• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0

Laikliğin gölgesinde unutulan hakikat

Yeniakit Publisher
Haber Merkezi Giriş Tarihi:
Laikliğin gölgesinde unutulan hakikat

İslam BAŞARAN Mirat Haber'de yazdı: Türkiye’de laiklik meselesi, bir asrı aşan bir sürecin sonunda hâlâ tartışılmaya devam eden, hem siyasi hem de inanç temelli bir sorun alanıdır. Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte benimsenen laiklik, Batı modernizminin bir ürünü olarak topluma dayatılmış; din, bireyin vicdanına hapsedilmiştir. Oysa İslam, sadece bir inanç sistemi değil; hayatın her alanına yön veren bir nizam, bir dünya görüşüdür. Bugün Müslüman toplumların yaşadığı kafa karışıklığının temelinde, İslam ile laiklik arasında kurulmak istenen uzlaşmaz sentez arayışı yatmaktadır.

İslam BAŞARAN Mirat Haber'de yazdı: Türkiye’de laiklik meselesi, bir asrı aşan bir sürecin sonunda hâlâ tartışılmaya devam eden, hem siyasi hem de inanç temelli bir sorun alanıdır. Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte benimsenen laiklik, Batı modernizminin bir ürünü olarak topluma dayatılmış; din, bireyin vicdanına hapsedilmiştir. Oysa İslam, sadece bir inanç sistemi değil; hayatın her alanına yön veren bir nizam, bir dünya görüşüdür. Bugün Müslüman toplumların yaşadığı kafa karışıklığının temelinde, İslam ile laiklik arasında kurulmak istenen uzlaşmaz sentez arayışı yatmaktadır.

Kur’an’ın öngördüğü hayat nizamı, Allah’ın hükmüne teslimiyet üzerine kuruludur. “Hüküm yalnız Allah’ındır; O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir.” (Yusuf, 12/40). Bu ayet, Müslüman için siyasal, hukuki ve toplumsal düzenin kaynağını açıkça ortaya koymaktadır. Buna rağmen Türkiye’de laiklik, İslam’ın bu bütüncül yapısını parçalayan bir sistem olarak benimsetilmiş, din devlet işlerinden değil, toplumun ruhundan da koparılmak istenmiştir.

Türkiye’de Laikliğin Serüveni ve Toplumsal Dönüşüm

Laiklik, Türkiye’ye Batı’dan ithal edilmiştir. Avrupa’da laiklik, kilisenin baskısına karşı doğmuşken, Türkiye’de İslam’ı toplumsal hayatın dışına itmek için kullanılmıştır. 1928’de Anayasa’dan “Devletin dini İslam’dır” ifadesi çıkarılmış, 1937’de laiklik anayasaya resmen eklenmiştir. Bu süreç, Batı’ya öykünen bir kimlik inşasının parçası olmuştur.

Hasan el-Benna, bu tür süreçleri şöyle özetler:
“Batı medeniyeti Müslüman toplumlara akıl, bilim ve teknik getirmedi; bilakis onların kalplerinden imanı söktü.”
Seyyid Kutub da bu noktada uyarır: “İslam toplumu, Allah’ın hâkimiyetini reddeden hiçbir sistemle barış içinde yaşayamaz.”

Türkiye’de laiklik, başlangıçta bir “özgürlük ilkesi” olarak sunulsa da, fiiliyatta İslam’ı kamusal hayattan uzaklaştırmanın ideolojik aracına dönüşmüştür. Dini semboller yasaklanmış, eğitimden hukuka kadar her alan Batılı paradigmaya göre şekillendirilmiştir. Böylece Müslüman toplum, kendi kaynaklarından koparılmıştır.

İslam’ın Siyasi Boyutu: “Müslümanın Siyasi Sistemi İslam’dır”

İslam, yalnızca ibadetlerden ibaret değildir. Kur’an, bireyin Allah’a teslimiyetini, toplumun da adaletle düzenlenmesini emreder:
“Şüphesiz Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa, 4/58).

Bu ilke, İslam’ın siyasetsiz olamayacağını gösterir. Müslümanın siyasi sistemi, batı tipi laik demokrasi değil; Kur’an ve sünnetin öngördüğü şura, adalet ve tevhid esasına dayalı düzendir.

Muhammed İkbal bu konuda der ki:
“İslam’da devlet, dinin bir parçasıdır; ayrıldığında din ruhunu kaybeder.”

Fahruddin er-Razi ise siyaset ve din ilişkisini şu şekilde yorumlar:
“Din, siyasetsiz kalırsa yozlaşır; siyaset, dinden ayrılırsa zulme dönüşür.”

Dolayısıyla Müslüman için siyaset, Allah’ın yeryüzündeki hükmünü egemen kılma mücadelesidir. Bu, sadece dünyevi bir idare biçimi değil; ahireti de ilgilendiren bir teslimiyet meselesidir.

Laikliğin İnsanı Dinden Koparması ve Bilinç Sorunu

Bugün Türkiye’de birçok Müslüman, laik sistemin ürettiği kimlik karmaşası içinde yaşamaktadır. Dini değerler özel alana sıkıştırılmış, siyaset ise “tarafsızlık” adı altında sekülerleştirilmiştir. Oysa Kur’an açıkça uyarır:
“Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide, 5/44).

