Kişisel Diplomasiyle Yapısal Gerilim Arasında: Erdoğan–Trump Görüşmesi Ne Vaad ediyor?
Siyaset sahnesinde bazen perdenin önü, arkasından çok daha hareketlidir. Recep Tayyip Erdoğan ile Donald Trump’ın Washington’daki buluşması, tam da böyle bir ana işaret ediyor.
Demokratlar Platformu
Genel Sekreteri
Av. Yurdal Kılıçer
Görüntülerde iki tecrübeli liderin samimi tokalaşmaları, derin diyalogları vardı. Bu, her iki lider için de iç siyasette güç gösterisi; uluslararası arenada ise “diyalog kanallarının açık” olduğuna dair bir işaret. Ve yine her iki lider de içeride “dünya lideri” imajını pekiştirdi. Erdoğan, Batı’yla diyaloğu sürdüren güçlü bir lider; Trump ise dünyanın zorlu isimleriyle bile masaya oturabilen bir başkan adayı portresi çizdi.
“25 Eylül 2025’te gerçekleşen Erdoğan – Trump görüşmesi, Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir dönemin sinyallerini verdi. Trump’ın “adam dış politikası” bilinen bir olgu. Kurumsal mekanizmalara pek itibar etmez; işi doğrudan karşıdaki liderle halletmeyi tercih eder. Erdoğan da benzer şekilde, liderden lidere diplomaside usta kabul edilir. İkilinin geçmişi bu tarzın sıra dışı örnekleriyle dolu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump arasında 25 Eylül 2025’te gerçekleşen Washington görüşmesi, Türkiye–ABD ilişkileri açısından medyada “yeni dönem” yorumlarına yol açtı. Fotoğraflar, açıklamalar ve diplomatik jestler üzerinden kurulan olumlu atmosfer, iki ülke arasında buzların eridiği algısını güçlendirdi.Erdoğan ve Trump arasındaki iyi kişisel ilişki, geleneksel diplomasi kanallarında tıkanan konular için bir “hızlandırıcı” veya “kilit açıcı” rol oynama potansiyeline sahiptir.
Trump, genellikle “büyük anlaşmalar” yapmaya odaklanır. Bu, ilişkilerin genel seyrinden bağımsız olarak, liderlerin karşılıklı çıkarlar temelinde anlık bir “ticaret” (örneğin, bir konuda taviz karşılığında diğerinde kazanım) yapabileceği anlamına gelir.
Özellikle Gazze’deki insani felaket ve Suriye gibi bölgesel konularda, iki liderin kişisel mutabakatı, küresel barış çabalarına ve ortak hareket etme isteğine dair önemli sinyaller verebilir.
Fakat kişisel diplomasinin sağladığı sıcak temas ile devlet aklının dayandığı yapısal sorunlar birbirine karıştırıldığında, ilişkilerin gerçek doğası perdelenmiş olur. Çünkü, iki ülke arasında mevcut yapısal sorunlar varlığını devam ettirmektedir.
Türkiye-ABD hattında bugün tartışılan başlıkların neredeyse tamamı, liderler arasındaki kişisel temaslardan önce de vardı ve büyük kısmı hâlâ yerli yerinde duruyor. Savunma sanayii işbirliği, F-16 ve F-35 ve S-400 Kısır Döngüsü, CAATSA yaptırımları, Halkbank davası, Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri, Doğu Akdeniz politikaları ve en önemlisi Suriye’deki YPG/PYD yapılanması… Bu meselelerin hiçbiri, tek bir görüşmeyle çözülecek türden değil. Çünkü Ankara ile Washington arasındaki anlaşmazlıklar psikolojik değil stratejiktir; liderlerin mizacına değil, devletlerin çıkarlarına dayanır.
Elbette lider diplomasisini küçümsemek gereksiz. Erdoğan ile Trump arasındaki iletişim kanalı, zaman zaman gerginliği düşürücü, yaptırımları erteleyici veya taktiksel pazarlıkları kolaylaştırıcı bir rol oynayabilir. Özellikle Suriye’nin kuzeyinde sahaya dair “esneklikli mesajlar” verildiğinde, Pentagon ile Beyaz Saray arasında oluşabilecek görüş ayrılıkları Türkiye lehine manevra alanı yaratabilir. Ekonomik gerilim dönemlerinde benzer bir yumuşama dili, piyasaları rahatlatma işlevi görebilir.
