Kumandan’ın ölümü
Salih Mirzabeyoğlu, sevenlerinin taktığı lakapla “Kumandan”, Hakkın rahmetine kavuştu…
Ölümünü (doğrusunu Allah bilir ya, şehadetini) güzel yapan, mücadele dolu hayatıydı…
Uygulanan telegram işkencesinden dolayı, hürriyetine kavuştuktan sonra değil, henüz zindandayken öldürülmüştü zaten o…
“Başını bir gayeye satmış kahraman” olarak, yaşadığı onca maddi ve manevi zulme karşın asaletinden ve hayatını adadığı davasından zerre taviz vermeden yaşadı.
Ve nasıl yaşadıysa, öyle öldü.
Ölümü büyük ve doldurulmaz bir boşluk bıraktı.
Değerli insanların ölümü, şayet Sultan Süleyman dönemindeyseniz telafi edilebilir belki ama şimdiki gibi adam kıtlığı yaşanıyorsa bir toplum için ölümcül sonuçlar doğurabilir…
Çünkü bir toplumun temellerini Salih Mirzabeyoğlu ya da bir hafta önce kaybettiğimiz Mehmet Niyazi Özdemir gibilerin soylu çabaları tahkim eder.
Salih Mirzabeyoğlu Türkiye’nin yetiştirdiği en birikimli mütefekkirlerden biri idi kuşkusuz.
Altmış derinlikli eserden başka diyalektik düşüncenin, kendine özgü tarih muhasebesinin hakim olduğu geniş bir entelektüel çevre bıraktı miras olarak.
Sükuneti, tevazuu, bilgeliği, mefkuresi, inancı ve heybeti ile çoktan yitirdiğimiz bir devrin müşahhas bir sembolüydü.
Kendisini, Müslümanların upuzun kışı olarak gördüğüm o soğuk 90’larda tanımıştım.
Sonrasında akla ziyan suçlamalarla mahkum edildiği Metris cezaevinde görüşme imkanı bulmuştum…
Mirzabeyoğlu şahsında dava adamlığının nasılını ortaya koydu.
Türkiye’de henüz bahse konu bile olamayan çok çeşitli meselelerle ilgili çok ciddi kitaplar yazdı.
Akıl dışı gerekçelerle tutuklandı.
İşkence gördü.
Hatta emniyetteki sorgusunda ölümcül işkencelere maruz kaldığını bizzat işkenceci polislerden dinlemiştim.
Öldürmek kastıyla askerlerce koğuşu basıldı.
Yaralı haliyle bile düşmanlarının kalbine korku saldı...
Bütün o istihzai manşetler bu yüzden atıldı.
Kendisi ise tüm bu olup biteni bir “tiyatro” olarak gördü.
Ve “tiyatro” gerçekten “bitti…”
Doldurduğu çileyle, dünyaya zerre değer vermemesiyle ve İslam davasına adadığı hayatıyla Salih Mirzabeyoğlu bu oyundan kazanarak ayrıldı inşallah…
Allah gani gani rahmet eylesin, mekanı Cennet olsun…
BU CENAZEYE BAKARAK…
Kendi olanakları içinde savaşını vermiş, dövüşmüş, yaralanmış, incinmiş ama durduğu yeri değişmemiş bir adamın dev cenazesi karşısında durup bir düşünmeli insan.
Bu cenazeye bakarak, aynı zaman ve şartlardan geçmiş biri olarak neden aynı yaralara sahip olmadığını…
Neden birilerinin sadece yara izleri varken birilerinin makam ve serveti olduğunu…
Neden birileri hayatlarını bir kavgayla geçirmişken, kendisinin hayatını çoluk çocuğunun rahatı için uğraşarak geçirdiğini, enine boyuna düşünmeli…
“ÜNLÜ” UYUŞTURUCU “TACİRLERİ”
Geçtiğimiz günlerde oyuncu Asuman Dabak, "Türk sinemasında alkol ve esrar üzerine bir dünya kurulmuş durumda." demişti.
Bu tespit, o sektörü bilenler ve bu köşenin müdavimleri için malumun ilanıydı.
Yargı, bu tespiti doğrular nitelikte bir karar verdi bu hafta.
Tam beş yıldır süren ve ünlülerin de adının karıştığı uyuşturucu davası sonuçlandı.
Milyonluk hayran kitleleri olan dizi oyuncularına mahkeme, “uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan” 4 yıl 2’şer ay hapis cezası verdi.
Şimdi karar Yargıtay’a taşınmış durumda.
Yargıtay’ın vereceği karar ünlülerin hapse girip girmeyeceklerini belirleyecek.
Ünlüler söz konusu olunca adaletin karar mekanizmalarının ne kadar esnediğine daha önce şahit olduk.
İnşallah bu olayda benzer bir durum yaşanmaz.
Bana göre uyuşturucu madde kullanmaktan bin kere daha adi olan suç, uyuşturucunun ticaretini yapmaktır…
Çünkü yalnızca kendinizi zehirlemiyor insanların da zehirlenmesini sağlıyorsunuz.
4 yıl böyle aşağılık bir suç için gerçekten çok az…
Bu suçluların ünlü olmalarının, Yargıtay’ın vereceği kararı etkileyip etkilemeyeceğini yakında göreceğiz.
Bu arada, sürecin takipçisi olacağız.
YARGI BU KADAR HIZLIYSA…
Biri Aydın Doğan’ın himayesinde yetişmiş profesyonel bir medya “tetikçi”si…
Ki onun tıynetini, en son Nurettin Yıldız Hoca hakkında günlerce yaptığı karalama kampanyasından iyi biliyoruz.
Diğeri “barış” yanlısı bir PKK sempatizanı ve gündeme gelme yöntemine bakılırsa berbat bir oyuncu…
Oyuncu, “hepiniz ağlayarak hesap vereceksiniz” gibi bir mesaj paylaşarak nefretini kusuyor. Bunun üzerine tetikçi her zamanki alışkanlığıyla “haddini bildirin” diyerek tetiği çekiyor ve oyuncu anında paketleniyor.
Yargının hızına da bakın siz!..
Bu köşeden, suç unsuru barındıran bir sürü meseleyi defalarca dile getirmiştik ama para etmemişti…
Fakat bu medya tetikçisi kimi hedef gösteriyorsa çok geçmeden ya derdest ediliyor ya da siyasetin zirvesi tarafından meselenin gereği yapılıyor...
Anlayan varsa beri gelsin.
Hızlı yargımıza bir hatırlatma yapalım…
İnsanları-nefret dolu olsa da - sırf kanaatlerini açıkladılar diye yasal işleme tabi tutmanız, beş para etmez budalaların kendilerini nimetten zannetmelerine, sükse yapmalarına, tezgahlarını şenlendirmelerine yol açıyor.
Sayenizde dikkate alınmanın hazzını yaşıyorlar.
Yapmayın bunu…
Bırakın insanlar hakarete vardırmıyorlarsa görüşlerini açıklasınlar…
“Biz işimizi yapıyoruz!” diyorsanız, itibar suikastı yapmayı gazetecilik kabul eden şu tetikçiye neden hiç dokunmadığınızı da izah edin bir zahmet.
İnsanları ana haberin kocaman ekranında dakikalarca teşhir edip, söylediklerini çarpıtarak hedef göstermek, ana haberi bir giyotin gibi kullanmak da suç değil mi?