• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0

“Hamidizm” Diye Bir Şey Yoktur: Bir Kavramın İdeolojik Serüveni

Yeniakit Publisher
Haber Merkezi Giriş Tarihi:
"Hamidizm" Diye Bir Şey Yoktur: Bir Kavramın İdeolojik Serüveni

Hukukçu yazar AV. Ömer Faruk Uysal '“Hamidizm” Diye Bir Şey Yoktur: Bir Kavramın İdeolojik Serüveni' başlıklı bir yazı kaleme aldı.

İşte Hukukçu yazar AV. Ömer Faruk Uysal'ın kaleme aldığı o yazı; 

         Türkiye’de Sultan Abdülhamid II söz konusu olduğunda tartışma çoğu zaman tarih üzerinden değil, ideoloji üzerinden yürür. Abdülhamid’in şahsı, dönemi ve siyaseti; analiz edilmek için değil, mahkûm edilmek için masaya yatırılır. Bu mahkûmiyetin en işlevsel araçlarından biri ise “Hamidizm” kavramıdır. İlk bakışta masum bir akademik terim gibi görünen bu kelime, gerçekte ideolojik bir aygıttır. Açıklamak için değil, etiketlemek; anlamak için değil, yargılamak için üretilmiştir.

En başta açıkça söyleyelim: Tarihsel, teorik ve metinsel olarak “Hamidizm” diye bir ideoloji yoktur. Abdülhamid döneminde kendisini bu adla tanımlayan bir siyasal akım yoktur; kurucu metinleri, manifestosu, teorisyenleri, kavramsal çerçevesi yoktur. Abdülhamid hiçbir zaman “benim ideolojim şudur” dememiştir. Çünkü onun dünyasında siyaset ideoloji üzerinden değil, devlet aklı, hanedan meşruiyeti, hilafet ve denge politikası üzerinden yürür. Buna rağmen, Abdülhamid’e bir “izm” yakıştırma ısrarı, tarihsel bir zorunluluktan değil, ideolojik bir ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır.


 

            Bu ihtiyaç şuradan doğar: Modern ideolojik rejimler kendilerini meşrulaştırmak için geçmişte bir “karanlık” üretmek zorundadır. Kemalizm için bu karanlık Abdülhamid’dir. Abdülhamid’i “istibdat”, “gericilik” ve “karanlık” sembolüne dönüştürmeden Cumhuriyet’in “aydınlanma” anlatısı tam olarak kurulamaz. İşte Hamidizm kavramı bu noktada devreye girer. Abdülhamid, bireysel bir tarihsel figür olmaktan çıkarılır; sistematik, bütüncül, ideolojik bir kötülüğün adı hâline getirilir. Böylece Kemalizm tarihsel bir ideoloji değil, tarihsel bir zorunluluk gibi sunulur.

             Oysa bu açık bir anakronizmdir. İdeolojiler, 20. yüzyılın kitlesel siyaset çağının ürünüdür. Kitle mobilizasyonu, propaganda aygıtları, partiler, örgütlü doktrinler ideolojilerin varlık koşuludur. Abdülhamid döneminde ise ne ideolojik kitle siyaseti vardır ne de ideolojiye dayalı bir devlet örgütlenmesi. Abdülhamid’in uygulamaları, bir ideolojinin hayata geçirilmesi değil; çökmekte olan bir imparatorluğun kriz yönetimidir. Kriz yönetimini ideoloji gibi okumak, tarihsel bağlamı yok saymaktır.


 

Burada kritik bir metodolojik hata yapılır: Devlet pratiği ideolojiye dönüştürülür. Sansür uygulanmıştır; o hâlde ideolojiktir. Merkezîleşme vardır; o hâlde totaliterdir. Muhalefet bastırılmıştır; o hâlde faşizmin öncüsüdür. Bu akıl yürütme, yüzeysel olduğu kadar yanlıştır. Çünkü aynı kriterlerle bakıldığında, 19. yüzyılın neredeyse bütün devletleri “faşist” ilan edilebilir. Oysa tarihsel analiz, benzerlik değil bağlam üzerinden yapılır.

Hamidizm kavramının bir başka işlevi, Abdülhamid’i modern totaliter ideolojilerle kıyaslanabilir hâle getirmesidir. Faşizm, Nazizm, Stalinizm gibi ideolojik rejimler; kitle seferberliğine, ideolojik endoktrinasyona ve total toplumsal denetime dayanır. Abdülhamid döneminde ise bırakın kitle seferberliğini, kitle siyaseti bile yoktur. Abdülhamid, toplumu ideolojik olarak dönüştürmeye çalışan bir lider değil; toplumu dağılmaktan korumaya çalışan bir hükümdardır. Bu iki tutumu aynı düzlemde değerlendirmek, ciddi bir kategori hatasıdır.


