• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0

Osman Nuri Topbaş ile Üstad Necip Fazıl üzerine

Yeniakit Publisher
Haber Merkezi Giriş Tarihi:
Osman Nuri Topbaş ile Üstad Necip Fazıl üzerine

Daha önce kendilerine verdiğim mülâkat sorularını cevaplamaya vakit bulamadığını beyan eden Osman Nuri Topbaş Hocaefendiyle, 1.9.2025 tarihinde Çilehane Camii külliyesinde bulunan İLAM’daki mekânında Necip Fazıl üzerine kısa sohbeti gerçekleştirdik. Kendisine teşekkür eder ve mülâkatı okurlarımız için aşağıda takdim ederiz.

Daha önce kendilerine verdiğim mülâkat sorularını cevaplamaya vakit bulamadığını beyan eden Osman Nuri Topbaş Hocaefendiyle, 1.9.2025 tarihinde Çilehane Camii külliyesinde bulunan İLAM’daki mekânında Necip Fazıl üzerine kısa sohbeti gerçekleştirdik. Kendisine teşekkür eder ve mülâkatı okurlarımız için aşağıda takdim ederiz.

Muhterem Hocam, müsaadenizle, fizikî ve ruhî beraberliğiniz olan Necip Fazıl hakkında sizinle kısa bir söyleşi yapmak istiyorum. Necip Fazıl’la münâsebetlerinizden biraz bahseder misiniz?

Allah için yaprak kıpırdatmanın dahî suç sayıldığı, memleketin mânevî bakımdan en karanlık zamanlarıydı, her taraf sisliydi. Necip Fazıl, o zaman ilk olarak o sisi dağıtanlardan, “Burada biz de varız!” diye haykıranlardan biriydi, Allah râzı olsun.

Edebiyatçıydı, sanat yönü çok yüksekti. Onun hitâbet ve kitâbet kâbiliyetinin yüksek olması, insanları cezbediyordu. Büyük Doğu Dergisiʼni çıkartıyordu. O da bir müddet çıkıyor, sonra imkânsızlıklar ve baskılar sebebiyle kapanıyordu. Tekrar çıkıyordu, tekrar kapanıyordu. O zamanlar, Ahmet Emin Yalman var, onunla mücadele ediyordu.

Biz de İmam Hatip’te talebeydik. Merak ve heyecanla beklediğimiz Büyük Doğuʼyu, perşembe günü akşam bayiden alır, anladığımız kadarıyla okur, sevinirdik...

Necip Fazıl’ın en önemli yönü sizce neydi?

En önemli yönü, Necip Fazıl’ın karakteriydi. Yani Hak için en ufak bir tavize yanaşmadı. Mahkemelerde en acayip sorular sorulduğu zaman bile istikâmetini bozmadı. Hayatı boyunca pek çok çile çemberinden geçti, fakat küfre taviz vermedi.

Maddî durumu da yoktu. Sultanahmet Cezaeviʼne defalarca girdi çıktı. O zaman memleket de fakirdi. Ona destek olacak fazla kimse yoktu. Fakat Allah râzı olsun, Nuri Topbaş vs. bir şeyler verirlerdi, o da vatanın mukaddesat cephesini, kalemi ve kelâmıyla müdâfaa yolunda cihâd ederdi.

Beni de bazen çağırırdı;

“‒Yâhu Osman!” derdi, “Şu kitabın sağlam bir çeki var, onu değiştir.” derdi. Onu ben de bir firmadan para alıp değiştirirdim. O da memnun olurdu. Hattâ;

“‒Şimdi bir yemek yiyeceğiz!” derdi.

Yemekten sonra da elimi cebime atardım;

“‒Ben varken kimse elini cebine atamaz!” derdi. Bir de böylesine cömertti yani.

Barınacak bir evi bile yoktu, Erenköy’de kirada otururdu. Bakkala, kasaba borçları olurdu; bunlar da kendisini sevenler tarafından ödenirdi.

