“İçimizdeki beyinsizler”
Baştan söyleyeyim: Kimseye hakaret etmek, kimseyi mahcup etmek niyetinde değilim. Bu ifade bana ait değil, Kitap’ta aynen böyle geçiyor.
Yüce Allah, A’râf suresinin yüz elli beşinci ayetinde, “İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek misin?” diye soruyor. Ve devam ediyor: “Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir; onunla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin.”
Ayrıca, Şûrâ sûresi, otuzuncu ayet: “Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.”
Şüphesiz, Allah doğruyu söyledi.
Kitab’ımızın en önemli özelliği, her daim güncel olmasıdır. Demem o ki, bugün bizim de acilen ve ihtiyaçtan, ‘içimizdeki beyinsizlerden’ ve onların başımıza açtığı ‘musibetlerden’ kurtulmamız gerekiyor.
Mevcut iktidarın oy kayıplarından bahsediliyor. Bu durumun meydana gelmesinde ekonomik şartların etkili olduğu söyleniyor. Katılmıyorum. Millete yakışmayan, dirayetsiz, liyakatsiz ve samimiyetsiz kadroların etkisi çok daha fazla. Oğuz’da er kalmamış gibi hep aynı isimlerde ısrar etmek, şu veya bu şekilde, ismi FETÖ ile anılanların hiçbir şey olmamış gibi yaşamlarına devam etmesi.
Nihayetinde kibir ve şımarıklık, kırgınlık ve ayrılığı beraberinde getiriyor.
Bir örnek verelim: FETÖ gazetesinde yazıları yayınlanmış bir isim, siz bu yazıyı okuduğunuz gün, bir Balkan ülkesindeki büyükelçiliğimiz himayesinde konferans verecek.
Bu konferansın gerçekleşmesini sağlayan kişi atanmadan aylar önce CİMER’e başvurmuş, uyarmıştım. Buna rağmen atandı. İlk icraatı da bu oldu.
Bir örnek daha: Bir başka FETÖ gazetesi yazarı, Balkan ülkelerinden birisinde, iktidar partisinin seçim kampanya sorumlusu olarak görevlendirildi. Sonra görevden alındı. Atanması yazıyla, alınması sözlü. Ama koruyucuları hâlâ onun konumunu muhafaza etmekte ısrar ediyorlar.
Hal böyle olunca, soru da şöyle: 15 Temmuz darbe girişimini boşa çıkaranların suçlu, darbecilerin ve destekçilerinin ise mağdur ilan edileceği günleri de görür müyüz? Allah korusun.
Şaşkınlık, çaresizlik ve tedirginliğimiz büyük. Fakat Allah, bütün dertlerimizden daha büyüktür ve bütün tuzakları tersine çevirecek kudrete sahiptir.
Bunlar, burada dursun. Biz, içimizdeki yoksulluğa geçelim.
Artık görünür bir hale gelmiştir. Ülkemizde yaşanan sorunların ve biçimsizliklerin en birinci nedeni, yoksulluktur. İçimizdeki ve dışımızdaki yoksulluk.
Atalarımız, “yokluk taştan katı, ölümden kötü” demiş. Ahlaki değerlerin yokluğunu çeken biri, hakikaten de ‘’taştan katı’’ oluyor, olabiliyor.
İçimizdeki yoksulluk, ahlak eksikliğidir. Akıl ve vicdan tutulmasının kaynağı budur.
İçimizdeki bu eksiklik, daha yakıcı ve yıkıcı bir şekilde, işlerimize, ilişkilerimize, velhasıl hayatımızın her anına ve alanına, yani dışımıza yansıyor. İçimizdeki yoksulluğu yenmeden, yani ahlak sahibi olmadan, dışımızdaki yoksulluğu yenemeyiz.
“Önce ahlak ve maneviyat” diyenlerdendik. Hemen peşinden de şunu söylüyorduk: Adil Düzen.
Bu iki düstur, birbirini öyle güzel tamamlıyor ki, başka söze gerek kalmıyor. Ahlak olmazsa, adil bir paylaşım da olmuyor.
Keşke bu iki husus üzerinde yol almaya devam edebilseydik. Olmadı.
Şimdi yükselen grafikler, birtakım istatistikler arasındayız. Sürekli ‘ekonomik kalkınmadan’ bahsediliyor. Daha büyük bir ev, daha iyi bir araba, daha hızlı bir hayat. Çok katlı binalar, dev alışveriş merkezleri ve döviz kurları.
Ahlaki erozyonu rakamlarla önleyebilir miyiz? Manevi boşluğu maddiyatla doldurabilir miyiz?
Maddi yükseliş ahlakla birlikte gelmezse, bunlar birbirine denk olmazsa, biliyoruz ki iyi sonuçlar vermiyor. Bizler, işte bu ahlak anlayışından, daha doğrusu, ahlaksızlıktan şikâyetçiyiz. Ahlaksız insan, dünyalara sahip olsa dahi, fukaradır.
Sıcak bir örnek daha vereyim: Bir büyükelçilik çalışanı. Maddi imkânları yerli yerinde. Bulunduğu şehirde, yaptığı işin dışında, otelleri ve lokantası var. Fakat ahlakı yok. Eşinin, çoluk çocuğunun üzerine harama uçkur çözüyor. Yaptıkları herkesin dilinde ama onun hiç umurunda değil. Belli ki amirlerinin de… Terfi ettirildi, danışman yapıldı. Her anlamda önü açık.
Şunu ifade ve itiraf edelim: Gelinen yer, gelmek istediğimiz yere pek benzemedi. Üzgün ve öfkeliyiz. Üslubumuzun sertliği bu yüzden.
Öte yandan, umudumuzu kaybetmiyor, sabrımızı koruyoruz. Hâlâ bir şeyler yapılabilir, yapılmalıdır.
Kadim devletimiz ve aziz milletimiz, içimizdeki ‘kötü damara’ yetecek, bu kuşatmayı yaracak güçtedir.