Sovyetler Birliği ve meçhul asker hatırası
Bundan tam 32 yıl önce Sovyet Karadeniz Donanmasının Kırım Sivastopol’da bulunan Deniz Üssüne gitmiştik. Türk Donanmasının en önemli savaş gemilerinden ikisi, liman ziyareti yapıyordu ve ben de bu ziyaretlerde önemli görevler üstlenmiştim. Denizcilik hatıralarından bahsederken bu yolculuğu anlatmaz isek büyük bir eksiklik olacaktır.
Filotilla Komodorumuzun sancak gemisi TCG Yavuz idi. O tarihlerde dünyadaki en modern savaş gemilerinden bir tanesi olarak gösterilen bu gemi, Türk ve Alman ortak üretimi olarak inşa edilmişti. Üzerinde o dönemin en modern silahları ile birlikte Batı teknolojisinin geliştirdiği son derece önemli cihazlar bulunuyordu.
Benim görev yaptığım ve şimdilerde İzmit’te müze olarak hizmet veren TCG Gayret ise donanmamızın ilk Harpoon güdümlü mermisine sahip Türk Muhribi olarak bu ziyarette bulunuyordu. Silah Elektronik Subayı olarak donanmamızın en güçlü silahını kullanıyordum. Şu anda Roketsan’ın üretmiş olduğu “Atmaca” isimli güdümlü mermisinin benzeri olan Harpoon’a; o tarihte sadece iki muhrip sahipti.
Falkland veya Arjantinlilerin ifadesi ile “Malvinas Savaşı” güdümlü mermilerin başrolde olduğu modern bir deniz savaşıydı. Bu savaştan sonra bütün denizcilik stratejileri, güdümlü mermili platform ve savaş gemilerin üzerine kurulmuştu.
Günümüzde insansız savaş araçları bu durumu değiştirmiş olsa da o yıllarda bütün savaş eğitim ve simülasyonları; gemiden gemilere veya havaya atılabilen yüksek vuruş kabiliyetli güdümlü mermiler üzerine yapılıyordu. Bu nedenle teknik ve taktik silah kullanımı konusunda yetişmiş subaylar, en gözde askerlerdi. ABD’li üretici firmaların eğitimlerine katılan benim gibi silah subayları, oldukça iyi bir konumda bulunuyorlardı.
Sovyetler Birliği’nin Sivastopol Deniz Üssündeki liman ziyaretimizde bana ayrıca önemli bir görev daha verilmişti. Merasim bölüğü komutanı olarak zorlu bir işe soyunmuştum. Deniz Harp Okulunda öğrenci iken hep şikayet etmiş olduğumuz tören merasimleri ve geçişleri; işte şimdi oldukça işe yarayacaktı.
Savaş gemisindeki daha önce hiç resmigeçit töreni yapmamış askerlere Sivastopol seferine katılmadan bir ay önceden bu konuda eğitim vermeye başlamıştım. Zira ülkemizi temsil ediyorduk ve Türk bayrağını Sovyetler Birliğinin en önemli tören alanlarında dalgalandıracaktık.
Gölcük Poyraz Rıhtımında TCG Yavuz ve TCG Gayret gemisinin askerlerini seçerek eğitime başlamıştım. Yeterli sayıya ulaşamadığımız için gemilerin silah bölümü haricinde her bölümlerinden de seçme askerleri alıp sabah akşam tören yürüyüşü ve selamlama provaları yapıyorduk. Fakat itiraf etmeliyim ki; ilk defa yaptığım bu işte oldukça zorlanmıştım. Çünkü askerlerimiz sabah ve akşam bayrak çekme merasimini bilir diğer merasim konularını bilmezdi. Kıyafetlerimiz silah endaz kıyafetleri ile aynı olsa da; tören geçişi bir temsil görevi olduğu için çok dikkatli olmamız gerekiyordu.
