• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0

Üstad’ı rahmetle anıyoruz

Yeniakit Publisher
2013-05-24 23:34:00 - 2013-05-24 20:36:02
Üstad’ı rahmetle anıyoruz

Bugün, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in 30. ölüm yıldönümü, yarın ise doğumunun sene-i devriyesi. Mayıs ayında bir gün ara ile doğan ve hayata veda eden Üstad, hayatı ile dünya hayatının adeta bir günlük serüven olmasının somut örneğini önümüze koyuyor. Üst

KORAY TAŞDEMİR
Şair, hatip, hikâyeci, tiyatro ve biyografi yazarı, gazeteci ve tarihçi kişiliğiyle benzerine az rastlanan birçok özelliğe sahip olan Necip Fazıl Kısakürek, ölümü üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen eserleri, fikirleri ve yetişmesine vesile olduğu nesiller ile yaşamaya devam ediyor. 26 Mayıs 1904 tarihinde İstanbul’da doğan Necip Fazıl Kısakürek, 25 Mayıs 1983 tarihinde yine İstanbul’da ahirete intikal etmişti.
ABDÜLHAKİM ARVASİ
HAZRETLERİ İLE KARŞILAŞMASI
ÜSTAD’I ORTAYA ÇIKARDI
Necip Fazıl, 21 yaşında yayımladığı “Örümcek Ağı” adlı şiir kitabının ardından, 24 yaşındayken yayımladığı “Kaldırımlar” adlı şiir kitabıyla tanınmıştır. 1934 yılına kadar sadece şair olarak tanınmış ve meşhur Bâb-ı Âli’nin önde gelen isimleri arasında yer almıştır. 1934 yılında Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ile tanıştıktan sonra büyük bir değişim yaşamış ve bu değişimi kendisi “...içimi öylesine bir sosyal mücadele ve cemiyeti yorma hamlesi kapladı ki, artık çalışamaz oldum” şeklinde tanımlar. Bu tarihten sonra Türkiye’nin bir çok şehrinde konferanslar düzenlemiş, düzenlemiş olduğu konferanslarda ki sözlerinden dolayı hakkında dâvâlar açılmış ve bu dâvâlar neticesinde öncülük ettiği Büyük Doğu Hareketi’ne dair yayın yapan Büyük Doğu Dergisi yayın hayatı boyunca 16 kez kapatılmış, Necip Fazıl’ın eserleri toplanmış ve basımı yasaklanmıştır. 25 Mayıs 1983 tarihinde vefat eden Üstad Necip Fazıl’ın yüzden fazla eseri bulunmaktadır.
ÜSTAD’IN BAŞLICA ESERLERİ
“Cinnet Mustatili, Hikayelerim, Çile, Aynadaki Yalan, İdeolocya Örgüsü, Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu, O ve Ben, İman ve İslam Atlası, İhtilal, Bab-ı Ali, Raporlar, Para Mukaddes Emanet, Senaryo Romanlarım, Reis Bey Parmaksız Salih, Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar, Benim Gözümde Menderes, Nur Harmanı, Yeniçeri, Müdafaalarım, Türkiye’nin Manzarası, Namık Kemal, Sabır Taşı Ahşap Konak, Yunus Emre Kanlı Sarık, Peygamber Halkası, Konuşmalar, Moskof, Ulu Hakan İkinci Abdülhamit Han, Bir Adam Yaratmak, Kafa Kağıdı, Çöle İnen Nur, Tanrı Kulundan Dinlediklerim, At’a Senfoni, Hazret-i Ali, Hücum ve Polemik, Öfke ve Hiciv, Tohum, Hitabeler, Son Devrin Din Mazlumları, Hesaplaşma, Doğru Yolun Sapık Kolları”

