Osmanlı'da çininin îmal edilmiş olduğu Kâş şehrine nisbetle çiniye kâşî ve çin fağfurlarıyla porselene de çini denilirdi.
Sonradan çini tabiriyle kâşî kastedilmiş ve bu deyiş genelleşmiştir.
Çiniye sırça da denildiğini görüyoruz; Sırçalıköşk (Çiniliköşk) ile Konya'daki Sırçalı medrese bu cümledendir.
Süslü çinilere "sürûç-ı münakkaşa"da denilmektedir.
Âşık Paşazade, çini sanatının Osmanlı memleketlerine Tokatlı Hacı İvaz Paşa'nın teşvikiyle girdiğini yazmaktadır.
İznik ve Kütahya çiniciliği asırlarca memleket ihtiyacı olan çinileri yapmışlardır.
Süleymaniye Külliyesi ise, çinide birçok ilke ev sahibidir.Sıraltı tekniğindeki çinilerin erken örneklerinden olan çok grift istifli yazıları, İstanbul’daki Süleymaniye Camii’nin mihrap duvarındaki yuvarlak madalyonlarda buluyoruz.
Burada yazılar, ortada hasır gibi örülmüştür. Yine Süleymaniye Camii'nde, kabarık kırmızı rengin de ilk örneklerinin görülür.
Çini üzerine yapılan süsleyici resimlerden en mühimi lâledir. Lâle, XV. asrın ikinci yarısından itibaren yayılmaya başlamış ve bilhassa XVI. yüzyılın ikinci yarısında en önemli yeri almıştır.
Rüstem Paşa Camii'ndeki çinilerde çok lâle resmi vardır,
Lâleden sonra çinilerde nohut, fasulye, bezelye yaprakları ile karanfil, gül, sümbül, nar çiçeği ve servi görülüyor. Bu tabiata dönük eğilim aynı külliye içinde yer alan Hürrem Sultan Türbesi’nde de görülür.
Bahar açmış meyve ağacı motifi, 16. yüzyıldan başlayarak Osmanlı süsleme sanatlarının en sevilen motifleri arasına girmiştir. Hürrem Sultan Türbesi’nde köşeliklerdeki dallarda görülenlerin yaprakları ve çiçeklerine göre pek çoğuna erik ya da kiraz ağaçlarının baharı diyebiliriz.