“Terörsüz Türkiye”: Jeopolitik Avantajın Anahtarı
“Terörsüz Türkiye” fikri, çoğu zaman bir güvenlik başlığıymış gibi tartışılsa da hakikatte bundan çok daha derine uzanır. Türkiye’nin coğrafyasını okumayı bilen herkes için bu hedef, devletin kendi kaderi üzerindeki hâkimiyetini pekiştiren bir jeopolitik zorunluluktur.
Demokratlar Platformu
Genel Sekreteri Av. Yurdal Kılıçer
Sahada olmayanın masada olamayacağı kurulacak Yeni Dünya Düzeninde, Balkanlar’dan Kafkaslara, Ortadoğu’dan Afrika’ya ve Doğu Akdeniz’e kadar uzanan geniş bir haritanın tam kalbinde yer alan bir ülke, iç istikrarını sağlamadan dışarıda hiçbir iddia taşıyamaz.
Bulunduğumuz coğrafya, tarih boyunca büyük güçlerin bilek güreşi yaptığı birbirine omuz attığı, güçlü olanın hamlelerin devletlerin kaderini belirlediği, zayıf olanın ezildiği, Polonya asıllı Amerikalı ünlü stratejist Zbigniew Kazimierz Brzezinski’nin tabiri ile devasa bir satranç tahtasıdır. Bu tahtada taşlar sürekli yer değiştirirken Türkiye’nin bu sahada belirleyici bir aktör olarak varlık gösterebilmesinin ve oyunun dışına düşmemesinin ilk ve vazgeçilmez şartı, içeride huzur, güvenlik ve toplumsal bütünlüğün sağlanmasıdır. İç huzuru olmayan bir ülke, dışarıda ne kadar yüksek sesle konuşursa konuşsun, sözünün ağırlığı sınırlı kalır.
Türkiye terörle boğuştuğu yarım yüzyıla yakın süre boyunca enerjisinin, aklının, gençliğinin potansiyelinin ancak sınırlı bir bölümünü kullanabilmiştir. Terörle Silahlı Mücadele sürecinde on binlerce şehidin acısını rakamla ifade etmek elbette mümkün değildir; fakat bu ağır bedelin yanında harcanan 2 trilyon dolarlık kaynak, ülkenin gelişmişlik ufkunu daraltan, ekonomik kaynaklarını sömüren görünmez bir duvar gibi karşımızda durmaktadır. Bu süre boyunca açılan toplumsal yaraları ise hesaplamak zaten mümkün değildir.
Terörle Silahlı Mücadele süresince, Devlet kapasitesinin önemli bir kısmı iç güvenliğe tahsis edildi; dış politika, savunma, ekonomi ve teknoloji alanlarında uzun vade gerektiren büyük hamleler çoğu kez kesintiye uğradı.
Türkiye’nin yarım yüzyıla yakın bir süredir ayaklarında pranga olan terör ortadan kalktığında ya da en azından minimize edildiğinde ise devlet aklı nefes alacak, reflekslerle değil, planlamayla hareket eden bir yapıya kavuşacaktır.
İçeride dinginliğini sağlayabilen bir Türkiye, dışarıda oyun kuran, masada ağırlığı hissedilen, sahada sözünü geçiren bir aktöre dönüşür. Çünkü terör tehdidinden arınmış bir ülke, bölgesindeki istikrarsızlıkların arasında “denge gücü” olmaktan öte, istikrar üreten ‘model bir merkeze’ dönüşür.
Türkiye bugün tam da böyle bir eşikte bulunmaktadır. Balkanlar, Kafkaslar, Akdeniz, Ortadoğu ve Afrika’ya aynı anda dokunabilen ender ülkelerden biri olarak Türkiye, sadece coğrafi bir kesişim noktası değil, potansiyel bir ‘bölgesel çapa’dır. Çoğu ülke bölgesel güç olabilir; fakat her bölgesel güç “bölgesel çapa” değildir. Bu kavram, sıradan bir ‘bölgesel güç’ olmanın çok ötesindedir. Bölgesel çapa olmak; çevredeki fay hatlarını dengelemek, krizleri emmek, istikrar üretmek, tarihsel hafızasıyla çevresine yön verebilmek demektir. Türkiye, askeri kapasitesiyle, diplomasinin kıvrak zekâsıyla, ekonomik büyüklüğüyle ve en önemlisi bin yıllık devlet aklı ve tecrübesinin getirdiği derinlikli reflekslerle bu role en yakın ülkedir. Bu ‘bölgesel çapa’ işlevinin hakkı ancak içerideki iç barış ve huzur ortamını sağlaması ve koruması ile mümkündür.
