Muhalefetin çöküş sarmalı ve 'İmamoğlu çukuru'
CHP her geçen gün biraz daha uçuruma doğru pervasızca ilerliyor. Diğer muhalefet partileri de adeta CHP’ye eklemlenmiş gibi aynı yöne doğru savruluyor.
Demokratlar Platformu
Genel Sekreteri Av. Yurdal Kılıçer
Özellikle son ‘’Altılı Masa’’ süreci sonrası CHP’de yaşanan her savrulma, her kriz, her yanlış tercih; toplumun önüne yeni bir seçenek koyması gereken bütün aktörleri aynı uçurumun kenarına itiyor. Muhalefetin bir bütün olarak siyasal aklı, strateji ve gelecek tasavvuru bir merkezde kilitlenmiş halde.
Belki de bu yüzden muhalefetin tamamı, büyüyen bir “İmamoğlu Çukuru”na birlikte yuvarlandığının farkına bile varamıyor.
Bu durum Türkiye’nin siyaset alanındaki en büyük sorunu olan, alternatifsizlik sorununa neden olmuştur! Alternatifsizliğin genişlemesi, Ak Parti ve Erdoğan’ın eksiklik ve hatalarının bile karşısına ciddi bir seçenek çıkarılamaması demektir. Alternatif yokluğu, millet iradesinin nefes alanlarını daraltır, siyasetin ufkunu köreltir, ülkeyi kısır döngüye mahkûm eder.
Diğer siyasal muhalefet yapılarının CHP’ye eklemlenmiş hali nedeni ile esasen, muhalefetin tamamı gücünü kaybediyor, muhalefet güç kaybettikçe iktidarın hata yapma alanı genişliyor. Normal bir demokraside siyasi rekabetin düzelttiği hatalar, Türkiye’de rekabet yokluğundan dolayı sistem tarafından kendiliğinden absorbe ediliyor.
Tam da bu noktada, daha önce “Mağaradakiler” yazısında söylediğimiz hakikatin altını yeniden çizmemiz gerekiyor: “Bazen gördüklerimiz yalnızca birilerinin bize göstermek istedikleridir.” CHP, uzunca bir zamandır bize sadece kendilerinin bize göstermek istedikleri, inandırmak istedikleri, oluşturdukları algısal gerçeklikleri sunmaktadır.
Bugün CHP’nin etrafında oluşturulan görüntü, tam anlamıyla böyle bir gölgesellik hâlidir. Fakat daha tehlikelisi ise: Muhalefetin geri kalanı da bu gölgeleri hakikat sanarak siyasal mağaranın duvarına mahkûm olmuş durumdadır.
CHP kendi tarihi boyunca, gerçek bir özeleştiriye yanaşmamış, hep batıcı, hep ruhuyla tek partici, askeri ve sivil iç ve dış vesayet odaklarına sırtını dayamış, demokrasiyi, çoğulculuğu, millet iradesini bir türlü içine sindirememiş, dolayısı ile statükocu olmuştur. Kendi tarihi içindeki bu yapısal sorunları aşamamış ve bu durumundan da pek de pişman olmadığını her fırsatta ortaya koyan CHP’nin kendi iç tarihi de hizipler, partiyi ele geçirmek için parti içinde birbirlerine karşı kurdukları kumpaslar, komplolar ile doludur. CHP’nin tarihsel sorunları artık kronikleşmiş ve kurumsal genetiğine işlemiş durumdadır. Tüm bunların yanı sıra yolsuzluk, usulsüzlük ve şaibe iddiaları, modernleşmeyi “topluma rağmen” kurgulayan zihniyet, demokratik meşruiyet üretme kapasitesinin düşük olması,1950’den bu yana CHP’nin neden iktidar olamadığının sebebidir. CHP kurumsal kültürü adeta milletle bağ kuramamak üzerine kurulmuştur.
Dünya köklü dönüşümler yaşarken, küresel politik yönelimler yeniden yazılırken CHP, Dünya’nın ve Türkiye’nin gerçekliğini okuyamıyor. Bu okuma körlüğü, artık bir tercih değil epeydir bir siyasal yazgıya dönüşmüş durumdadır.
Bu körlüğün sonucu olarak CHP, içeriden ve dışarıdan nüfuz altına girmiş, yön duygusunu kaybetmiş ve kendi seçmenini bile hakikat yerine gölgelerle meşgul eden bir siyasal organizmaya dönüşmüştür.
Bu sadece CHP’nin değil, ona bağımlı hale gelen bütün muhalefetin zihinsel daralması anlamına gelmektedir.
