Kültür Endüstrisinin Kitap Tuzağı
Bir süredir Türkiye’nin farklı yerlerinde kurulan kitap fuarlarını dolaşıyorum. Benim için yeni ve öğretici bir süreç bu. Fuara gelen insanlarla konuşmak onların satın alma alışkanlıklarını anlamak, kültür endüstrisinin ülkemizdeki işleyişi hakkında ipuçları veriyor.
Türkiye’de göstere göstere işleyen ve işlediği her alanda kültürümüzü ezip geçen yıkıcı bir sistem var. İnsanları tek tip düşünmeye ve tüketmeye iten işte bu sistem. İnsanlar kitabı bir nevi kurtarılmış bölge, kültür endüstrisinin işgal alanı dışında bir yer gibi algılıyorlar. Ama değil!
Şöyle izah edeyim. Özellikle öğrenciler, fuarda Sabahattin Ali gördükleri zaman inanılmaz seviniyorlar. “Aa Kürk Mantolu Madonna, bak Kuyucaklı Yusuf” diye birbirlerine gösteriyorlar. Aynı muameleyi gören başka kitaplar da var.
Sabahattin Ali üslubuyla iyi bir yazardır, tamam, kabul. Ama ona dünyanın en iyi yazarı muamelesi çekmek neden? Propagandadan elbette.
Propaganın arkasında yazarın mazlumen ölümünden daha çok kitaplarını bir bankanın çok büyük tanıtımlar ve ucuz fiyat politikasıyla piyasa sürmesi gibi mühim bir faktör var. Yani kültür sermayenin güdümünde. Edebiyatı, düşünceleri, estetik zevkleri sermaye belirliyor.
Bilen bilmeyen, anlayan anlamayan, yaşı tutan tutmayan “Otomatik Portakal, 1984 , Hayvan Çiftliği” satın alıyor. Çocuk on beş yaşında, elinde distopik bir roman olan Otomatik Portakal, yahut Madam Bovary veya Köpek Kalbi…
“Senin ne işin var bu yaşına göre ağır metinlerle” diyorsun “Bilmem, herkes de var” diyor. Samiha Ayverdi’yi duymamış, Tanpınar’ı Mustafa Kutlu’yu, Necip Fazıl’ı, Ahmet Mithat’ı, Filibeli Ahmet Hilmi’yi bilmiyor, ama 1984’ü okuyor.
Kendi ülkemizde henüz gelişme dönemindeki çocuklarımıza sorunlu kültürlerin ürünü olan kitapları okutuyoruz. Kitap tezgahlarına kadar istila edilmiş bir kültür dünyamız var, maalesef. O çocukların eline Tanpınar’ın Huzur’u, Yunus Emre’nin Divan’ı yerine Otomatik Portakal’ı tutuşturan kültür endüstrisi ile bu ülkeyi seven herkes savaşmalı.
Çocuklar batının klasiklerini okumasınlar da demiyorum. Şunu diyorum... Çocuklar Batı’nın klasiklerini okusunlar, incelesinler, anlasınlar elbette ama; kendi kültür temellerini sağlamca attıktan sonra. Kendi kültürlerine dair hiçbir şey bilmeyen çocukların doğrudan Batı eserlerine yönlendirilmesi bir toplumun bindiği dalı kesmesinden farksız…
Yazıktır. Tertemiz çocuklar bunlar. Çocuklarımız. Bu nasıl bir tutsaklıktır ki, onlara öz dillerini öz kültürlerini kendi ülkemizde öğretemiyoruz. Nasıl bir istiladır ki kendi ülkemizde yabancı ve düşman bir kültürü göğsümüzü gere gere sergilerken kendi kültürümüzü yok sayıyoruz… Bunun üzerine uzun uzun düşünmek gerek.