Gazeteci-yazar Mustafa Miyasoğlu:
“Necip Fazıl bir deha”
Gazeteci-yazar Mustafa Miyasoğlu, Necip Fazıl Kısakürek’in bir dehâ olduğunu, milletimizin tarihî, dinî ve kültürel değerlerini ortaya koyduğunu söyledi. Kısakürek’in 1943’ten 1983’e kadar 40 yıllık bir şair, mütefekkir ve siyaset adamı olarak, İslâmi bir tavır içerisinde olduğunu ve aktif bir tavır almayı Müslüman nesillere öğrettiğini söyleyen Miyasoğlu, “Necip Fazıl 20. yüzyıla ortaya çıkmış şahsiyetler içinde, Doğu-Batı çatışmasının fertten topluma, siyasî yapıdan aileye kadar bütün yansımalarına dikkati çekmiş ve tarihî kimliğimize uygun teklifler getirmiş bir büyük şair ve mütefekkirdir. Onu anlamak, farklı olmak ve sürüden kurtulmaktır. Bu anlamda Necip Fazıl, sosyal, siyasal ve estetik görüşleri ve eserleriyle bizim için bir lütuftur. Onu anlamadan çok şeyi anlamak mümkün değildir” dedi.
Miyasoğlu, şunları söyledi: “Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Ağaç, Büyük Doğu ve Borazan adıyla yayınladığı dergi ve gazetede tefrika olarak kalan eserleriyle bu dizinin 100 cilde ulaştığını görüyoruz. Bu eserlerin şiir, hikâye, tiyatro, hitabe, konferans, fikir, tarih, din, dil ve ilahiyat alanlarında, her biri yeterli değerlendirmelere konu olmamış ve birçok alanda büyük eserleri var. Bazen bir şahsiyeti anlamak, bir millete ait tüm değerleri anlamakla aynı anlama gelir. Shakespeare, Goethe, Victor Hugo ve Dostoyevski böylesine milletinin sembolü olan değerleri ortaya koymuş şahsiyetlerdir. Necip Fazıl da bu soydan bir dehâdır ve milletimizin tarihî, dinî ve kültürel değerlerini ortaya koyar. Bu bakımdan, Üstadı ve tesiri yanında, onunla ve eserleriyle tarihî kimliğimize ve misyonumuza kavuşabiliriz. Bunu iyi anlamalıyız!”
“ESSELAM ADLI MANZUM ESERİNİ YAYINLADI”
Miyasoğlu, Necip Fazıl’ın vicdanımızda büyük izler bıraktığını belirterek, “Onunla ilgili çarpıcı hayat hikâyelerini, en önemli meselesi gibi görüyorlar. Bunlar önemlidir, ama birçoğu da az bilinir. Mesela 1973 yılında Hacc yapan Üstadın en önemli meselesi, eliyle kurup da ölümüne kadar yönettiği Büyük Doğu Yayınları’dır. İlk önce bu arada Peygamber Efendimizin hayatını anlatan Esselam adlı manzum eserini yayınladı. O kitapta kendisinin Vasiyetnamesi ile bu arada, kendisinden kuruş alacak olanın senetsiz-şahitsiz alacağını gelip istemesidir. Rahmetler dilerken, bu şahsiyetin bizim gibi okur-yazarlara haysiyetler öğretti...” diye konuştu.