Hattâ dönemin başbakanlarından Şükrü Saracoğlu, onun yazmaktan vazgeçip susması mukâbilinde kendisine para teklif etmişti. Fakat o, hakkı tutup kaldırmaktan, hakîkati haykırmaktan hiçbir zaman vazgeçmedi. Hattâ bunun için bir espri mâhiyetinde; “benim sükûtum bile para” derdi.

Velhâsıl, ümmet için çile çeken, Allah yolunda ölümden bile korkmayan, cesur ve fedakâr bir insandı.

Ön görüşmemizde “Necip Fazıl’ın hâli şiirdir.” demiştiniz. Bunu açar mısınız?

Hâli şiirdi. Yani şöyle ki, anlık cevapları bile flaştı. Nasıl fotoğraf makineleri var, bastın mı tak diye resmi çeken; o da her sorulan soruya, o anda flaş bir cevap verirdi. Hani bize bir soru sorulduğu zaman bir müddet düşünürüz, hele de fikrî bir soruysa. O ise hiç beklemeden, ânında cevabını verirdi. Allah ona öyle bir istîdat vermişti.

Bir vecd hâli vardı diyebilir miyiz, dâvâsına bir vecd ile bağlı?..

Vardı, vardı... Bilhassa bu Eyüpsultan’da, o zaman Seyyid Abdülhakîm Arvâsî, onu çok severdi. Orada hattâ biliyorsunuz;

“Sonsuzluk Kervanı, peşinizde ben,

Üç ayakla seken topal köpeğim!

Bastığınız yeri taş taş öpeyim;

Bir kırıntı yeter, kereminizden!

Sonsuzluk Kervanı, peşinizde ben...” derdi.

Evliyâullâhı çok severdi. Evliyâullâhın sevgisini aşıladı. En mühim o…

Yine Üstad, büyük bir tarih ve medeniyetin mirasçıları olan bugünkü ümmetin perişanlığıyla mahzun hâldeydi. Bugün toplumumuzun kaybedip de bir türlü elde edemediği büyük hasletlerin hasreti içindeydi.

Onun Ata Senfoni isimli bir eseri var, mâlumunuz. O eserin sonunda bir kıssa nakleder:

Yıllar süren bir ayrılıktan sonra köyüne dönen bir mücâhid, orayı ıssız ve harap bir hâlde bulur. Bir ihtiyara rastlar:

“–Baba, bu köy böyle harap ve ıssız değildi. Çok güzel insanlar ve çok güzel atlar vardı. Ne oldu onlara?” diye sorar.

İhtiyar cevap verir:

“–Evlât, bütün o güzel insanlar, o güzel atlara bindiler ve gittiler! Bir daha hiçbiri geri dönmedi!..”

İşte Üstad da kaybolan değerlerimizi yeniden ihyâ derdindeydi. Dil, tarih, ahlâk ve îman gibi mukaddes emanetleri gelecek nesillere taşıma şuurunu gönüllere nakşetme heyecanıyla doluydu. Bir şiirinde diyordu ki;

Mezarda kan terliyor babamın iskeleti;

Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emâneti?..

Yani İslâm dâvâsını devirlere ve diyarlara taşıma mes’ûliyetinin büyüklüğünü, buna mukâbil, bu dâvâya sahip çıkma hususunda gösterilen ihmallerin ağır vebâlini, çarpıcı bir üslûpla dile getiriyordu.

Üstâdın başka hususiyetlerinden de bahseder misiniz Muhterem Hocam?

Bir de “lâyıkına muhabbet, müstahakkına nefret” nedir, bunu açıkladı hayatı boyunca. Yani Allâh’ı, Rasûlullâh’ı sevenlere dost olmak; onların zıddı olanlardan da uzaklaşmak, onlara taviz vermemek… Hapislere girdi, şu oldu, bu oldu; fakat hiçbir zaman taviz vermedi…

Fetih Sûresiʼnde buyrulduğu üzere, “Kâfirlere karşı sert, kendi aralarında merhametlidirler.” karakterinde bir müʼmin.

