Bağdat Bey ve Arkadaşları
Birkaç gün önceydi... Öğleden sonra tarihi bir caminin geniş avlusundaydım. Hava çok sıcaktı ve ben çok yorgundum. Serin bir yer ararken şadırvana oturdum. Abdest için hazırlık yaparken çınar ağaçlarının dalları arasından süzülen ışıkla güzelleşen kalabalık bahçeyi izliyordum.
Bağdat Bey ile o esnada tanıştım. Uzun sakallıydı. Kıyafetleri ve hareketleri yorgun olmasına rağmen gözlerindeki ifade gayet diri, ses tonu yakın zamanda duymadığım kadar yumuşak ve içtendi. Güzel ve akıcı konuşuyordu. İfadeleri cana yakın ve kendinden emindi.
Bağdat Bey ve arkadaşlarının her biri farklı yerlerden gelmişlerdi. Onlarla karşılaştığım yer ilk durakları değildi ve son da olmayacaktı. Onlar gezginlerdi… Ama gezilerinin amacı modern dönemlerde alışılageldiği üzere yeni yerler görmek, yeni lezzetler tatmak, gönül eğlendirmek ve çektikleri selfileri sosyal medyada paylaşmak değildi. Onlar, insan hayatının en temel ve en gerçek meseleleri hakkında insanlarla iletişim kurmak için yollara çıkmışlardı. İnsanlara Allah’ı anlatıyorlar, ölümü ve ahireti hatırlatıyorlardı… Siyaset, gündem, hayat pahalılığı, tarikatlar, din büyükleri gibi münakaşaya açık konular hakkında kesinlikle konuşmuyorlar, kimseyle tartışmaya girmiyorlardı.
Bağdat Bey, biz o cami şadırvanında karşılaşmadan tam üç ay evvel evinden ayrılmıştı. Arkadaşlarından bazısı iki ay, bazısı sadece kırk günlüğüne ekibe katılmıştı. Mali imkânları sınırlı olduğu için gitmeyi istedikleri yerlere yürüyerek gidiyor, çekerek taşıdıkları el arabalarını beraberlerinde götürüyorlardı. Söylendiğine göre el arabalarında kıyafetlerinin olduğu çantalar, birkaç parça kap kacak, battaniyeler ve bir de küçük tüp vardı. Köy köy, kasaba kasaba, ilçe ilçe dolaşıyor, insanlarla tanışıyor, kimseden beş kuruş almıyor, yemeklerini kendileri hazırlıyor ve geceyi cami müştemilatlarında geçiriyorlardı. “Malları ve canlarıyla cihat ediyorlardı.”
Yolculuklarının diğer amacı Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve aziz sahabelerinin meşakkatli ve unutulmuş tebliğ yolculuklarını anmak, bugün artık talibi azalan köklü bir geleneği ihya etmekti. Gittikleri her yerde, karşılaştıkları herkese, güçlerinin yettiği kadar İslam’ın temel mesajını anlatıyorlardı. "Allah var, ölüm var, hesap var, dikkatli olalım, ahireti unutmayalım, vazifelerimize dikkat edelim" diyorlardı.
Bu ifadeler hep duyduğumuz için çoğu insan için sıradanlaşmış, anlamını kaybetmiş, kabuk bağlamış ifadeler olabilir. Ama bu sözleri Bağdat Bey gibi büyük fedakârlıklar gösteren vakur insanlardan duymak, insanı gerçekten etkiliyor, düşüncelere sevk ediyordu. Bir insan düşünün... İnandığı din için işini, ailesini, konforunu bırakıp türlü zahmetlere, hasretlere katlanarak aylarca süren bir yolculuğa çıkıyor... Maddiyatın, kişisel menfaatin insan davranışlarının tek belirleyicisi olduğu böyle bir zamanda bu idealist tutum gerçek dışı gibi görünüyordu. Modern davranış kalıplarına ve çıkarcılığa alışkın insan zihni bu davranışların arkasında gizli bir çıkar arıyordu. Menfaat içermeyen, doğrudan ahireti hedefleyen bir davranışı algılamak zordu.
Bağdat Beyin huzur veren sohbetini tek soru sormadan dinlerken, gün ortasının güzellikleriyle ışıyan bahçeye baktım bir an... Telaşla bahçeden geçen modern giyimli şu kadın, telefonuna dalmış şu adam, çocuğunu gezdiren şu anne, ağaç gölgesine oturup etrafı izleyen yaşlı teyze, nefsinin heveslerine amade insanlar ve ben... Bağdat Bey ve arkadaşları hariç hepimiz sahteydik sanki... Giyim kuşamımız, gayelerimiz, uğraşlarımızla Bağdat bey ve arkadaşlarının yaşadıklarından ayrı bir evrende yaşıyorduk adeta. Biz bütünüyle bu dünyaya aittik! Onların hayatı kavrayışlarındaki ciddiyete, kutsal misyonlarına bakan bir insan kendi plastik hayatının anlamsızlığına hükmetmekte vakit kaybetmezdi. Üç aydan beri çocuklarının yüzünü görmeyen telefon tamircisi Bağdat Bey ve onun arkadaşları bu dünyayı aşan bir amaca gönül vermişlerdi. Çoğumuz gibi İslam’ın magazinini yapmıyor, onu kısır tartışmalar içinde kirletmiyor, hayat dolu eylemleriyle onu temsil ediyorlardı. Geçmişin alperenleri gibiydiler fakat modernizmin hedonist algısıyla zehirlenmiş, iç bütünlükten mahrum Müslüman bir cemiyet içinde yapıyorlardı fütuhatlarını... İnsanların kınamalarına, küçümsemelerine aldırmadan…
Bağdat Bey ve arkadaşlarının yaptıklarında, ihtiraslarının önünde dörtnala koştuğu için faziletini kaybetmiş, dünyanın akıntısına kendini bırakmış, bahanelerle kendini uyuşturmuş milyonlarca Müslüman için büyük dersler var bence. O “ders” üzerine düşünmek ve eyleme geçmek için Ramazandan daha güzel bir zaman olamaz.