“Trajik Başarı-Türk Dil Reformu” Üzerine Notlar (11)
“Trajik Başarı-Türk Dil Reformu” Üzerine Notlar (11)
AHMET TALİB ÇELEN
Geoffrey Lewis’in “Trajik Başarı-Türk Dil Reformu” eserinden notlara devâm ediyoruz. (Tercüme eden: Mehmet Fatih Uslu, Gelenek Yayınları, İstanbul, 2004)
*Okuyucu benim söylemeye çalıştığım şeyin, etimolojinin amatörlere göre bir oyun olmadığı düşüncesi olduğunu düşünebilir, ancak etimoloji, başkaları için bilimken, amatörlere göre tastamam bir oyundur. (s. 65)
*25 Haziran’da eğitim bakanı, Büyük Millet Meclisi’ne bu kuruma (Dil Encümeni) bütçeden sadece bir lira tahsis edildiğini söyledi. (Korkmaz 1992: 252-3)
*… Mustafa Kemal 12 Haziran 1932’de de Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni kurdu. (s. 65)
*Kurum’un meydana getirilmesinde dört kişinin telkini olduğu söylenir: Samih Rifat, Ruşen Eşref, Celâl Sahir ve Yakup Kadri. (Doğan 1984: 25) (…) Bu yeni örgütlenmenin ön saflarında tasfiyeciler (sonradan özleştirmeciler) vardır.
*21 Kasım 1932’de Diyanet İşleri Başkanlığı tüm ‘cami ve mescid hademeleri’ne ezanın Arapça yerine Türkçe okunması için kendilerini hazırlamaları yolunda bir talimat vermiştir. (…) Aşağıdaki, okunulması talimatı verilen metindir:
Tanrı uludur!
Şüphesiz bilirim bildiririm
Tanrıdan başka yoktur tapacak.
Şüphesiz bilirim bildiririm
Tanrının elçisidir Muhammed.
Haydin namaza!
Haydin felâha!
(Namaz uykudan hayırlıdır)
Tanrı uludur!
Tanrıdan başka yoktur tapacak. (s. 66)
*9 Haziran 1933’te kullanımı uygunsuz bulunan tüm Arapça ve Farsça sözcüklerin Türkçe eşlerinin bulunmasının kolay olmayacağı aşikâr hale geldiğinde, Hakimiyet-i Milliye halk arasında şu an kullanılan tüm sözcüklerin kökenlerine bakılmaksızın Türkçe sayılacağını ilan etti. Bu duyarlı tedbirin, reformcular üzerinde çok az etkisi olabilirdi ya da Arapça sözcükler için Türkçe kökbilgileri bulmak çabasıyla vakit kaybetmeyeceklerdi. Herkesin etimoloji oyununda kendine özgü bir yolu vardı. (Aslında dil meselesinde târihe, sosyolojiye ve insan psikolojisine uygun en mâkûl tavır budur. Keşke bu tavır ve bakış öylece devâm etseydi. A.T.Ç.)
Yuh artık! Türkçe bir Hind-Avrupa diliymiş!
Birinci Türk Dili Kurultayı Dolmabahçe Sarayı’nın büyük toplantı salonunda 26 Eylül ile 5 Ekim 1932 tarihleri arasında toplandı. Kurultay’a sunulan otuz bildiri içinde dokuzu Türkçe’nin diğer dillerle ilişkisi üzerineydi. Konuşmacılardan biri yazısını adlandırırken oldukça ileri gitmişti: ‘Türk Filolojisi: Türkçe Bir Hind-Avrupa Dilidir’ (Dilemre 1933) (s. 67)
Türkçe Mevzuunda Fikirler Arap Saçı
*Önceden ‘Türk kökleri Arap dilini nasıl doğurmuş’ başlıklı bir makale yayınlamış (Hakimiyet-i Milliye, 4 Mart 1933; Levend 1972: 430) olan Naim Hâzım, Türk ve Sami dilleri arasındaki akrabalığa dair bir bildiri (Onat 1935) sunmuş ve 1936’daki Üçüncü Kurultay’da yine sadece Arapça ile olan akrabalık ilişkisine, bu sefer Güneş Dil Teorisi’nin ışığı altında dönmüştür (Onat 1937) (…) Bu noktada yapılabilecek en nazik yorum; tezini kanıtlamakta başarısız olduğu için ayıplanmaması gerektiğidir.