Önemli bir başka sorunumuz daha vardı. Törenlerde kullanacağımız merasim teçhizatımız yoktu. Gemide mevcut malzemeler ise ancak 15 kişiyi donatabilirdik. Halbuki bir tören takımı çıkaracak ve Sivastopol’un Diarama meydanında bulunan “Meçhul Asker” tören alanında resmi geçit yapacaktık.
Bu maksatla Gölcük Ana üs Komutanlığından ödünç olarak bayrak ve tören teçhizatını alarak işe başladım. Karargah Komutanı Turgut Tatlı Albayım bana çok destek oldu. Böyle bir görevin çok zor olduğunu fakat merasim bölükleri haricinde donanma subaylarına nasip olamayacağını söyleyerek törenlerde yapılması gereken birçok hususta önemli bilgiler verdi.
Poyraz Rıhtımında günlerce yürüyüş eğitimleri yaptık. Günlük kendi branşımızdaki faaliyetler haricinde bir de böyle bir çalışma oldukça yorucu oluyordu. Ne yazık ki; bahriyeli askerler silahla yürümekte çok zorlanıyorlardı.
Tören geçişinde nasıl selamlama yapılması gerektiğini, bayrak ve flamacı askerlerin vazifelerini iyice öğrenmek üzere Gölcük Ana Üs Komutanlığının hafta sonu Donanma Komutanlığı önündeki merasimlerini dikkatle izliyor aynısını gemideki askerlere yaptırıyordum.
Doğrusunu söylemek gerekirse yaptığımız eğitimlerden pek de memnun kalmamıştım. Yine de uygun adım yürümeyi öğrenmiş yanlış adım atıldığında tören takımı askerinin nasıl adımlarını düzelteceğini öğretebilmiştim. Bir seviyeye kadar bu işi becermeye başlamıştık. Asli görevlerim yanında bir de bu tören çalışmaları yorucu olsa da zevkli idi. Fakat profesyonel olmayan yani sivil hayatta işçi veya çiftçi olan askerlere bu işi öğretmek gerçekten de zor bir işti.
Nihayet sefer günü çatmıştı. Gemi komutanına asker eğitimlerinin iyi seviyede olduğunu ve merak etmeye gerek olmadığını söyledim. Tören çalışmalarını izleyen komutan memnun kalmıştı ve tören günü daha iyisini yapabileceğimizi söylemişti.
Sonunda 1990 yılının bir yaz günü sabahı Karadeniz’e açıldık. Rotamız Sivastopol idi. Birinci Dünya savaşında Çarlık Rusya’sına karşı bombardımana giden Türk savaş gemileri bu sefer Sovyetler Birliğine karşı barış ve dostluk seferine başlıyordu.
Karadeniz’deki bir günlük deniz yolculuğundan sonra Sivastopol’a varmış ve askeri rıhtıma kıçtankara olmuştuk. 76 yıl sonra geldiğimiz Sivastopol limanı aslında Osmanlı Devletinin yıllarca Karadeniz’deki en önemli deniz üssü idi. Şimdi dahi Putin Rusya’sının en önemli deniz üssü burasıdır. Kırım Ukrayna’ya bağlı iken yani işgalden önce de burada Rus bayrağı dalgalanıyor Sivastopol üssünün yönetimi Rusya’da bulunuyordu.
Moskova’da deniz ataşesi olarak görev yapan ve TCG Muavenet gemisi komutanı iken Amerikalılarca kalleşçe şehit edilen Binbaşı Kudret Güngör, bize yol gösteriyordu. Tören konusunda da bize talimatları verdi ve gerekli askeri-sivil koordinasyonunu sağladı.
Belirlenen gün geldi ve Diarama Meydanında Meçhul Asker Anıtı önünde çok güzel bir merasim yaptık. Poyraz Rıhtımında bir türlü güzel yürüyüş yapamayan bahriyeliler; burada tam bir kurşun asker kesilivermişti. Türk bayrağı, tören kılıcım ve gemimizden getirdiğimiz tüfeklerimiz ile birlikte çok güzel bir yürüyüş yaptık. 15 yıllık askerlik hayatım boyunca yaşadığım en güzel anlardan bir tanesi bu olmuştur.