TYB İSTANBUL ESKİ ŞUBE BAŞKANI MUZAFFER DOĞAN:
“Üstad Türk şiirinin
Mâverâya açılan kapısı”
KORAY TAŞDEMİR / İSTANBUL
Üstadı, yakinen tanıyan ve konferanslarına katılan Muzaffer Doğan Akit okurları için Necip Fazıl’ı anlattı.
Hocam bize Necip Fazıl’ı tanıtabilir misiniz?
Üstad Necip Fazıl geçen yüzyılın başında Osmanlı güneşi batmak üzereyken dünyaya gelmiş, Cumhuriyet’in ilânı ile birlikte gençliğini idrak etmiş, yüz cildin üzerinde eser vermiş olan bir kimsedir. Üstad, öncelikle büyük bir şairdir. Kendisine Türk Edebiyatı Vakfı tarafından Sultan’üş-Şuârâ unvanı verilmiştir. Bu bir Osmanlı geleneğidir. O törende ben de bulunmuştum. Tabii böyle bir unvan verilmese de, şiiri iyi bilen kimseler, Yunus Emre’den Üstad Necip Fazıl’a gelen 800 yıllık Türk şiir çizgisini iyi bilenler, Üstadı en büyük şairlerden saymak mecburiyetindedirler. Zâten dostunun da, düşmanının da, onun büyük şairliği noktasında bir şüphesi yoktur. Ama o sade bir büyük şair olmakla kalmadı. Aynı zamanda bir büyük mütefekkirdir de.  1940’lardan başlayarak vefat yılı olan 1983’e kadar birçok neslin yetişmesine vesile olmuş bir mücadele adamıdır.
Necip Fazıl’ın Paris’e Sorbonne Üniversitesi’ne burslu olarak gönderildiğini ve orada bohem hayatı yaşadığını biliyoruz. Necip Fazıl’ın oradaki hayatı hakkında neler söylersiniz?
Devlet, okullarında başarılı olmuş, istikbal vaad eden öğrencileri, Batı ülkelerine gönderiyor. Necip Fazıl da, Burhan Ümit Toprak gibi bazı isimlerle Sorbonne’da Felsefe okumaya gidiyor. Paris’e giderken hocası Prof. Şekip Tunç, arkadaşları Ahmet Muhip Dıranas, Ahmet Kutsi Tecer gibi isimler uğurluyor Necip Fazıl’ı.  Burada Şekip Tunç’un bir sözü var: “Necip, tarihin malı olduğunu unutma” diye. Necip Fazıl, daha sonra gerçekten bu öğüdün karşılığını vermiş, büyük bir şair, büyük bir mütefekkir ve büyük bir mücadele adamı olmuştur. Çok önemli bir felsefe akımının babası Henry Bergson, orada üstadın hocasıdır. Necip Fazıl, derslere devam etmiyor, bohem bir hayatın içine düşüyor. Bir gün Bergson, “Bir Türk vardı, çok zeki, serserivari bir Türk! Onu göremiyorum, nerede o?” diye soruyor. Sezgici filozof, Necip Fazıl’ın ilerde büyük bir adam olacağını seziyor.
Üstadın hayatındaki dönüm noktasına gelirsek, Seyyid Abdülhakîm Arvasî’den etkilenen Necip Fazıl’da ne gibi değişikliler olmuştur?
Üstadın daha ilk şiirlerinde ruhçu, vahdaniyetçi anlayış ve bir gurbet havası seziliyor. O yıllarda da materyalizm alabildiğine yaygın. Üstadın Bahriye Mektebinde İbrahim Aşkî adında bir hocası var ki, ilk tasavvufî tesirlerini ondan alıyor zaten. Bundan sonra Üstadın hayatında çok önemli bir dönüm noktasına geliyoruz ki, bu da Seyyid Abdulhakîm Arvasî ile tanışmasıdır. Bu 1934 tarihine tekabül eder. Arvasî Hazretleri, tek parti zulmünün alabildiğine yoğun olduğu dönemde, mestur bir şekilde Beyazıd’ta, Ağa Camii’nde dersler vermektedir. Derinden derine de muhipleriyle sohbet etmektedir. Bir gün Necip Fazıl böyle bir zâtın varlığından haberdar oluyor. Bunun hikâyesi, Üstadın “O ve Ben” isimli eserinde yer alır. Bu eser, Üstadı anlamada anahtar bir kitaptır. Bu buluşma,  Mevlânâ ile Şems’in karşılaşmasını, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri ile Şeyh İsmail Fakirullah’ın münasebetini hatırlatır ve asıl Necip Fazıl; dünya görüşü ve eserleri ile bu tanışmadan sonra ortaya çıkar.  Bu tanışma, Üstada bambaşka bir istikamet kazandırmıştır. Bunu iki “noktalama” ile ifade eder:
