17-25 Aralık Çöktü, Gerçekler Konuşuyor! Kriter şu: “izah edemeyen susar!”
Akit Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Alan, 17-25 Aralık sürecinin bir yolsuzluk soruşturması değil, devleti hedef alan açık bir kumpas ve darbe provası olduğunu hatırlattı. Mahkeme kararlarıyla çöken sahte deliller ortadayken, dün bağıranların bugün suskunluğa gömülmesi “izah edemeyen susar” gerçeğini bir kez daha ortaya koyuyor.
MURAT ALAN
17 Aralık 2013 sabahı, firari savcı Zekeriya Öz’ün koordinasyonunda düğmeye basıldı. Dönemin bakan çocukları Barış Güler, Kaan Çağlayan ve Abdullah Oğuz Bayraktar’ın yanı sıra Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan ve bazı işadamları dâhil olmak üzere toplam 89 kişi gözaltına alındı, 26 kişi tutuklandı.
Soruşturmanın daha ilk saatlerinde hukuka aykırı görüntüler servis edildi, manşetler adeta önceden hazırlanmıştı. Daha da çarpıcı olan ise fezlekelerde, soruşturma henüz devam ederken Recep Tayyip Erdoğan’dan “dönemin başbakanı” olarak bahsedilmesiydi. Bu ifade tek başına bile yürütülen sürecin bir adli soruşturma değil, sonucu baştan kurgulanmış bir siyasi tasfiye planı olduğunu ortaya koyuyordu. Hedef şahıslar değil, doğrudan hükümetti; asıl hedef ise Erdoğan ve ailesiydi.
25 Aralık 2013’te ikinci dalga devreye sokulmak istendi. Firari savcı Muammer Akkaş, Bilal Erdoğan’ın da aralarında bulunduğu onlarca isim hakkında gözaltı kararı çıkardı. Ancak bu kez emniyet birimleri hukuksuz talimatları uygulamadı. İşte bu noktada FETÖ panikledi. Montaj tapeler devreye sokuldu, sahte belgeler dolaşıma sokuldu, medya üzerinden yoğun bir kara propaganda başlatıldı. Devlet refleksi bu kez daha hızlıydı ve darbe girişimi akamete uğradı.
2014’ten itibaren FETÖ’nün emniyet ve yargı içindeki unsurlarına yönelik operasyonlar başladı. Yakup Saygılı, Kazım Aksoy, Yasin Topçu ve Nazmi Ardıç gibi isimlerin de aralarında bulunduğu çok sayıda örgüt mensubu tutuklandı ve yargılandı. 25 Aralık kumpas davasında 10 sanık, “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. 17 Aralık dosyasında da benzer suçlardan uzun süreli hapis cezaları verildi. Sözde “yolsuzluk” dosyalarının tamamı için takipsizlik kararı çıktı. Mahkemeler açıkça bunun bir soruşturma değil, anayasal düzene karşı kurulmuş bir kumpas olduğunu hükme bağladı.
Firari savcılar Zekeriya Öz, Muammer Akkaş, Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç ise yargı önüne çıkmak yerine yurt dışına kaçmayı tercih etti. Bu isimlerin tamamı, Fetullah Gülen’in talimatlarıyla hareket eden bir yapının parçasıydı. Nitekim 17-25 Aralık süreci, 15 Temmuz 2016’daki kanlı darbe girişiminin açık bir provası olarak tarihe geçti.
Kumpas sürecinde en çok manipüle edilen başlıklardan biri Etiler Polis Meslek Yüksekokulu arazisiydi. Arazi, 2012 yılında Çatalca’daki bir alanla takas edilerek, polis lojmanı şartıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne devredildi. FETÖ bu süreci hükümeti suçlamak için kullandı. Ancak asıl çifte standart yıllar sonra ortaya çıktı. 2019’da İBB’nin CHP yönetimine geçmesinin ardından aynı arazi bu kez tartışmalı projelere açıldı. 2018’de CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu bu alan için “kent parkı” çağrısı yapmış, yapılaşmaya sert şekilde karşı çıkmıştı. Ekrem İmamoğlu döneminde ise süreç lüks rezidans ve ticari projelere evrildi. İmar planları iptal edilmesine rağmen tartışmalı inşaat girişimleri sürdü. Dün “rant” diye bağıranların bugün aynı yerde susması, meselenin çevre ya da şehircilik değil, saf bir siyasi pozisyon olduğunu gösterdi.
Aradan 12 yıl geçmiş olmasına rağmen, 17-25 Aralık darbecilerinin servis ettiği sözde delilleri bugün hâlâ tek tek açıp hukuken ve fiilen çürütebiliyoruz. Montaj olduğu ispatlanan tapeler, bağlamından koparılmış kayıtlar, sahte belgeler ve kesinleşmiş mahkeme kararları ortada. Peki aynı çevreler, bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ilişkin yolsuzluk, usulsüz ihale ve kamu zararı iddiaları karşısında neden tek kelime edemiyor? Mantık son derece basittir: Gerçek delil zamanla zayıflamaz, aksine güçlenir. Sahte delil ise zaman geçtikçe çöker. 17-25 Aralık dosyaları bu yüzden çöktü; çünkü kurmacaydı. Bugün İBB ile ilgili iddialar ise konuşuldukça büyüyor, detaylandıkça ağırlaşıyor. Sessizliğin sebebi budur. Dün “yargılayın” diye bağıranların bugün “susun” demesi, meselenin hukuk değil tarafgirlik olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Gerçekten emin olunan bir masumiyet olsaydı, en yüksek ses yine kendilerinden çıkardı. Suskunluk masumiyetin değil, savunmasızlığın işaretidir.
YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN>>>




