ticari hacmi, döviz rezervi veya nüfusu değildir. Türkiye’yi büyük yapan, güçlü ordusudur.
Bir milleti gerçek anlamda devlet yapan, o milletin ordusudur. Yani kendini savunacak ve gerektiğinde taarruza geçecek bir gücün olursa, ancak o zaman devlet sıfatını hak etmiş olursun.
Yahya Kemal Beyatlı’nın Süleymaniye’de Bayram Sabahı başlıklı şiirinden bir mısra: “Ordu milletlerin en çok döğüşen, en sarpı...”
Çin siyaset felsefesine göre devlet, ordu çöktüğü zaman ve toplum, kendisini bir arada tutan anlam dünyası çözüldüğü zaman yıkılır. Devletin, aynı anlam dünyasını paylaşan insanların birlikteliğinden başka bir şey olmadığı düşünüldüğünde, ordunun yalnızca bu birlikteliğin vücuda geldiği maddi coğrafyayı değil, bizatihi bu birlikteliği mümkün kılan anlam dünyasını korumakla vazifeli olduğu açıkça görülebilir.
Bir başka ifadeyle: Var olmak, yalnızca maddi coğrafyayı korumak değildir. Aynı zamanda bu coğrafyaya anlam ve derinlik katan toprağı, bu toprağı, üzerinde yaşayan insanların vatanı haline getiren anlam dünyasını ve bu dünyanın kavramlarını koruyup kollamaktır. Dolayısıyla ordu odur ki, maddi gücü ile manevi gücü arasında birbirinin yerine konulamayacak bir ahenk imar edebilmiş olsun.
Ordumuz, bire bir kaldığı sürece, dünyanın en güçlü ordularını bile yenecek güçtedir. Türk ordusu, her bir askerine sekiz düşman askeri taarruz ettiğinde bile bozguna uğramamıştır.
Avrupalıların, en ufak bir fırsatta bile, Türk ordusuyla ilgili olumsuz açıklamalar yapması boşuna değildir. Ordumuz, Batı dünyasının niyetleri, projeleri karşısında dalgakıran gibi durmasını bilmiştir. Öyle ki, Türk ordusu, beş yüz sene önce olduğu gibi bugün de, Avrupa için korku ve endişe kaynağıdır.
Ünlü Seyyah Marco Polo, Kubilay Han’a bir köprüyü taşlarıyla birlikte tarif ederken, Kubilay Han, bu kadar taş arasında hangi taşın köprüyü ayakta tuttuğunu sorar. Marco Polo, tek tek taşların değil, onların oluşturduğu birlikteliğin yani kemerin köprüyü ayakta tuttuğunu söyler. Bunun üzerine hiddetlenen Kubilay Han, “Öyleyse neden sabahtan beri taşlardan bahsediyorsun? Önemli olan kemerse onu anlat!” diye çıkışır. Polo’nun cevabı ise çok nettir: “Ama taşlar olmadan kemer de olmaz!” Bu kıssadan anlaşılacağı üzere ne tek başına taşlar, ne de tek başına kemer izah edilemez.
Yeniden konumuza dönelim.
Yalnızca maddi güce dayanan ordular ancak işgalci olarak alırlar. Buna karşılık yalnızca manevi güce dayanan ordular ise kahrolurlar. Her ikisini bir araya getirebilen ordular kadim olabilir.
1040’dan itibaren Anadolu’yu vatan bilen Müslümanların, ilkeleri İstiklal Marşı’na dayanan, İstiklal Harbi’ndeki direnişini ve sonu zaferle neticelenen bu direnişi mümkün kılan maddi, manevi ve fikri zemini iyi anlamak gerekir. Bu zemin iyi anlaşılmadan tarih sahnesine çıkmak, buz üstünde kaymasını bilmeyen birinin, patenleri ayağına geçirip piste çıkmasından farksızdır.
Hayalimizdeki Türkiye, millî bir orduya sahipti. Kendi silahlarını üretmeye gayret edecekti. Hayallerimiz adım adım gerçek oluyor: Bugün kendi insansız hava araçlarımızı, tankımızı, topumuzu, tüfeğimizi, roketimizi, savaş gemimizi yapabilecek seviyedeyiz. Sırada savaş uçağı var. Hem kara, hem de hava savunmamızı tahkim etmeye çalışıyoruz.
Buradan şuraya geçelim: Ordu, millet demektir. Yalnızca maddi coğrafyayı değil, milletin anlam dünyasını da korumakla yükümlüdür. Millet ne isterse, ordu da ona uymak zorundadır. Millet ne hissediyorsa, ordu da onu hissetmek zorundadır.
Artık konuyu toparlayalım.
Hiçbir genelkurmay maddi savaş planında, erenlere, şehitlere veya meleklere yer vermez. Ancak her asker ölüme bir melek ile birlikte gider. Eğer öyle olmasaydı, Piyadecilik kitabında, bir askerin ölüme en yakın olduğu an olan taarruz anlatılırken “Allah, Allah, Allah!..” diyerek hücuma kalkacağı anlatılır mıydı?
Türk ordusu, bugüne kadar Müslüman Türk milletinin değerlerini korumak için savaşmıştır. Savaşta “Allah, Allah, Allah…” nidalarıyla hücuma kalkmıştır, kalkmaktadır. Bugünden sonra da mutlaka aynı amaç için yaşayacak ve savaşacaktır. Bunun tersi düşünülemez.
Milletimizi, dolayısıyla ordumuzu ayakta tutan, büyük yapan: Cesareti, azmi, fedakârlığı ve vatan sevgisidir. Dumlupınar denizaltısı yara alıp dibe vurduğunda, ordumuzun asil neferlerinin, son sözü “vatan sağolsun!” olmuştur.
Aynı şekilde bu millet, en acılı zamanında bile, büyük bir olgunlukla, “vatan sağolsun!” demesini bilmiştir. Nihayetinde asker milletiz.
Yine Yahya Kemal’e kulak verelim. Büyük Taarruz için yazdığı 26 Ağustos 1922 isimli şiirini, bir dua niyetiyle okuyarak yazımıza son noktayı koyalım: “Şu kopan fırtına Türk ordusudur Yârabbi! / Senin uğrunda ölen ordu budur Yârabbi! / Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın, / Gâlib et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın!”