“Tam otuz yıl, saatim işlemiş ben durmuşum, / Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum” … “Bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız, / Ruhuma büyük temel çivisini çaktınız.”
“BÜYÜK DOĞU İSLÂM GÜNEŞİNİ
BULMA VE BULDURMA MÜCADELESİDİR”
Üstad’ın Büyük Doğu dergisi ve ideolojisinden söz edersek, neler söyleyebiliriz?
Üstad, 1936’da çıkardığı Ağaç dergisinde, o yıllarda devrin ileri gelen sanat ve fikir adamlarına yer vermiştir. Bu yıllar, daha Üstadın İslâmî renginin tam belli olmadığı yıllar. Ağaç, derinden derine ruhçu bir dünya görüşünü dile getirse de, henüz böyle pazarlıksız şekilde “İslâm” demiyor.
Arkasından 1943’te Büyük Doğu dergisini çıkarmıştır. Üstad, hocalık da yapmıştır ama Büyük Doğu’yu çıkarınca İnönü’nün talimatı ile hocalık elinden alınmıştır. Dönemin Maarif Vekili Hasan Âli Yücel, “Ya Büyük Doğu’yu tercih et, ya da üniversite hocalığını” demiştir. Üstad da: “Üniversite anfisindense, vatan çapında hocalığı tercih ederim. Ben de size bunu ihtar ederim” diyor. Büyük Doğu, bir dergi olmaktan öte, bir mücadelenin de bayrağı olmuştur. Büyük Doğu, bir dünya görüşünün adı ve bir mücadele mektebi, birçok şair, yazar ve fikir adamının yetişmesine ocaklık etmiş bir mekteptir. Büyük Doğu ceplerde kaybedilen İslam güneşini bulma ve buldurma mücadelesidir. Üstad işte bu dönemden başlayarak, “baş eserim” dediği İdelocya Örgüsü’nü yazıyor. Bu eser, bir  medeniyet tasavvuru, bir devlet projesidir. Bu da İslam medeniyeti ve İslâm devletidir.
Daha sonra, 1939’da yazacağı ve Necip Fazıl şiirlerinin de, Türk şiirinin de zirvesi olan “Çile” şiiri, 800 yıllık Türk şiirinin zirvesi olmuştur. Bu şiirinin bir yerinde diyor ki:
 “Ver cüceye onun olsun şairlik,
Şimdi gözüm büyük sanatkârlıkta.”
 Eskiden onu alkışlayanlardan Baki Süha Ediboğlu, 1968’de yazdığı bir yazıda, “Büyük Doğu, büyük şair Necip Fazıl’a mezar oldu” demişti. Üstad, verdiği cevapta, “Baki Süha, ben asıl Büyük Doğu’dan sonra büyük şair oldum” diye yazdı. Necip Fazıl, Sakarya ırmağı gibi gürül gürül akan bir ırmaktır. “Çile”nin önsözünde şairliği ve şiirlere hakkında önemli ipuçları verir. Üstad burada, “Biz şiiri iman için bilmişiz ve bu mihrak bilgiyi her bilginin geçtiği bin bir yol ağzı biliyoruz” der. Üstad, Yunus Çeşmesi’nden su içmiş, gelenekten beslenmiştir. Üstad Necip Fazıl, Türk şiirinin Mâverâya açılan kapısıdır.
“BEN ŞİİRİ, ALLAH RESULÜ’NÜN YOLUNUN
SÜPÜRGESİ OLARAK GÖRÜYORUM”
Hocam, Üstadın vefatının üzerinden 30 yıl geçti. Türkiye’nin her yerinde, bu vesileyle anma ve anlama toplantıları yapılıyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Bu anma ve anlama faaliyetlerini, oldukça sevindirici gelişmeler olarak görüyorum. Ben de bazı üniversitelerimizin, bazı belediyelerimizin ve bazı dernek ve vakıfların bu türden faaliyetlerine konuşmacı olarak katılıyorum. Bilhassa Muhterem Cumhurbaşkanımızın himâyelerinde, Konya’da gerçekleştirilen anma faaliyeti oldukça nitelikli. Vefatının 30. yılında Üstadımıza  Allah’dan rahmet, hakkında “Çöle İnen Nur” gibi muhteşem bir eser yazdığı Efendimiz, Kurtarıcımız, Müjdecimiz, Peygamberimiz’den de şefaat niyaz ediyorum.

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23