Bir dil adamı değil, avukat olan Yusuf Ziya Özer ise Afrodit (Aphrodite) sözcüğünün aslını avrat [A] sözcüğünde bulmuş ve İkinci Kurultay’da, Fince’yi de dâhil ederek, Türkçe ve Ural-Altay dilleri arasındaki akrabalık üzerine konuşmuştu: (s. 68)
*Aynı Yusuf Ziya, anayasa avukatı Ali Fuad Başgil’in bir anısında da karşımıza çıkmaktadır:
Hiç unutmam, 1935 yazında bir gün, Ada vapurunda rahmetli Eskişehir Mebusu Yusuf Ziya hoca ile buluştuktu. Ankara’dan geldiğini ve beş yüz sahifelik bir eser hazırlamakta olduğunu söyledi. Neye dair diye sordum. Arapça’nın Türkçe’den çıkma olduğuna dairmiş… Bir de misâl verdi, meselâ Firavun kelimesi Arapça sanılır, halbuki Türkçe’dir ve ‘Burun’ kelimesinden çıkmadır. Burun, insanın önünde, çıkıntı yapan bir uzuvdur. Hükümdar da cemiyetin önünde giden bir şahsiyet olduğu için, Mısır’da buna burun denilmiş, kelime zamanlar içinde kullanılarak nihayet Firavun olmuş… Üstad hakikaten uydurmacılık hastalığından kurtulamıyarak Allah’ın rahmetine kavuştu. (Erer, 1973: 186-7) (s. 68)
1932’ye tekrar dönersek: Kurum yönetmelikleri iki amaç ortaya koyuyordu (Kurultay 1932: 437): ‘Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak; Türk dilini dünya dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek.’ Kurultay tarafından seçilen Genel Merkez Heyeti öncelik verilecek görevler hakkında aşağıdaki talimatı yayınladı:
(1) Halk dilinde ve eski kitaplarda bulunan Türk dili hazinelerini toplayıp ortaya koyma; (2) Türkçede söz yaratma yollarını belli etmek ve bunları işleterek Türk köklerinden türlü sözler çıkarmak; (3) Türkçede, hele yazı dilinde, çok kullanılan yabancı kökten sözler yerine konabilecek öz Türkçe sözleri ortaya koymak ve bunları yaymak. (Söz Derleme Dergisi [1939-52]: i. 7-8) (s. 68-69) (2. ve 3. madde, ileride tasfiyecilik/uydurmacılık adı verilecek olan faaliyetin temelini teşkîl etmektedir. A.T.Ç.)
DİL REFORMUNUN GERÇEK HEDEFİ: “OSMANLICAYI YENECEĞİZ!”
Birinci Kurultay’ın kapanışının akşamında Atatürk’ün masasının çevresinde büyük bir mutluluk ve neşe vardır. Bizzat kendisi şöyle demektedir: “Osmanlıcayı yeneceğiz. Türk dili Türk ulusu gibi özgür ve başına buyruk bir dil olacak ve bir onunla uygarlık acununa birden ve toptan gireceğiz.” (Tankut 1963: 116-17) (s. 69)
Söz buydu ama Arapça-Farsça kökenli kelimelere karşı gösterilen hassâsiyet hiçbir zaman Batı’dan gelen kelimelere karşı gösterilmedi. (A.T.Ç.)
NOT: Bazı ara başlıklar ve vurgular bize âittir.