Sovyet Donanma dergilerinde savaş gemilerimizin ziyareti ve merasim bölüğümüzün fotoğrafları yer alıyordu. Tören geçişinden başka resmi ziyaretlerimiz de vardı. Misafir olarak Rus savaş gemisinde güzel bir yemek ziyafetine ve daha birçok resmi kuruluşa gitmiştik.
Sivastopol’da dünyanın konvansiyonel savaş gemileri sınıfında en modern gemilerinden bir tanesi olan TCG Yavuz, çok dikkat çekiyordu. Gemilerimizi Sovyet vatandaşlarına da ziyarete açmıştık. Kola ve şekerli sakızlar, Rus gençlerinin gözdesiydi. Gazete ve dergilerde savaş gemilerimizin ziyareti birinci haber olmuştu.
Elbette Sovyet istihbaratında çalışan görevliler bu ziyarette başrolde oynuyorlardı. Çok fazla sorular soruyor silah ve cihazları kullanma becerisi konusunda askeri seviyemizi öğrenmeye çalışıyorlardı. Bana da çok soruları vardı. Fakat kendilerine abartılı bir şekilde hatta kabiliyetlerimizi bire on abartarak cevap veriyordum. Gören; uzaya uydu gönderen bir savaş gemisi olduğumuzu zannedecekti.
Körfez savaşı esnasında Irak’ın kullandığı Rus silahlarının teknoloji olarak ne derece geri kaldığı ispatlanmıştı. Batı standartlarına uygun askeri malzeme ve silahların; Sovyet silahlarına göre son derece modern ve etkili olduğu belli oluyordu. Rus savaş gemileri personelinde de moral bozukluğu vardı ve propagandanın tesiriyle Batı dünyası, Sovyet halklarının hayranlığını kazanmış bir görüntü sergiliyordu.
Evet, 1990 yılı sonunda Sovyetler Birliğinde çok önemli gelişmeler olacaktı. Türk savaş gemilerinin Sivastopol limanına yapmış olduğu iyi niyet ve dostluk ziyareti bu büyük devletin dağılmasında küçük de olsa bir rol üstlenmişti. Çünkü Sovyetlerin komünist propagandası bizim ziyaretimiz sonucunda iyice çökmeye başlamıştı. Televizyon kanallarında gördükleri birçok hususun hayal değil; gerçek olduğunu bizzat gözleri ile görmüşlerdi.
Elbette Sovyetler Birliğinin çöküşünü sadece savaş silahlarının kabiliyetleri ile ölçmek hatalı olacaktır. Bir dizi iktisadi ve sosyal sorun; o yıllarda dünyanın iki süper gücünden biri olan Sovyetler Birliğinin ortadan kalkmasına yol açmıştı. Bizim savaş gemilerine düşen görev ise çok basit ve sembolik olmuştu. Abartılı olmuş olsa da şu hususu söyleyebilirim: Resmen Sovyet İmparatorluğunun ölüm merasimini yapmıştık…
Nitekim 1990 yılında Sivastopol’da dalgalandırdığımız ay yıldızlı bayrağımızla birlikte Sovyet askerlerinin yaptığı bu törenler aynı zamanda bu zulüm ve korku imparatorluğunun son merasimi olmuştu. Birlikte tören geçişi yaptığımız bahriyeli Rus askerler; durgun ve düşünceliydiler. Sanki yakın bir zamanda gelecek kötü günleri hissediyorlardı.
Gerçekten de aynı yıl Rus askerleri darbe yaptılar. Fakat tankın üstüne çıkan Boris Yeltsin, Rusya Federasyonunu ilan ederek Gorbaçov’un yönettiği Sovyetler Birliğinden ayrılma kararı almıştı. Aralarında Türk Cumhuriyetlerinin de bulunduğu 15 yeni devlet ortaya çıktı. Soğuk savaş Batının zaferi ile sonuçlanmıştı.
