Organize işler
Türkiye, cumhuriyet döneminde, dostunu düşmanını tanıyamamış, tanısa bile dile getirememiştir. Gerçek düşmanlar varken ve bunlar ülkemiz aleyhinde yıkıcı faaliyetlerde bulunurlarken, içerde ve dışarda, suni düşmanlar takdim edilmiştir.
Bu süreç içerisinde, dostlarımızın düşman, düşmanlarımızın ise dost olduğuna vurgu yapıldı. Aslında sadece vurgu yapılmadı, gerekli durumda, vurmamıza da mani olundu.
Meselenin daha iyi anlaşılması adına somut bir örnek verelim: Türk F-16 savaş uçaklarının dost-düşman tanımlaması yapan elektronik sistem; Amerikan, İngiliz, İsrail ve Yunan uçakları dost olarak görüyordu. Bir savaş halinde, Türk uçakları uçan metal kutulardan ibaret olacaktı. Bu ülke uçakları, Türk uçaklarını sinek gibi avlayabilecekti. Sonra da bunun adı “dost ateşi ile vurulmak” olacaktı.
Unutanlar için bir hatırlatmada bulunalım: Ege denizindeki ortak tatbikatta, Amerikan savaş gemisinden atılan füze, en seçkin savaş gemilerimizden biri olan Muavenet’i batırmıştır.
Çok şükür artık kendi yazılımlarımızı kullanıyor; dostumuzu ve düşmanımızı kendimiz tayin ediyoruz. Bunun ne anlama geldiğini, ne kadar kıymetli olduğunu, bugünlerde daha iyi anlıyoruz.
Sadi Şirazi ne güzel söylemiş: “Kimsenin senin yanında görünmesine güvenme; karşına geçmesi için bir adım, düşman olması için bir lafın yeter.”
Suriye ve Irak’taki terör örgütlerinin militanları ile yabancı ajanlar, sayı olarak neredeyse eşit. Başta Amerika olmak üzere birçok Batı ülkesi, yasadışı örgüte yardım ve yataklık yapıyor. Terör örgütü militanları Amerikan bayrağı açıyor, Amerikalılar üniformalarında terör örgütünün sembollerini taşıyorlar.
Buraya kadar her şey gayet normal: Güçlüler ve zalimler işbirliği yaparlar, yapıyorlar. Normal olmayan şudur: Teröre ve teröristlere destek veren ülkeler, halen, “dostumuz, müttefikimiz, stratejik ortağımız” olarak tanımlanmaya devam ediyor.
Hal böyle olunca, soru da şu oluyor: Amerika stratejik ortağımız, İngiltere müttefikimiz ve Almanya ile Fransa dostumuz ise düşman kim, tehlike nereden besleniyor?
Soruyu biz sorduk, cevabı Türk halkı versin: Anketler gösteriyor ki, milletimizin ezici çoğunluğu Amerika ve İsrail başta olmak üzere Avrupa’yı tehlike olarak kabul ediyor.
Batılılar da, muhakkak, bizi tehlike hatta düşman olarak görüyorlar. Fakat iki düşmanlık arasında ince bir fark var. Bizim Batı’ya düşmanlığımız, meşru müdafaa içindir. Batılıların bize olan düşmanlığı ise Haçlıların bütün zahmetlerini boşa çıkarmış olmamızdandır.
Neyse, konuyu dağıtmadan, devam edelim.
Bir nokta daha var: Hep dış güçlerin kötülüklerinden dem vuruyoruz. İçimizdeki dış güçleri ihmal ediyoruz. Silahlı terörün yanına, silahsız terörü de koymalıyız. Onların da altını, daha doğrusu üzerini, çizmeliyiz. Neticede her ikisi de ülkemizin ve milletimizin “huzur ve barış ortamını” kundaklamayı hedefliyor.
Örnek ister misiniz? Bazı yargı mensuplarının en kritik zamanlarda aldığı akıl almaz kararlar, bunlardan bir tanesidir. Bir diğeri de, meslek odası adı altında, tüm bölücü ve yıkıcı unsurlara destek verenler ve hatta ev sahipliği yapanlardır.
Hazreti Ali’nin de hatırlattığı gibi: “En tehlikeli düşman, bize benzeyip de bizden olmayandır.”
Evet, başımıza gelen her şey bir planın parçası ve mesele daha da tehlikeli bir noktaya doğru gidiyor. Artık dalgınlık ve ihmalkârlık değil, azami dikkat ve rikkat zamanıdır. Bu topraklarda yaşayıp da Türkiye’yle ve Müslüman Türk milletiyle tarihsel hesapları olanların, defterleri dürülmeli, hesapları kesilmelidir.
Birlik ve beraberliğimiz aleyhinde projeler üretenler, bu projelerin taşeronluğuna soyunanlar, asıl niyetleri gün yüzüne çıktıkça, koro halinde şu cümleyi dile seslendiriyorlar: Türkiye’de bir kutuplaşma var.
Doğrudur, Türkiye tam bir kutuplaşma yaşamaktadır. Fakat bu kutuplaşma “Büyük Türkiye” diyenler ve dostunu, düşmanını iyi bilenler ile diğerleri arasındadır. “Diğerleri” derken kastım şudur: Ellerindeki Türkiye haritasında, Doğu ve Güneydoğu bölgeleri yer almayanlar.
Uzatmayalım. Bütün acı tecrübelere rağmen…
Karamsar olduğumuzu düşünebilirsiniz ama bizi çembere almaya çalışanların, ülkemiz ve milletimiz için iyimser olduğunu söyleyemezsiniz. Ağır konuştuğumuzu düşünüyor olabilirsiniz ama söylediklerimizi hafife alamazsınız, almamalısınız.