Osmanlı demokrasisi
Marsigli, padişahların “mutlak” olmadıklarına dair pek-çok örnek verdikten sonra, yukarıda adı geçen kitabının 31. sayfasına şu hüküm cümlesini yerleştiriyor:
“Buraya kadar verdiğim örneklerden de anlaşılacağı gibi, Osmanlı Devleti bir aristokrasi değil, bir demokrasidir.”
M. Porter’i dinleyelim:
“Kur’an hükümleri zulüm ve istibdada karşı çok kuvvetli bir engeldir. Savaş ya da barışla Osmanlı hâkimiyetine giren Hıristiyan milletlerin malları ve mülkleri güven altına girer. Padişah Hıristiyan ahalinin haklarının da muhafızlığını yapmak zorundadır. Bu durumda keyfi bir istibdat manzarı görmeye imkân yoktur.”
“Osmanlılarda insan en değerli varlık. Çünkü Kur’an böyle diyor. Bu durumda insana baskı ve şiddet uygulanabilir mi?” (İngiliz yazar Th. Thornton, 1807)
“Teb’asının hayatına, namus ve haysiyetine, malıyla mülküne hakim sayılan padişahın iradesi Kur’an hükümlerinden, şeriat ulemasının kararlarından veyahut Şeyhülislâmın fetvalarından üstün değildir.” (Fransız gezgini ve yazarı A. L. Castellan, Moeurs, usages, costumes, des Othomans et abrégé de leur historie 1812, c.3, s. 14-15)
Aynı yazar, kitabının 28-29. sayfalarında ise bir olaydan bahseder:
“Sultan Birinci Mahmud (gerçi yanlışlıkla Üçüncü Osman diye yazmıştır, ama verdiği tarihte Osmanlı tahtında Birinci Mahmud oturmaktadır) hastalığı sebebiyle bir cuma günü camiye gidemediği için halk galeyana gelmiş, taşkınlık yapmış, bundan dolayı Padişah’ın hastalığı artmış, buna rağmen ertesi cuma Ayasofya’ya namaza giderek halkı memnun etmeye çalışmıştır.”
Yani halk denetim görevini yapıyor.
“Osmanlı Devleti şeklen mutlak bir saltanat olmakla beraber, esasına bakıldığı zaman her şeyden önce müesseseleriyle saltanatın tabi olduğu şartlardan ve ondan sonra da dünyanın hiçbir yerinde misli görülmemiş derecede hükümet yetkililerini tadil ve hattâ sınırlandıran örf ve âdetlerinden dolayı yumuşak bir idaredir… Bütün Osmanlılar içinde hayat şartlarının eşitsizliğinden şikâyet edebilecek yegâne insan padişahtır. Aynı zamanda hem herkesten üstün, hem herkesten aşağı bir vaziyette bulunan padişah istediği gibi bir evlilik yapma yetkisinden bile mahrumdur.” A. Ubicini, La Turquie actuelle, 1855 Paris, s.12- 122)
Eski Romanya Başbakanlarından meşhur tarihçi Iorga, onbeşinci asırdan ondokuzuncu asra kadar Osmanlı Devleti’ni gezen seyyahların hatıralarını değerlendirdikten sonra, dürüst bir tarihçi vicdanıyla şu hükmü veriyor:
“Bugün Doğu’nun son derece geniş sahalarıyla Hıristiyan Batı’nın birçok zengin eyaletlerine hakim olan Osmanlı cemiyetine demokrasi zihniyetinin hakimiyeti ilk günlerinden itibaren hiçbir fasılaya uğramadan devam etmiştir.” (Les voyageurs français dans l’Orient européen, Paris 1928, s. 44)
“Osmanlı ülkesinin hiç bir tarafında halktan üstün sayılabilecek beylerle asilzâdelerden oluşmuş hiçbir yüksek tabaka, yahut soylular sınıfı yoktur.” (Chalcondyle, Histoire générale des Turc, Paris, 1662)
“Osmanlı memleketini gezerken, bütün insanların eşit olduğunu ilân eden İslâm kanununun dürüstçe uygulanışı karşısında derin düşüncelere daldım.” (James Baker, Turkey in Europe, Londra, 1877)
Bu bölüme bir son cümle eklemek gerekseydi, şöyle bir şey olabilir miydi?..
Yabancılar, bize bazılarımızdan daha “yabancı”.