Yıllar sonra Putin’in sert politikaları ve büyük yer altı kaynaklarının akıllıca değerlendirilmesi sayesinde Rusya yeniden ekonomik olarak ayağa kalkmıştı. Fakat 2022 yılındaki Ukrayna saldırısı; yeniden 1990’lı yıllara dönüleceğinin göstergesi olmuştur.
Şimdi Putin Rusya’sı da benzer bir kaderi yaşıyor. Sovyetler Birliği ile Rusya federasyonu birbirlerine o kadar çok benziyor ki! Sovyet Rusya, 15 Sovyet Cumhuriyetinden meydana gelirken Rusya Federasyonu, 88 federasyona yani birliğe bölünmüştür. Bu yapılanmanın 21 tanesi Cumhuriyetlerden oluşur. Cumhuriyetlerde, toplumun çoğunluğunu etnik kökeni Rus olmayan halklar oluşturur, fiziki sınırlar bu şekilde belirlenmiştir. Bir cumhuriyette yerel halkın etnik kökeni cumhuriyete isim veren milliyet olarak bilinmektedir. Rus ordusunun çoğunluğu yaşları genç olduğu için Türk ve Rus olmayan halklardan meydana gelmektedir.
Putin’in akıl almaz çılgın ve saldırgan politikaları, bu büyük devletin üçüncü parçalanma dönemini hazırlamaktadır. Çanakkale Boğazını gemilere kapatarak Çarlık Rusya’sını ortadan kaldıran Osmanlının evlatları, bu sefer hem Ukrayna hem de Rusya’ya boğazları kapatmıştır.
Gerçi şimdi ticaret gemileri geçebilmiş olsa da Rusya; Batılı devletler tarafından yeniden kıskaca alınmıştır. Ukrayna savaşından Kırım ve Donbas bölgesini alsa dahi galip çıkması mümkün değildir. Rusya’nın belki de tek nefes aldığı ülke Türkiye’dir. Rus halkının bu haksız işgalin bedelini; Putin yönetimine bir gün muhakkak ödeteceğini düşünüyorum. Her ne ise; bir seferimize geri dönelim…
Sivastopol liman ziyareti, o zamana kadar dikkatimi çekmeyen bir hususu bana göstermiştir. Eminim bu yazıyı okuyanların da çok ilgisini çekecektir. Bu husus; kişilerin putlaştırılıp tanrılaştırılması yerine; vatanı için ölmüş ve adı sanı bilinmeyen askerlerin hatıralarını anma vefası ve duygusudur. Bu konuyu bir parça açayım zira ülkemizin çok ihtiyacı bulunuyor.
Asya ve Avrupa’nın geçmişinde insanları tanrısallaştırma eğilimi vardır. Hindu, Budist ve Şaman rahipleri hâlâ bu tapınakçılık, putçuluk denilen şahıslara boyun eğme ritüellerini devam ettirmektedirler. Geri kalmış ülkelerde hâlâ tapınaklarda çok sayıda heykeller vardır ve önlerinde saygı duruşuna geçip secdeye kapanırlar.
Avrupa’da ise bunun daha ilerisi görülmüştür. Büyük peygamberlerden bir tanesi olan Hazreti İsa’yı (haşa!) tanrılaştırmışlardır. Allah’ın emirlerini tebliğ eden bu peygambere gönderilen İncil; tahrif edilerek “Tanrının oğlu” yakıştırılması yapılmış yetmedi; resim ve heykellerine her yerde tapınılmaya başlanmıştır.
Kısaca söylemek gerekirse Avrupalıların; Asya putperestlerinden pek de bir farkları yoktur. İnsanlara tapmak ve heykelleri önünde diz çöküp boyun eğmek; ilkel pagan ayinlerinin bir devamıdır. Allah, hepsini ıslah etsin!
İnsanları tapınacak derecede yüceltmek biz Türklerde de yaygın bir adettir. İslamiyet’in özü olan “tevhid” yani Allah’ın bir olduğu ve O’ndan başka ilah olmadığı gerçeğine karşı inat edip direnen çoktur. Her yere resimler yapıştırıp heykel dikmek; bir kısım insanların en önemli vasfı haline gelmiştir.