Bu ayet, inanç ile siyaset arasındaki kopukluğun iman açısından ne kadar ciddi bir tehlike taşıdığını gösterir. Ali Şeriati, Müslümanların bu kopukluğa alışmasının en büyük felaket olduğunu söyler:
“İslam’ın ruhu devrimdir; Müslüman, batıl düzene alıştığı anda imanını kaybeder.”

Türkiye’deki laik sistem, Müslümanı bireyselleştirerek ümmet bilincini yok etmiş, İslam’ın toplumsal düzenini “çağdışı” göstermiştir. Oysa İslam’ın mesajı çağların üstündedir; çünkü kaynağı Allah’tır.

Dünya ve Ahiret Perspektifinden İslami Sistem

İslam’ın siyasal düzeni sadece bu dünya için değil, ahiret için de kurtuluş vesilesidir. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur:
“Her biriniz çobansınız ve her biriniz sürünüzden sorumlusunuz.” (Buhari, Ahkam 1).

Bu hadis, yönetimin ve adaletin imanî bir sorumluluk olduğunu gösterir. İslam’ın hükmünün hâkim olmadığı bir düzende, bireylerin imanını koruması dahi zordur. Çünkü sistem, insanın davranışlarını, değer yargılarını ve ilişkilerini yönlendirir.

Seyyid Kutub’un ifadesiyle:
“Yeryüzünde Allah’ın hükmünün geçerli olmadığı her sistem, insanları kullara kul eder.”

Dolayısıyla İslami sistem, insanın hem dünya huzurunu hem de ahiret kurtuluşunu hedefler. Laik sistem ise insanı Allah’tan koparıp, onu başka otoritelerin kölesi haline getirir.

Sonuç: Yeniden İslamî Bilinç, Adalet ve Siyasi Uyanış

Bugün Türkiye’de laiklik tartışması sadece bir anayasal mesele değildir; Müslümanın hayatına yön veren bir varlık ve kimlik sorunudur. Çünkü İslam, yalnızca bireysel bir inanç biçimi değil, aynı zamanda toplumsal, siyasal ve hukuki bir düzen teklifidir. Laiklik, bu bütünlüğü parçalayarak dini vicdanlara hapseden bir sistem haline gelmiş; Müslümanları hem tarihinden hem de vahyin yönlendirdiği toplumsal bilinçten uzaklaştırmıştır. Bu nedenle, Türkiye’de laiklik meselesi, özünde İslam’ın hayat nizamı olarak reddedilmesi ve yerine insan merkezli bir düzenin geçirilmesi sorunudur.

Allah Teâlâ buyurur:

“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Maide, 5/45).

Bu ayet, ilahî hükmün terk edilmesinin sadece bir yönetim tercihi değil, bir iman sorunu olduğunu ortaya koyar. Müslümanın temel ilkesi, hayatının her alanında Allah’ın hükmünü üstün tutmak, O’nun razı olacağı bir düzen kurmaktır. Laik sistemler, bu hükmü ortadan kaldırarak insanı ilahlaştırmış, Allah’ın hâkimiyetini reddetmiştir. Bu ise tevhidin ruhuna doğrudan aykırıdır.

Hasan el-Benna bu noktada şöyle der:

“İslam, sadece mescitlerde yaşanacak bir din değildir. O, hayatın tüm alanlarını kapsayan bir düzendir. İslam’ı siyasetten, ekonomiden ve toplumdan ayırmak, onu ruhsuz bir bedene çevirmektir.”

Bugün Müslüman toplumların yaşadığı kargaşa, aslında İslam’ın siyasal ve toplumsal yönünü ihmal etmelerinden kaynaklanmaktadır. Din, bireysel vicdanlara hapsedilmiş; adalet, özgürlük ve hakkaniyet kavramları seküler kalıplarla yeniden tanımlanmıştır. Bunun sonucu olarak ümmet bilinci çözülmüş, İslam coğrafyası sömürgeci zihniyetin hâkim olduğu siyasi yapılar altında parçalanmıştır. Türkiye de bu yapısal dönüşümün etkilerini derinden yaşamaktadır.

İslam’ın Siyaseti: Hakikatin Yeryüzündeki Yansıması

İslam’ın siyaset anlayışı, otoriteyi halkın değil, Allah’ın mutlak hükmüne bağlar. Ancak bu, baskıcı bir yönetim değil; adalet, istişare (şura), emanet ve ehliyet temellerine dayanan bir nizamdır. Nitekim Peygamber (s.a.v.) Medine’de hem vahyi tebliğ etmiş hem de adalet merkezli bir devlet modeli kurmuştur. Bu model, din ile devletin ayrılmadığı; bilakis vahyin toplumsal düzeni belirlediği bir örnektir.

Seyyid Kutub, İslam siyasetinin özünü şu cümleyle özetler:

“İslam’ın amacı, Allah’ın yeryüzünde hâkimiyetini yeniden tesis etmektir. Bu olmadan ne özgürlük, ne adalet, ne de gerçek iman mümkündür.”