 

           “Hamidizm” söylemi aynı zamanda Osmanlı–İslam siyasal geleneğini patolojik göstermenin de aracıdır. Modern Batı ideolojileri “normal”, Osmanlı tecrübesi ise “sapma” olarak kodlanır. Böylece epistemolojik bir hiyerarşi kurulur: Batı’dan gelen her şey ilerici, bu toprakların tarihsel birikimi ise sorunlu ve geri. Hamidizm, sadece Abdülhamid’i değil; dolaylı biçimde Osmanlı’yı, hilafeti ve İslam siyaset düşüncesini de mahkûm eder.

          Bu noktada “yerli ve milli” tartışması devreye girer. Abdülhamid’i “yerli ve milli değil” diye itham edenler, çoğu zaman Hamidizm söylemini bilinçli ya da bilinçsiz biçimde yeniden üretir. Oysa “yerli–milli” kavramı, modern ulus-devletin ürünüdür. Çok milletli, çok dinli bir imparatorluğun başındaki halifeyi bu ölçütle yargılamak baştan hatalıdır. Abdülhamid’in meşruiyet zemini ulus değil; ümmettir. Milliyetçilik değil; hilafettir. İdeoloji değil; devletin bekasıdır.


 

          Daha da ironik olan şudur: Abdülhamid’i “yerli değil” diye yaftalayanlar, Batı’dan ithal edilmiş ideolojileri sorgusuz sualsiz “yerli” sayabilmektedir. Pozitivizm yerli, jakoben laiklik yerli, Kemalizm yerli; ama Osmanlı–İslam siyasal mirası yabancı! Bu çelişki, tartışmanın tarihsel değil ideolojik yürütüldüğünü açıkça göstermektedir.

Eğer Abdülhamid gerçekten “yerli ve milli değilse”, şu soruların cevaplanması gerekir: İngiltere neden yıllarca onu devirmek için çalıştı? Neden Jön Türkleri destekledi? Neden Abdülhamid’in devrilmesinden sonra Osmanlı Devleti yalnızca 9,5 yıl içinde fiilen çöktü? Emperyalist güçlerin en çok düşmanlık ettiği siyasal aktörü “gayrımilli” ilan etmek, tarih bilgisiyle değil; ideolojik körlükle açıklanabilir.


 

          Burada Abdülhamid’i kutsallaştırmak gibi bir niyet yoktur. Abdülhamid’in hataları vardır; baskıcı uygulamaları vardır; siyasal muhalefeti daralttığı alanlar vardır. Bunlar inkâr edilemez. Ancak sorun şu ki, Hamidizm söylemi bu hataları analiz etmek için değil, Abdülhamid’i toptan gayrimeşru ilan etmek için kullanır. Nüanslara yer yoktur. Ya tamamen karanlıktır ya da hiç konuşulmamalıdır.

         Oysa tarih yazımı mahkeme salonu değildir. Tarihçi savcı gibi davranmaz. Abdülhamid’i anlamak, onu sevmek anlamına gelmez. Ama onu ideolojik etiketlerle boğmak, tarihçilik de değildir. Hamidizm kavramı, tam da bu noktada ideolojik bir kestirme yol sunar: Zor sorular sormadan, karmaşık bağlamlara girmeden, tek kelimeyle hüküm verme imkânı.


 

Sonuç olarak şunu açıkça ifade etmek gerekir:

“Hamidizm” analitik bir kavram değil, ideolojik bir silahtır. Tarihi açıklamaz; tarihi hizaya sokar. Abdülhamid’i anlamayı değil, onu ve Osmanlı'yı tarih dışına itmeyi amaçlar. Bu nedenle akademik titizlikle kullanılacak bir terim değil; aksine, bizzat kendisi sorgulanması gereken bir ideolojik inşadır.

          Abdülhamid’i savunmak bir “izm” değildir. Onu kutsamak zorunda da değiliz. Ama onu, olmayan bir ideolojinin karanlık simgesine dönüştürmeye de kimsenin hakkı yoktur. Mesele Abdülhamid meselesi değil; Türkiye’nin kendi tarihine ideolojijyle mi yoksa adaletle mi  bakacağı meselesidir.

          Ve belki de asıl soru şudur:

Abdülhamid’e bu kadar “izm” yakıştırma ihtiyacı duyanlar, aslında hangi ideolojiyi savunmaktadır?

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23