Ne var ki ABD’de karar alma mekanizması Trump ile sınırlı değil. Kongre, Pentagon, Dışişleri, istihbarat kurumları ve lobiler, Türkiye’ye yönelik stratejik bakışı belirleyen asıl aktörler. Trump’ın kişisel dostane tavrı, örneğin her ne kadar Trump’ın Erdoğan’a “kontrollü bir operasyon” yeşil ışığı yakıtı iddiaları gündeme düşmüş olsa da YPG üzerindeki Amerikan desteği devam ediyor. ABD’nin Terörist ve Soykırımcı İsrail’e verdiği destek, Türkiye’nin insani dış politika konseptine aykırı olarak devam etmektedir. Türkiye’nin Rusya ile enerji, savunma ve diplomasi alanlarında geliştirdiği yakın temas, Çin, Brics, Şanghay İşbirliği Örgütü gibi yapılanmalar ile sıcak ilişkisi Washington açısından hâlâ “kontrol edilmesi gereken risk” olarak görülüyor.
Ancak tüm bunlara rağmen bölgesel denklemler açısından bakıldığında, görüşmenin zamanlaması da anlamlı. İsrail-İran gerilimi, Doğu Akdeniz enerji rekabeti, Ukrayna savaşı, Körfez ülkelerinin saflaşmaları ve NATO’nun genişleme hamleleri gibi sıcak başlıklar, Ankara’nın ABD açısından tamamen gözden çıkarılamayacak bir aktör olduğunu gösteriyor. Washington, Türkiye’yi kaybetmeden dengelemek; Ankara ise pazarlık masasını genişleterek çıkarlarını korumak istiyor. Fakat kişisel ilişkilerin sıcaklığı, bu stratejik hesapların yalnızca üzerini örten kozmetik bir katman sağlayabilir.
Bugün Türkiye–ABD ilişkileri bir “kopuş” sürecinden ziyade uzun vadeli bir “yeniden tanımlama” eşiğindedir. Ne stratejik ortaklık söylemi eskisi kadar inandırıcı, ne de tam kopuş gerçekçi. Bu gri alanda lider görüşmeleri tansiyonu düşürse de kalıcı çözüm üretmez. Çünkü meselelerin ana kaynağı kişisel değil yapısaldır: Ortadoğu’nun geleceğine dair vizyon farkı, savunma sanayii bağımsızlaşması, enerji hatları, Çin ve Rusya eksenindeki jeopolitik kaymalar…
Bu nedenle “yeni dönem” söylemi, ancak şu koşullarda anlam kazanır: Kongre’de yaptırımlar tartışma konusu olmaktan çıkarsa, YPG/PYD dosyası sahada değişikliğe uğrarsa, savunma sanayii projeleri kesintisiz ilerlerse, Türkiye’ye yönelik stratejik şüphelerin yerini kurumsal güven alırsa… Bugün bunların hiçbiri gerçekleşmiş değil.
Erdoğan–Trump görüşmesi, kişisel diplomasinin yapısal gerilimler üzerindeki etkisinin varlığını elbette göstermektedir. Bu etki sonucu, Washington’daki Erdoğan–Trump buluşması, mevcut sorunların üzerini geçici olarak örten diplomatik bir yumuşama üretmiş olabilir. Ancak ilişkilerin doğası, kişisel fotoğraflardan, imzalardan daha güçlü gerçeklerle anlamlıdır. Soğukkanlı değerlendirme yapıldığında , dostane görüntülerin yanında gerilimli, problemli noktalar hâlâ yerli yerindedir.
Bu nedenlerle, Erdoğan - Trump arasındaki bu kişisel ilişkiye dayalı diplomasi, kriz yönetimi ve diplomatik manevra açısından bir takım fırsatlar yaratabilir; ancak yapısal istikrar için atılması gereken kritik adımlar bulunmaktadır.
1. Kurumsal Mekanizmaların Güçlendirilmesi: Savunma, dış politika ve ekonomi alanında kurumsal diyaloğun artırılması, liderler arası girişimlerin sürdürülebilirliğini sağlayacaktır.
2. Uzun Vadeli Stratejik Planlama: Yapısal sorunların çözümü için siyasal, ekonomik, stratejik ve bölgesel enerji politikaları gibi pek çok kritik alanda uzun vadeli stratejiler geliştirilmelidir.
3. Çok Taraflı Diplomasi: Kişisel diplomasi, yalnızca ikili ilişkileri değil, bölgesel ve küresel aktörlerle çok taraflı mekanizmaları da destekleyecek şekilde kullanılmalıdır.
Erdoğan–Trump görüşmesi, uluslararası ilişkilerde kişisel diplomasi ile yapısal gerilimlerin kesişim noktasını anlamak açısından önemli bir örnektir. Görüşme, kısa vadede pragmatik kazanımlar sağlayabilir ve kriz yönetiminde esneklik yaratabilir; ancak, uzun vadeli istikrar ve güvence, kurumsal ve stratejik adımların atılmasına bağlıdır. Liderler arası diyalog, diplomatik manevra alanını genişletirken, çözümün kendisi olamaz; bu nedenle Türkiye-ABD ilişkilerinin sürdürülebilirliği için hem kişisel hem de yapısal diplomasi mekanizmalarının eş zamanlı olarak işletilmesi gerekmektedir.