Nereden nereye?
Nereden nereye?
Ali Akben
Yarım asırdır ülkemizde yaşanılanların canlı şahitleriyiz. Neler oldu, neleri yaşadık ve garabetlerin birbiri ardına yaşanıldığı günlerden daha beterini yaşamayalım duasına birlikte âmin dedik.
Merhum üstadım Mehmet Şevket Eygi, yaşadığımız o zor günlerde tesellim olur ve kendi yaşadıklarından örnekler vererek adeta moral ve motivasyon kaynağım olurdu.
Eski Türkiye günlerini unutanlara hatırlatma babından sayısız örnekler elbette vardır ve saymakla da tükenmez.
Bugünkü makalemde hafta içinde gündem olan ve özel önem verdiğim ülkemizdeki vergi rekortmenleri ile ilgili geçmişten günümüze görülen bariz değişimden bahsedeceğim.
Son birkaç yıldır üst üste vergi rekortmeni olan Baykar kardeşler üzerinden, geçmiş dönemlerin rekortmenlerini hatırlatıp hafızaları tazeleyeceğim.
Doksanlı yıllarda ülkemizde üst üste vergi rekortmeni olan Matilid Manukyan olduğunu hatırlayalım ve unutanlara da hatırlatalım.
Ermeni asıllı bu yurttaşın sermayesi ermeni ve Hristiyan olmayan genç kızlarımız ve hanımlarımızın bedeni üzerinden kazandığı paralarla ödediği vergilerden dolayı yıllarca vergi rekortmeni olmuştu.
Bu rekortmenlik üst üste devam ederken anlı şanlı yazarlarımız, gazetecilerimiz bu rezaletle ilgili üç maymun oyunu ile meşgul olmuşlar, gıkları bile çıkmamıştı.
Merhum üstadım, Mehmet Şevket Eygi sadece özel sohbetlerimizde değil, gazetelerde yazdığı makalelerle bu rezaletten bahsederdi. Hatta bir makalesinde yatak kıyafetleri ile sokakta gezenlerden bahsetmiş ve mahkemelik bile olmuştu.
O süreçte yaşanmış nahoş bir olaydan bahseder ve Manukyan’ın gözaltına alınıp sonra da elini kolunu sallaya sallaya Şişli Adliye binasından ayrılması hadisesini şöyle eleştirirdi.
“Yaşı küçük ve kaçak fahişe çalıştıran, ruhsatsız evler işleten Madam’ın gözaltına alınmasıyla serbest bırakılması arasında fazla bir vakit geçmedi. Madam, tutuklanma talebiyle Şişli Adliyesi’ne sevk edildi. Kirada oturan Şişli Adliyesi’nin ev sahibi kimdi biliyor musunuz? Madam Manukyan tabii... Kira ödeme günü de Madam’ın adliyeye getiriliş tarihine tesadüf etmişti. Aman ne tesadüf, aman ne tevafuk! Gelmişken kirayı da alıverseydi bari. Ev sahibesi Madam’ın dosyası incelendi, tutuklanmayı gerektirecek bir husus bulunamadı ve icabı düşünüldü. Madam serbestsiniz dendi!
Binasının sahibi bulunduğu Adliye’ye polis arabasıyla getirilen Madam, oradan acaba Rolls Royce limuzini ile mi dönmüştür? Bu hususu öğrenemedim.”
Bu rezaletin yaşandığı yıllarda koçlar, sabancılar ve ismini cismini bilmediğimiz koca koca kodamanlar herhalde tatilde değillerdi. Sırça köşklerinde milletin dini ile diyaneti ile ve hatta imam hatip okullarının fazlalığından Müslümanların yaşam tarzlarından vs. kaygı içinde yaşıyorlardı.
O günlerden günümüze bu güruhun zerre kadar değiştiğini zannedenlerden değilim. Keşke zannedenlerden olsam ama umudum hiç mi hiç yok.
Merhum Özal’ın iktidar olduğu yıllarda az da olsa kavuştuğumuz özgürlüklerin tamamı, 28 Şubat kara günlerinde tuz buz oldu ve nerede ise cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki istibdat günlerini yeniden yaşar olduk.
Bir eli yağda diğer eli balda olan sırça köşk sakini sureti yerli görünümü, çağdaş ama toplumumuza yabancı bu kesimin eline yeniden bir fırsat geçse daha beteri ile milletimizi çağın çok gerilerine götürmek için var güçleri ile çalışırlar.
Ülkemiz birçok alanda çağ atlasa da birlik hamurumuz böyle sulanmaya devam eder ve ortak akıl devreye sokulmazsa olacaklardan korkmak lazım.
Dünya düzeninin yeniden kurulmaya çalışıldığı bir dönemde iç barışı sağlayarak demir bilye olup dünya jandarmasının azı dişlerini sökmek varken, kısır çekişmelerle enerjimizi tüketme gafleti sadece içimizdeki düşmanları değil tüm zinde dünyayı mutlu edecektir.
Bu haftalık da bu kadar.
Kalın sağlıcakla.
Taziye;
Osmanlı imparatorluğunun son şeyhülislamı Mustafa Sabri efendinin torunu Dr. Seyma Sabri hanım, Mısır’ın İskenderiye şehrinde vefat etmiştir.
Son Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin oğlu İbrahim Sabri’nin kızı olan Şeyma Sabri, dedesi Mustafa Sabri Efendi’yi şöyle anlatır:
“Büyükbabam çok nazik, hassas, kerim bir zattı. Onunla beraber yaşarken evimiz sürekli açıktı. Ezher talebeleri, aydınlar, yazarlar gelir, siyasetten, dinden konuşurlardı. Dedemi hep yazarken görürdük.”
Mustafa Sabri Efendi’nin el yazması eserlerinin bir kısmı Şeyma Hanım’ın evindedir.
Bunlardan biri “Mevkıf-ül Akl ve İlm” adlı çalışmanın orijinal nüshasıdır. Eserin Osmanlıca çevirisi ise oğlu İbrahim Sabri tarafından yapılmış, bir nüshası London’daki British Museum’dadır.
Rabbim rahmetiyle muamele eylesin. Çektiği acılar kefareti olsun, mekânı cennet olsun.