Terörün gölgesinden çıkan bir Türkiye, Türk Devletleri Teşkilatı’nda daha yönlendirici, Ortadoğu’da daha dengeleyici, Afrika’da daha güven veren ve Avrupa karşısında daha eşit konumlanan bir aktör hâline gelir. Bu, yalnızca diplomatik bir kazanım değildir; ekonomik ve stratejik sonuçları olan bir güç çarpanıdır. Çünkü içeride sorun yaşayan hiçbir ülke dışarıda belirleyici olamaz; kendi içinde huzur bulan ülke ise çevresine güven telkin eder.
Enerji ve ticaret koridorlarının yeniden şekillendiği bir dünyada Türkiye’nin önünde açılabilecek fırsatlar, terörün ortadan kalkmasıyla daha görünür hâle gelir. Bugün İpek Yolu’nun modern versiyonları, Orta Koridor, TANAP, Türk Akım, Bakü-Tiflis-Ceyhan gibi büyük projeler, Türkiye’nin adeta jeopolitik damarlarıdır. Terör tehdidi bu ekonomik getiri olarak büyük, siyasi ve stratejik olarak paha biçilemez projelerin üzerinde dolaşan bir gölge gibi güveni zedelerken, istikrar ortamı aynı hatları birer stratejik avantaja dönüştürür. Sigorta maliyetlerinden yatırım iştahına, dış sermaye akışından lojistik güvenilirliğe kadar her alan “istikrarlı Türkiye” ile birlikte yukarı yönlü bir ivme kazanır. Bu ülke yalnızca bir geçiş güzergâhı olmaktan çıkar; bölgesel bir terminale, merkez ülkeye dönüşür. Bunun anlamı hem ekonomide hem diplomaside ağırlığın artmasıdır.
Terör baskısının ortadan kalkması, askeri kapasitenin de çok daha stratejik bir akılla yönetilmesini sağlar. Yıllarca büyük bir yükü sırtlanan Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Güçleri, İstihbarat Kurumları enerjilerini iç tehditlere değil, Türkiye’nin gerçek jeopolitik meselesi olan dış çevreye ve tehditlere yöneltebilir. Bu, ordunun daha rafine bir etkinlikle konuşlanması, dış politikada daha cesur hamlelerin yapılması, uluslararası platformlarda daha dik bir duruş sergilenmesi demektir.
Ayrıca terör örgütlerinin uluslararası sistemde Türkiye’ye karşı kullanılan araçlar olmaktan çıkarılması ise Türkiye’nin diplomatik özgüvenini artırır; kırmızı çizgiler daha net, direnç noktaları daha güçlü olur.
Sonuç olarak “Terörsüz Türkiye” bir slogan değil, devlet aklının yeniden uzun vadeli bir stratejik vizyona kavuşmasıdır. Bu vizyon, ekonomik büyüme, askeri güç, diplomatik ağırlık, toplumsal huzur ve bölgesel liderliği birbirinden bağımsız unsurlar olarak değil, aynı bütünün parçaları olarak görür. Terörden arınmış bir Türkiye, hem kendine hem bölgesine hem de dünyaya karşı daha öngörülebilir, daha güvenli ve daha güçlü bir aktör hâline gelir. Türk toplumu yıllardır omzunda taşıdığı yükü bırakır; devlet aklı krizlerle tüketilen reflekslerden sıyrılıp, büyük resmi gören bir perspektife kavuşur. Bu coğrafyanın kaderi terörle yaşamayı kabullenmek değildir. Bu toprakların bin yıllık devlet tecrübesi, terörün gölgesine mahkûm olamayacak kadar derindir. “Terörsüz Türkiye” bir güvenlik başarısının ötesinde, Anadolu’nun kadim hafızasının yeniden derinlik kazanacağı, Türkiye’nin kendi eksenine daha sağlam basacağı yeni bir dönemin kapısını aralar. Ve bu kapı aralandığında yalnızca daha güvenli değil, daha iddialı, daha kendinden emin, daha belirleyici bir Türkiye ortaya çıkar.