Hayat-memat meselemiz
Geçen haftaki yazımızda14-28 Mayıs seçimlerinin ortaya koyduğu imkânı, “Köprüden Önce Son Çıkış!” olarak tanımlamış; yerel ve küresel planda manevî varlığımızı temelden sarsan “seküler tehdit” karşısında kadim değerlerimizi merkeze alan topyekûn bir maneviyat seferberliği başlatmak için “son fırsat” olduğunu söylemiştik. Müslümanlıkla yoğrulan yurdumuzda “Müslümankalabilmek” artık bir hayat-memat meselesidir, demiştik! Zira, kendisinden başka bir alternatif bırakmayacak şekilde sessizce yayılmakta olan seküler yaşam biçimi bugün en büyük tehlikedir! Ve seküler hayat, eş zamanlı olarak seküler bir ahlak, seküler bir siyaset, seküler bir din tasavvurunu da beraberinde getirmiştir…
İşte böyle bir süreçte milletin, ümmetin ve bütün insanlığın istikbalini dert edinen ilim ve fikir ehli, eğitimci, yazar ve kanaat önderlerinin önlerinde duran en önemli görev, hikmet yüklü bir İslâmî davet hamlesi başlatarak, insanımızın kendi kimliğine, özüne ve fıtrat değerlerine yeniden dönmesine öncülük etmektir. Muhammed Sabbağ, ‘Müslümanların var veya yok olmalarını’, onların öncülerinin böyle bir davet görevini hakkı ile yerine getirip getirememelerine bağlar ve gerekçelerini de şöyle açıklar:
‘Doğrusu davet faaliyeti hassas ve zor bir iştir; belki de işlerin en zorudur. Ancak zor ve çetin olan bu meselenin önemi büyüktür. Zira Müslümanların var veya yok olmaları buna bağlıdır. Müslümanlar var olmak, ayakta durabilmek istiyorlarsa, bütün zorlukları/güçlükleri ve engelleri aşıp davet görevini mutlaka ve en iyi tarzda ifa etmek zorundadırlar. Aksi halde zelil bir yokluğa doğru yol alıyorlar demektir.
Elbette Müslümanlar davet görevini yapsalar da yapmasalar da Allah’ın ebediyen daim olacak dini İslâm’dır; O kesinlikle devam edecektir ama Müslümanlardan da bu ihmallerinin hesabını Allah mutlaka soracaktır. Evet, İslâm ebediyen pâyidar olacaktır. Zira O, karşısına çıkacak her nizamı eritecek, yok edecek üstün unsur ve niteliklere sahiptir. İnsanlara, dünya hayatlarında muhtaç oldukları her şeyi veren, ahiret hayatlarında ise arzuladıkları her türlü saadet ve esenliği temin eden hükümlerin hepsi ondadır.’ (Muhammed Sabbağ, İslam Davetçilerinin Vasıfları, s.18-19).
İslamiyet, kapalı ve muğlak hükümler içeren bir din değildir. Aksine İslâm’ın bütün emir ve yasakları, Kur’ân-ı Kerim’de geçen ifadeyle “hayat vericidir” (Enfal, 8/24) yani insanlığı diriltecek zindelikte ve tazeliktedir. İnsanlığın dünya ve ahirette esenliğe ulaşması için ihtiyacı olan her şey İslâm’da mevcuttur. Ancak İslâmiyet, onun şaşmaz esaslarını ve temel sabitelerini, -değiştirmeye ve dönüştürmeye kalkışmadan- asrın idrakine hikmetle, güzel öğütle ve en güzel tarzda sunabilecek yani muhataplarının ilmi ve kültürel seviyelerini, sosyal davranış ve psikolojik hallerini dikkate alarak onlara aktarabilecek ve merhum Ahmet Önkal’ın “Resulullah’ın İslâm’a Davet Metodu” kitabında vurguladığı gibi, öncelikle savundukları ve tebliğ ettikleri davanın ilke ve esaslarını bizzat kendileri yaşayarak güzel bir örnek sergileyebilecek kabiliyet ve kapasiteye sahip azimli, kararlı ve donanımlı davetçilerini beklemektedir…
Hatırlayalım ki, peygamberlerin tamamı, muhataplarını davet ettikleri hayat tarzını herkesten önce bizzat kendileri en güzel şekilde yaşayıp örneklemişler ve onlara düşmanlık edenler bile o yüce elçilerin sergiledikleri örnek ahlakı takdir etmek zorunda kalmışlardır.
Bilelim ki, Resulullah’ın (s.a.) biz ümmetine şahid ve örnek olması gibi, bizim de bütün insanlara şahidler ve örnekler olmamız (Hac, 22/78) kaçınılamaz asli görevlerimizdendir. Kur’ân-ı Kerim, daveti, “olmazsa olmaz” yani kaçınılamaz, savsaklanamaz, ihmal ve imhal edilemez bir görev olarak, tebliğ, irşad, inzar, tavsiye, emr-i bi’l-ma‘rûf ve nehy-i ‘ani’l-münker gibi geniş bir kelime ve kavram sistematiği içinde, kıyamete kadar gelecek olan mümin davetçilerin omuzlarına yükler. İslâmî davetin usul ve erkânını, nasıllığını, yöntem ve ilkelerini de en güzel tarzda önümüze koyan ilahi kelâm, Tevbe suresinin ilgili ayetlerinde görüldüğü üzere, ‘münafık/kâfir erkek ve kadınların kötülüğü emredip iyiliği engelledikleri’ (9/67) bir ortamda, ‘mümin erkek ve kadınların -birbirlerinin velîleri/destekçileri olarak- iyiliği emredip kötülüğü engellemelerini’ (9/71) namaz ve zekât görevlerinin bile önünde tutar.
Kısaca; İslâmî davet ve diriliş mücadelemiz bugün en temel önceliğimiz ve hayat-memat meselemizdir.