Yeniakit.com.tr yazarı Hüseyin Acarlar’dan evde kaldığımız bu mübarek Ramazan ayında kitap severler için yeni bir kitap tavsiyesi var.
Hüseyin Acarlar yeniakit.com.tr
Marcel Proust “Hakikat; başkalarının hazırladığı bir bal değildir. Onu sadece kitap sayfalarından toplayamayız, kafamızın ve gönlümüzün iç hamleleri ile emek verme ile fethedebiliriz.” Der. Bu itibarla burada kitapları tanıtım ve tahlil ederken esas bütün faydayı üst düzeyde verimli hale getirecek olanın okuyucu olduğunu hatırlatayım. Doğal olan bu. Bizzat düşünce hiçbir şeyi harekete geçirmez ve dönüştürmez. Düşünce ve eylem birlikteliği ne yaparsa yapar.
Günümüz dünyasında, cahiliye devrindeki gibi taştan tahtadan helvadan putlara saygı ve tazimde bulunulmuyor. Daha bir sofistike (karışık) bir durum var. Şirk, salt somut nesneler üzerinden hayat bulmuyor. Bizatihi hayatın içinde tutum davranış inanç ve söylemlerde kendine çok yer buluyor. Bunu yaparken şirk denilen itici kavramın dışında daha cazip kavramlarla yanaşıyor. Bu kavramlardan bir tanesi belki de en bilinmesi gerekeni sekülerizm. Yazarın bu kitaptaki kaygısı da bu.
İçinde yaşadığı döneme şahitlik yaparken ilim sahibi Müslüman şahsiyetin, şirkin bu yüzyılda kendisini hangi kavramlar, eylemler ve düşünceler üzerinden ifade ettiğini tespit edip izah etmesi bir görev. Mustafa Tekin Hocayı bu kitab yazdıran saik bu. Aslında Hocanın tüm çalışmaları bu sosyoloji üzerine kurulu diğer kitaplarına bakınca ne dediğim daha net anlaşılacaktır. Mustafa Tekin Hocanın kitapları şunlar; Kutsalın Serüveni / modern ve postmodern süreçte dinin sosyolojik açılım imkanı, Kutsal Sekülarizm, Mevlana Pergelinde Toplum, İslam Sosyolojisinin İmkanı, Aklın Kenarı, Elli Müslüman Düşünür, Din Sosyolojisi, Gerilim ve Çatışma Arasında Mezhep & Mezhep Sosyolojisi, El İnsaf, Değişen Dinamiklerde Totem ve Ahlak, Sünnet Sosyolojisi, Aradığın Şeysin & Modern Dünyada Mevlana, Hikmet Sosyolojisi, Ziyaret Fenomeni Çerçevesinde Dua ve Sosyal Sorunlar, Exel ile Temel Ekonometri, Toplumun Vicdanı Olmak, Kutsa, Kadın ve Kamu, Fıkıh Sosyolojisi.
Hayatın tevhidi yönü bozulduğunda din ,belli alanlara hapsedilen bir ritüeller sistemi veya bir tatmin vasıtası haline gelecektir. Çünkü o dinin mensubu kendisini iş hayatında farklı, ev hayatında farklı,çarşı ve pazar hayatında farklı bir kurallar ve değerler manzumesi karşısında bulacaktır. Sokağın dayattığı kültür ile dininin öğretileri çatıştığında,dışlanmamak için, sokağın argümanlarına göre hareket edecektir.
Bugün laikle karıştırılan Seküler kavramının aslında kendisini dinin bizzat karşısında Ali Şerati’nin tanımlamasıyla “dine karşı din” olarak konumlandırıyor. Kitap bunun nasıl olduğunu somut olarak izah eden bir çalışma.
İslam’ın helal-haram gibi sınırları belli olan öğretisi karşısında post-modern düşünce gri alanlar ihdas ederek aslında böylede olabilir mantığı çerçevesinde esnetme politikası işleterek dini olanın laubalileştirilmesine çalışmaktadır. Son yıllarda televizyonlarda uzman sıfatı adı altında konuşan kişilere ve konuşulan konuların mahiyetine bakıldığında mesele daha iyi anlaşılacaktır. Herkes yaşamında özgürdür, kimse kimseye karışmamalı, herkesin tercihine saygı duyulmalı, onu da aramızda tolere edebilmeliyiz, hoşgörülü olmalıyız, günah işleme özgürlüğü de olmalı v.b. gibi argümanlar üzerinden, haramları görünür kılma çabalarının post modern kültürle ve seküler zihinle ilintili olduğunun fark edilmesi gerekiyor.
Kutsal sekülarizm kitabı;
1-) Seküler Dünyada Din
2-)Dindarlığın Modern ve Postmodern Yüzleri
3-) Sekülerleşme Sürecinde Kadın ve Aile başlıkları olmak üzere üç ana bölümden oluşuyor. Bu bölümler kendi alt başlıklarıyla geniş olarak ele alınmış.
Kitabın girişinde bir tarih okuması yapılmış Müslüman ccoğrafyanın durumu geçirdiği evreler değerlendirilerek bugün gelinen nokta itibariyle Müslümanların varlığının ne anlama geldiği ve karşı tutumlar ele alınmış.