Ve bu nedenle de, CHP’nin tarihsel ve yapısal bu sorunları, ülkenin onyıllardır siyasal ufkunu daraltan ve millî kapasitesini törpüleyen bir çıkmaz olarak varlığını devam ettirmektedir.
İmamoğlu Çukuru: Bir Figürün Çöküşü Değil, Bir Yapının Çürüyüşü
Bugün Ekrem İmamoğlu soruşturması sadece bir siyasi figürün kişisel sorunlarına işaret etmiyor; tersine, Türkiye’de muhalefetin kurumsal çöküşünün de röntgenini çekiyor.
CHP uzun süredir söylem ile eylem arasında dengesi tamamen bozulmuş bir parti görünümündedir.
“Temiz siyaset” iddiası ile başta İmamoğlu iddianamesi olmak üzere CHP’li pek çok belediyeye ilişkin soruşturma dosyalarında yer alan ağır iddialar arasındaki uçurum, partinin kendi tabanında bile bir güven aşınmasına yol açmaktadır. CHP’nin bu kriz karşısındaki refleksi de bildik alışkanlık ile hesap verilebilirlik yerine mağduriyet siyasetine sığınmak olmaktadır.
Oysa Türk Milleti artık mağduriyet hikâyeleri değil, ahlaki tutarlılık ve ilkesel duruş görmek istiyor.
Bugün yaşanan şey basit bir soruşturma değil; İmamoğlu’nun öncülüğünü yaptığı bir siyasal kültürün çökmeye başlamasıdır. Ve maalesef muhalefetin tamamı göz göre bu çöküşün içine doğru “İmamoğlu Çukuru”na çekilmektedir.
İmamoğlu’nun temsil ettiği siyasal tarz, CHP’nin tarihsel bagajıyla birleşince; popülizm, algı yönetimi, mağduriyet söylemi, kurumsal etik zafiyeti gibi unsurlar üzerine kurulu bir “siyasi gölge ekonomisi” oluşturmuştur.
Bu tarihsel bagaj, bugün muhalefetin tamamını zehirleyen bir “zihinsel tortu”ya dönüşmüştür.
İmamoğlu’nun etrafında oluşturulan görüntü, Platon’un mağarasındaki gölgeler gibidir. Muhalefet bu gölgeleri gerçek sanmakta, kendisini de, ülkeyi de aynı karanlığa mahkûm etmektedir.
Tarihsel Körlük, Kurumsal Felç ve Dünya Gerçekliğini Okuyamama
CHP’nin bugünkü stratejik bunalımı, günübirlik hataların değil, derin bir tarihsel körlüğün sonucudur.
Çok partili hayata geçişten bu yana CHP, toplumsal dönüşümü okuyamayan, küresel dengeleri kavrayamayan, siyasal meşruiyeti hâlâ eski reflekslerle tanımlayan anlayıştan vazgeçmemiştir.
CHP, Türkiye’nin değişen sosyolojisi kavrayamayan, Devletin güvenlik reflekslerini anlayamayan, Küresel güç rekabetinin Türkiye’ye yüklediği yeni parametreleri okuyamayan bir siyasal yapı haline gelmiştir. CHP, her geçen gün biraz daha içeriden ve dışarıdan nüfuz alanlarına açık, kendi seçmenini bile hakikat yerine gölgelerle meşgul eden bir siyasal organizmaya dönüşmektedir.
Bu tablo, CHP’nin yalnızca politika üretememek değil, meşruiyet üretmekte de sıkıntılar yaşamasına neden olmaktadır.
Muhalefetin Stratejik Akıl Üretememesi: CHP’ye Teslim Edilmiş Bir Gelecek
Türkiye’de siyasal alan uzun süredir yalnızca iktidarın gücüyle değil, muhalefetin kapasitesizliğiyle de şekilleniyor. Bu durum klasik siyaset biliminin “alternatif üretim kapasitesi” olarak tanımladığı kavramın Türkiye’de dramatik biçimde aşındığını gösteriyor.
Bugün karşımızda duran tablo; bir partinin krizi değil, bir siyasal düşünme biçiminin, bir muhalefet kültürünün ve hatta bir zihniyet geleneğinin çöküşüdür.
Sorun sadece CHP’nin on yıllardır bitmek tükenmek bilmeyen krizleri değil; muhalefetin geri kalanının, CHP’nin bu tarihsel sorunlarını ve bitmeyen krizlerini çok net olarak bilmesine rağmen kendi yolunu tayin edememesidir.