Hâlbuki nefes almaktan aciz ve en basit iş olan yeme içme ve sindirim sistemi bile Allah’ın kudretinde olan insanın, kendini “ilah!” yerine koyması; inanılmaz bir körlük ve cahilliktir. İnsanların çeşitli baskı yöntemleri ile emri altına aldığı kişilerin karşısına geçip ilahlık taslaması kadar ahmakça bir iş olamaz.
İşte kendini ilah yerine koyup insanları koyun sürüsü gibi kendine itaat ettiren bu şahısların en önemli icraatı heykel dikmektir. İnsanların toplu olarak yaşadıkları şehir hatta köylerin merkezlerine heykellerini dikerek; belirli zaman aralıklarında bir çeşit tapınma ritüelleri gerçekleştirirler.
Gençliğinde komünistlerle kavga halinde bulunmuş birisi olarak çok önemli bir ibret dersi yaşamıştım. Marx, Lenin ve Stalin gibi komünist liderlerden nefret eder; bu dinsiz kitapsız dünya görüşü ile kendimce mücadele ederdim. Zira “68 Kuşağı” adı verilen sosyalist ve komünist devrimciler, bu aziz vatanda çok kan dökmüş milliyetçi ve vatansever vatan evlatlarını ezmeye çalışmışlardı.
Fakat Sovyetler Birliği’nin dağılmak üzere olduğu 1990 yılında yaşadığım bir olay komünistlere karşı bakış açımı bir parça değiştirmişti. Yukarıda bahsettiğim bu limanı ziyaret esnasında bu gerçeği görebilmiştim.
Bu ziyaretin daha fazla detaylarını “Bahriyede 15 Yıl” başlıklı kitabımda bulabilirsiniz. Lakin merasim kıtası komutanı olarak Diarama Meydanında yaptığımız tören geçişi, bende unutulmaz bir başka iz bırakmıştı.
Evet, gemilerimizdeki askerleri eğitmiş, çok gösterişli bir tören yapmış ve bunun güzel hatırasını yaşamıştım. Lakin tören yaptığımız yerde “meçhul asker” anıtı bulunmasını asla unutamamıştım. İşte dinsiz, imansız komünistler, Lenin ve Stalin heykelleri önünde tören yaptırmıyorlardı. Bunun yerine vatanları için ölmüş ve adı sanı bilinmeyen askerleri adına dikmiş oldukları bir anıtın önünde saygı duruşu ve tören geçişi yaptırıyorlardı.
Maalesef benim ülkemde Çanakkale Şehitler Abidesi'nin olduğu bölgedeki şehitliğin başlangıç bölümünde yer alan "Meçhul Asker Mezarı" haricinde başkaca anıta rastlanmaz. Eğer var ise bunun sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
Buna karşın şehir meydanlarında hatta köylerimizin bir kısmında heykeller vardır. Önemli günler için buralarda yapılan törenlerde daima CHP’nin siyasi lideri, adeta tanrılaştırılarak tekrar tekrar yüceltilir. Bir siyasi parti genel başkanı aleyhinde tek bir kelime dahi konuşmak suç sayılmaktadır. Fakat vatanımız için şehit düşmüş askerlerimiz hakkında ciddi bir konuşma dahi yapılmaz. İsimleri ve varlıkları unutturulmaya çalışılır.
Bu durumun ne derece akla ziyan ve absürt bir durum olduğunu tören meydanında gördüğüm meçhul asker anıtı sayesinde komünistlerden ders almıştım. İşte adı sanı bilinmeyen askerlerimize karşı gösterdiğimiz bu nankörlüğün apaçık bir şekilde ortaya çıktığı törenleri, devlet büyüklerimizin nazarlarına sunuyorum. Umulur ki; ibret aldığım gibi heykeller yerine; meçhul asker anıtları yapılır ve kahraman askerlerimize karşı vefa borcumuz ödenmiş olur, vesselam…