Evet, küfre karşı daima İslâm şahsiyet ve karakterini muhafaza eder, büyük bir vakar ile mücadele ederdi. İnşâallah oradan iyi ecir almıştır.

Cenazesi de çok kalabalıktı; Eyüpsultan’a defnedildi.

Eserleri için, bilhassa “baş eserim” dediği İdeolocya Örgüsü için ne demek istersiniz?

Ben talebeydim o eser çıktığı zaman. Bir cümle, yarım sayfa, bir sayfaydı; başından okuyup sonuna doğru, bir İmam Hatip talebesinin anlaması zordu. Fakat sonra, biraz daha tekâmül ettikten sonra… Yüksek tabakaya, elit zümreye yazılmış bir kitaptı o…

Hikâyeleri vardı. Onun Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri’ne gönlü muhabbetle doluydu. Bu evliyâullah sevgisi, evliyâullâhı müdâfaa etmesi, küfre karşı olan şiddetli tavrıyla, inşâallah, Allah indinde büyük bir ecir almıştır.

Şunu da sormak istiyorum. Sizin babanızla da irtibâtı vardı, rahmetli babanızla.

Baba, amca, hepsi yardım ederlerdi…

Sizin amcanızın vefatından sonra bir yazısı oldu.

Evet, çok güzel bir yazısı vardı, Hulûsi Amcam için. Üstâdın bir sanatı da kuvvetli teşbihleriydi. Tezatları muhteşem teşbihlerle ifade ederdi. Meselâ onun şiirinde;

“Bir fikir ki sıcak yarada kezzap,

Bir fikir ki beynin zarında sülük…”

Yani böyle, tezatlardan hareketle, kuvvetli teşbihlerde bulunurdu.

Meselâ Hulûsi Amcama da böyle bir teşbih yapmıştı, bakayım nasıldı o; “Kutuplarda hurma ağacı” demişti. Yani mevcut piyasanın perişan hâline baktığınız zaman, Hulûsi Topbaşʼın o istisnâî fazîletini ve müstesnâ şahsiyetini “kutuplarda hurma ağacı” teşbihiyle ifade etmişti. Nuri Amcama da öyle… Var mı sizde o yazılar?

Evet var, iki gazete makalesi olarak. Hattâ amcanızın vefatı üzerine; “yıkılan kal’a” diyor ve ondan sonra Üstad; “Allah aynı kal’anın inşâsını öbür Topbaş’lara nasîb etsin.” diye duâ ediyor. Sizlere duâ ediyor yani.

Tabi, kıymetini bilemedik onun; biz de çok gençtik…

Gençlere Hocam, Necip Fazıl’la ilgili ne tavsiye edersiniz?

Onun; “Bir Gençlik” diye başlayan bir hitâbesi vardı, orada bütün tâlimatlar var, “Gençliğe Hitâbe”sinde…

Üstad’la ilgili hatırınıza gelen bir anı var mı?

Ben onun mahkemelerine giderdim. Hattâ bir sefer, savcıyla böyle neredeyse kavgaya girdi, söz kavgasına. Çıkarken, -tabi ben toyum-;

“‒Üstad!” dedim, “Geçmiş olsun!” dedim.

“‒Osman!” dedi, şöyle bir baktı; “Bana mı geçmiş olsun, yoksa savcıya mı!?” dedi. Altta kalmayı hiç kabul etmezdi.

Sonra mahkeme koridorunda, o dâvâ aralığında, beraberce yürürdük. Yani böyle üç beş tane genç ile beraber, etrafa bir tavır gösterirdik; yanında bir cemaat var diye...

Hadîs-i Şerîf’te, mücâhidin böyle kibirli yürüyüşü için Allah Rasûlü; “Allah kibirli yürüyüşü sevmez, ama burası müstesnâ.” buyuruyor.

Evet; yanında gençlerle, hâkimlerin, savcıların etrafında böyle tur atardı, dâvâ aralarında.

Allah rahmet eylesin, mekânı Cennet olsun…

Aylık Baran Dergisi 45. sayı Kasım 2025

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23