Bu nedenle Müslüman için siyasi sistem bir tercih değil, bir imani zorunluluktur. Zira siyaset, Allah’ın hükümlerini uygulamak, adaleti tesis etmek, mazlumun hakkını korumak ve insanı hem dünyada hem ahirette kurtuluşa ulaştırmak içindir.

Laikliğin Doğurduğu Kimlik Krizi

Türkiye’de laikliğin getirdiği en büyük yıkım, Müslümanın kimlik bilincinde yaşanmıştır. İnsan, inancını kalbinde yaşarken; hukuk, eğitim, medya ve ekonomi laik paradigmaya göre şekillenmiştir. Böylece iman ve hayat arasında derin bir uçurum oluşmuştur. İslamî değerler ile yaşanan gerçeklik birbirinden koparılmış; Müslümanlar “iman eden ama hayatını seküler ölçülere göre sürdüren” bir ikilem içine hapsedilmiştir.

Ali Şeriati, bu durumu “içsel sömürgeleşme” olarak adlandırır:

“Batı’nın tankları değil, fikirleri bizi işgal etti. Biz artık Batı gibi düşünürken, Allah’a inanıyor görünmekle avunuyoruz.”

Dolayısıyla mesele sadece sistem meselesi değildir; bir bilinç, bir yöneliş ve bir ahiret meselesidir. Müslüman, “hangi düzen içinde yaşıyorum, kimin hükmüne tabiim?” sorusunu kendine sormalı, cevabını Kur’an’dan almalıdır.

Yeniden İnşa Çağrısı: İslamî Sistem ve Umut

Bugün yapılması gereken, Kur’an merkezli bir bilinç inşasıdır. Bu bilinç, modern ideolojilerin üretmediği; vahyin yönlendirdiği bir düşünce yapısına dayanmalıdır. Eğitimden siyasete, ekonomiden hukuka kadar bütün alanlarda İslam’ın ilkeleri rehber olmalıdır. Bu, bir geçmişe dönüş değil; tevhidî bir geleceğin inşasıdır.

Mevdudi, Müslümanların bu konuda pasif kalmalarını eleştirir ve şöyle der:

“İslam, bir sistem olarak uygulanmadıkça insanlık felah bulamaz. Müslüman, yaşadığı düzenin Allah’a mı yoksa kula mı ait olduğunu bilmek zorundadır.”

Bugün bizler, ümmetin yeniden dirilişine vesile olacak fikirleri, projeleri, toplumsal modelleri üretmekle mükellefiz. Bu bir davettir; hem bireysel hem toplumsal sorumluluktur. Çünkü Müslümanın dünyası ile ahireti arasında duvar yoktur. Dünya, ahiretin tarlasıdır.

Kur’an’ın çağrısı açıktır:

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin.” (Nisa, 4/59).

Bu ayet, Allah’ın hükmüyle yönetilen bir toplumsal yapının zorunluluğunu ortaya koyar. İslam’ın siyasi sistemi, insanı özgürleştirir; çünkü insanın kulluğunu yalnız Allah’a yöneltir. Laiklik ise, insanı insanın kölesi yapar.

Son Söz

Artık Müslümanlar, laikliğin ürettiği ikiyüzlü kimlikten sıyrılmalı, kendi ilahî kaynaklarına yönelmelidir. Kurtuluş, Batı’nın ürettiği modellerde değil; Kur’an’ın gösterdiği yoldadır. Müslümanın siyasal, ekonomik ve toplumsal kurtuluşu, ancak Allah’ın hükmünü hâkim kılmakla mümkündür.

“Yeryüzünde size iktidar verdiğimizde, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, iyiliği emreder ve kötülükten sakındırırlar.” (Hac, 22/41).

İşte bu ayet, İslam siyasetinin manifestosudur. Müslüman, Allah’ın hükmünün egemen olduğu bir düzeni kurmakla yükümlüdür. Bu bir tercih değil, bir kulluk vazifesidir. Çünkü İslam, sadece bir inanç değil; hakikatin hayata egemen olması mücadelesidir.

İslam BAŞARAN

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Ersan

Bre cahil laiklik din isleri ile devlet islerinin birbirinden ayrilmasi kisilerin dini inanclarini istedigi hibi yasamasidir

Ömer

Allah'ın hükmü yaşamadan hüküm ev de başlar yammadiniz hükümleri niye başkasına soyluyorsunuz.doktur hasta hastada hasta.ilaclari yutmadan başkasına değil kendine lazim.konusan çok yasayan. ? Büyük cihadın yama Küçük cihat la bektasiya sormuşlar islamin şartı kaç oda 1 demiş .selat savun sende yok Hac zekat bende yok bir kelimesahadet var onuda herkez biliyor bizim hastalığınız. Sayalimi cahlet okumamak. O hap kendisi . yotmuyor başkasına yutturuyor . oruç tutmuyor başkasına. Namaz kilmiyor.nasihat ediyor Peygamber Peygamber miz evden baslamis. Sonra akrabasına bu uzun sürer anlayan ken bilir
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23