Yazara göre sekülerlik ; Samuel Johnson tarafından 1755’te ‘dünyaya ait kılmak’ olarak tanımlanmış ve bu mana 18.yy baskın hale gelmiştir. Daha sonraki süreçte ise sekülerlik; sanat, edebiyat, eğitim, felsefe, ahlak ve genel kültürde dinin etkisinin azalışını ifade eder. Din dilinin hayattan uzaklaştırılması olarak adlandırılabilecek olan bu sürecin, Batı dünyası açısından oldukça büyük bir önem arz ettiğini ifade etmek zorundayız. Çünkü Batı’nın tarihinde din, özellikle ortaçağ boyunca, statükonun muhkemleştirilmesi ve zenginleşme aracı olarak kullanılmıştır. Dolayısıyla bir batılı için din dilinin hayattan uzaklaştırılması din merkezli statükonun reddi anlamına gelir.
Batılı zihinle düşünen bir birey dini her zaman için-tarihi tecrübesinden dolayı- insanı sömürme ve statükoyu muhkemleştirme aracı olarak hatırlar. Nitekim bu tarihi mirastan haberdar olan Marks, dini kitlelerin afyonu olarak nitelendirmiştir. Bizi burada asıl ilgilendiren husus, sekülerliğin Müslüman zihinde bulduğu makestir. Tarihsel olarak kilise ile çatışmanın neticesinde ortaya çıkmış olan sekülerlik, geçirdiği evreler ve gelinen süreç itibariyle kazandığı anlam olarak, İslam ile hiçbir zeminde bağdaşamamasına ve hatta çatışmasına rağmen, farkında olarak veya olmayarak, Müslümanların hayatlarında ciddi olarak yer etmiştir.
Sekülerlik modern düşünce ile olan yakın akrabalık bağını kullanarak Müslümanların hayatlarını adeta bir ahtapot gibi sarmıştır. Bu noktada, Müslümanların şu soruları kendilerine sormaları elzemdir: Dini yalnızca manevi bir tatmin vasıtası olarak gören ve ancak belli zamanlarda ve belli mekanlarda icra edilen birtakım ritüellere indirgeyen bir anlayış sahih İslam inancıyla bağdaşır mı? İslam dini hayatın kamusal-özel, dini-profan, dünyevi-uhrevi gibi parçalanmasına müsaade eder mi? İbadet nedir? Müslüma’nın ev, okul, çarşı-pazar, iş vs. alanlarda, her alana ait ayrı bir değer sistemi/klavuzu olabilir mi? Tevhid nedir? Dindarlık kendisini göstermeli midir? Yoksa gizli mi yaşanmalıdır? Maruf olanı emretmek ve münker olandan nefyetmek farziyyeti neyi ifade ediyor ve kimleri bağlıyor? Müslümanlar olarak birbirimize karşı sorumlu muyuz? Yoksa her koyun kendi bacağından mı asılır? Yazar, bu soruların cevapları kitapta vermeye çalışıyor.
Kitabın bizce en önemli özelliği, sekülerlik kavramının tanımı ve değerlendirmesi ile sekülerliğin hangi argümanlar ve tavırlarla hayatımıza girdiği yönündeki yaptığı tespitlerdir. Yazarın ifadesiyle, İslam dünyası tarihte karşılaştığı tüm birikimleri kendi öncülleri ile yeni bir okumaya tabi tutmasını bilmiştir. Yani Müslümanlar karşılaştıkları her durumu dinlerinin yegâne doğru olduğu bilinciyle değerlendi. Hakikati temsil eden tarafın kendi tarafı olduğunun idrakindeydi. Hiçbir zaman muhatabı için acaba bunun dini benimkinden daha hayırlı ya da doğru olabilir mi düşüncesine kendisini kaptırmadı. Her halükarda özne olarak varlığını muhafaza etti. Bugünün Müslümanın da ki en temel eksikliklerden biri ve belki en önemlisi budur. Günümüz Müslümanının dinine olan güveni çok ciddi boyutlarda zedelenmiştir. İslam’ın bugün yeniden hayat sahasına çıkabilmesi için, evvela bu dinin mensubunun özne olduğuna, hak ve hakikati temsil ettiğine ve dünyada İslam’dan gayrı bir hakikatin olmadığına kendisini inandırması gerekmektedir. Oysaki bugün İslam’ın insanlığı idare edemeyeceği, hayatı tüm cepheleriyle kuşatamayacağı, modern ve postmodern argümanları reddederek yeni bir dünya inşa edemeyeceği, liberal ve demokratik sistemlerin bugünkü modern toplumlar için yegane kurtarıcı olduğu gibi kanaatler artık Müslümanlar tarafından da dillendirilmeğe başlanmış olmasıdır.
Bu cümlelerin benzerini Abdurrahman Aslan yazılarında uzun uzadıya izah eder. Abdurrahman Aslan’ı bir başka yazıda daha detaylı incelemeye çalışacağız. Okunması dileğiyle.
