İç hesaplaşmanın sessiz çığlığı
İç hesaplaşmanın sessiz çığlığı
AHMET CAN KARAHASANOĞLU
Bir süredir görünmeyen diyalogları biriktiriyorum. Şehirde yaşayanların yüzlerinde başka, taşrada yaşayanların yüzlerinde başka bir hikaye var. Her yüz farklı bir hâli mırıldanıyor. Suskun ve derinden bir mırıldanış olsa da bakışlar ele veriyor. Gecenin tabancasından bir çığlık sesi patlıyor.
Büyük yıkım başladığında plaktan Leonard Cohen süzülüyor:
“Herkes biliyor zarların hileli olduğunu (…)Fakirler fakir kalır, zenginler daha da semizleşir. İşte böyle gider, herkes bilir bunu. Teknenin su aldığını herkes biliyor. Herkes biliyor, kaptan yalan söyledi.”
Aaah! Derinlerden uğultu gibi gelen ince bir frekans:
Şimdi erken ölüm zamansızlığı, ardına kadar açık kapılar... Soğuk imza, Ece Gürel, Belgrad'da.
“Her ölüm erken ölümdür,” demişti Cemal Süreya. Evet, hem de çok erken… Oysa bizi diri tutan hep bir ihtimaldir. Belki de o ince ihtimalin çocuklarıyız, bu yüzden kırılganlaşıyor boğazda düğümlenen şiir.
Kayboluş ormanına doğru seğiren yazgı… Kimsenin bilmediği yalnızlığınızda, an kırıntılarında zaman ne kadar uzundur…
Gözlerdeki titreme, sesteki tereddüt, tam olarak belirmeyen o istihza. İtiraf edemeyişler, bastırılmış duyguların ağırlığı, kibarlık numarası… Hepsi bilinçaltı mahzeninin altında akan bir yeraltı nehri. Son nefese yaklaşınca ifade edilecek ne çok tasvir birikiyor.
Tüm bu giriş yazısı, “Maskaralık dansına eşlik eden medya figüranlarını düşündüm” diye başlayamamaktan.
Bir ölünün ardından yapılan kan donduran yorumlar… Oyuna (!) katılmak istemesem de bir cümleyle beni de konunun rahmine çeken o iğrenç suçluluk duygusu… Medya, yanılsamayı sürdürmek için zımni bir araçtır. (Bunu da bir medya organında yazmak paradokstur.) İnsan kendisiyle dalga geçebilmeli. Dünya, ciddiye alınacak kadar saygıdeğer bir yer değil.
Yüzlerin altındaki saklı benliğin gölgeli hatlarını yansıtan aynalardan oluşan bir labirente dönüştü hayat. Konuşulanları anlayamıyoruz, budalalıklar sessizliğin ipini çekiyor.
Cepheyi koruma çabasına yenik düştük dostlar, hepsi bu. Aslında korunması gereken en önemli şeyi kaybettik: iç hesaplaşma.
Mütemadiyen Öteki'ndeydi hata. Oysa hep birlikte erdemin ve masumiyetin içine ettik. “Şimdi günah çıkarma vakti” diyenler olacak, “yenilgiyi kabul etti” diyenler.
Evet, bu içsel savaşta yenildim.
Suçlama, çatışma, polemik, gerginleşme, hepsi bahse konu savaşın lanet silahları. Teslim bile olamayacağın küstah bir savaş.
Kelimeler, o kör enstrümanlar, zihnin sınırları içinde görünmez diyaloglara dönüşüyor. Kilidi açmaya çabalamak, ne cüret.
Söylenemeyenin kırılgan camını daha da parçalamak… Kanayan gerçeği ortaya çıkarmak… Karmaşık bir oyunda, amatör bir aldatma yazısında sıkışıp kalmanın yorgunluğu… Tutarlı kişiliğin altındaki özenle inşa edilmiş katmanları delmek… Savunmasız kalmayı göze almak… Gerçeklerin loş ışığında hayalete dönüşmek… Susmak, kaybetmekten daha ağır geliyor. Kim bilir, belki de yazmak kaybetmeyi göze almaktır.