İYİ Parti’den Deva’ya, Saadet’ten Gelecek’e, Zafer Partisi’nden Yeniden Refah Partisi’ne ve hatta daha dün kurulan Anahtar Partisi’ne kadar bütün muhalefet, kendi kimliğini kurmak yerine CHP’nin etrafında dolanarak varlık üretmeye çalışmaya devam etmektedir. Bu durum muhalefeti bir siyasi aktör olmaktan çıkarıp, CHP’nin kaderine bağlı edilgen uydu birer topluluğa dönüştürmektedir. Oysaki bir siyasal hareketin en büyük zaafı, kendi kaderini başka bir aktörün krizine bağlamasıdır.
Muhalefetin öncelikle kendi “mağarasını” fark etmesi ve gerçek sandığı gölgelerden kurtulması gerekmektedir. Bugün muhalefetin yaşadığı sorun ‘’mağarasından kurtulma, kendi kaderini, kendi kimliğini belirleme iradesinin yokluğudur.’’
Çünkü siyaset, gölgelerin değil; hakikatin zemininde yürütüldüğünde ülkeye ufuk kazandıracaktır.
Aksi halde partiler de, aktörler de, toplum da duvarlara yansıtılan “siyaset gölgelerini’’ gerçek sanmaya devam eder.
Bugün Türkiye’de muhalefetin; Gerçeklik okuma kapasitesi bitmiştir. Siyaseti toplumdan değil, birbirlerinden öğreniyorlar. Devleti, milletin beklentilerini, küresel güç koordinatlarını algılayamıyorlar, stratejik akıl üretemiyorlar.
Eylem ile söylem arasındaki açı büyüdükçe, kendi mezhepsel, sınıfsal ve elitist çevrelerinin dışına çıkamayan bir “siyasi sarhoşluk” ortaya çıkmaktadır. Bugün Türk Muhalefetine inşa değil, tepkisellik üzerine kurulu bir muhalefet anlayışı hâkimdir.
Bu durum, Türkiye’de siyasal rekabetin ortadan kalkmasına, iktidarın alternatifsizleşmesine ve milletin nefes alanlarının daralmasına yol açmaktadır.
Adeta birbirini aşağı çeken bir kara delik, bir girdap gibi, CHP zayıfladıkça muhalefet çöküyor; muhalefet çöktükçe CHP daha çok batıyor.
Bu nedenle bu çöküş yalnızca bir parti krizi değil; Türkiye’nin siyasal kapasitesinin toplu çürümesidir.
CHP’nin Savrulması Türkiye’nin Seçeneklerini Çökertiyor
CHP’nin hem kendisine hem ülkeye karşı en temel sorumluluğu, seçenek öldüren, gelecek söndüren bir gölge örgüsünün merkezinden çıkmaktır. CHP’nin misyonu artık, Türkiye’de değişimin önünü tıkayan bir “kara leke” olmak yerine önce kendi yönünü, kendi istikametini, kendi hakikatini yeniden bularak, değişen ve yeniden yapılanma sürecini yaşayan Dünya’da Türkiye’ye alternatif ufuklar açmak, alternatif düşünceler sunmak olmalıdır.
CHP’nin sorumluluğu sadece kendi parti içi hizip hesaplaşmalarından ibaret değildir. Çünkü muhalefetin zayıf olduğu bir denklemde sadece CHP değil, Türkiye’nin siyasal rekabet kapasitesi de zayıf hale gelmektedir.
Siyasal rekabetin olmadığı yerde; iktidar da yorulur, devlet de hantallaşır, demokrasi de körelir, millet de daralır.
CHP’nin uzun süredir sürekli krizler içinde adeta saplanmış olması, muhalefetin AK Parti ve Erdoğan karşısında “alternatif” olamamasına yol açmış; bu da ülkenin siyasal nefes alanlarını daraltmıştır.
Ve Türkiye’nin buna tahammülü yoktur. Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, ne yeni bir kahraman ne de yeni bir mağduriyet hikâyesidir.
Türkiye’nin ihtiyacı olan şey: Toplumun dönüşümünü okuyabilecek,Devlet aklını anlayabilecek,Dünya sisteminin gerçekliğini kavrayabilecek,İlkesel ve ahlaki tutarlılığı esas alan,Batıcı elitizme değil, milli akla yaslanan,gölgelerden değil, hakikatten güç alan yeni bir siyasal zihniyettir.
Gerçek siyaset, mağarada gölgeleri izleyerek değil; dışarı çıkıp gerçeğe bakarak yapılır.
Bugün Türkiye’nin en büyük ihtiyacı olan şey:
Kendini mağarasından çıkaracak cesareti olan bir siyasal akıldır.