İmkân lezzetin katili midir?
Rabbimin bahşettiği ömür süresinde, ‘imkânı olmak’la ‘lezzet alma’nın ters orantılı olduğu kanaati hakim oldu bende...
Bunu, en çarpıcı ve hakiki haliyle; Erbakan Hoca’nın 13 Mayıs 1976’da, İslam Ülkeleri temsilcilerine Topkapı Sarayı’nda verdiği akşam yemeği davetinde yaşamıştım...
O ılık bahar akşamı, sarayın Boğaz’a ve Marmara›ya bakan teras bahçesinde açık büfe masalar kurulmuştu. Masaların üzerlerinde bir tek kuş sütü eksikti. Hem Türk, hem de yabancı mutfakların en nadide yemek çeşitleri, bembeyaz örtülü upuzun masalarda resm-i geçit yapıyordu..
“Buyurun” davetiyle birlikte, tabağını kapıp, masadaki zenginliğe aşk ile şevk ile savlet eden kerli ferli davetlilere ve devletlilere gözüm dalmıştı.. Aynı mücahedeyi, az ötede parmaklıklara yaslanıp, buruk bir tebessümle izleyen Atilla(Özdür) ağabeyi fark ettim. O da birinci sınıf kalitede ve son derece lezzetli olduğunu tahmin ettiğim yemeklerin, göz açıp kapayana kadar, silinip süpürülmesini izliyordu...
Önümde uzanan lâcivert boğaz manzarasına gözlerimi kapatıp, iyod kokan esintiden derin bir nefes aldım.. O anda da kendimi 1970’de buldum...
Genzimde, tekerleklerin havalandırdığı toprak kokusu, direksiyonda Muammer Amca (Salih Mirzabeyoğlu’nun babası, Kumandan lâkaplı Şerif Muammer Erdiş) ...
Kumandan’ın sekiz kişilik Packard marka aracında (ki daha önce Cevad Ülger’indi) tam sekiz kişiyiz.. Sağ önde Necmeddin Hoca. Ortada Hasan Özkeçeci yanında Mehmet Sarıcaoğlu. Arkada, Salih İzzet (Mirzabeyoğlu) İhsan Toksöz, ben, Kaya Balaban... Eskişehir’den Kütahya’ya, Milli Nizam Partisi İl Teşkilatı’nın açılışı için gelmişiz. Hoca’nın uzun konuşması gece yarısına doğru bitmiş. Yemekler, davetler, ağırlamalar çağı ise daha henüz gelmemiş...
Sabahtan beri açtık. Toplantı mevcudu 15-20 kişi (birkaçı da çocuk) bizi yürekten uğurladılar.. Dönüş yoluna düştük...
Bir süre yol aldık. Muammer Amca, gözü yolda, “Hocam fena acıktık” dedi. Hoca da bunu tasdik eder mahiyette, ses çıkarmadı.
Muammer Amca direksiyonu daha da karanlığa, far ışığında zor seçilen toprak bir yola kırdı. Kalkan tozlar ve uzaktan köpek havlamaları içinde, cılız birkaç ışık belirdi. Kumandan, inip, uzun kerpiç duvardaki tahta bir kapıyı çaldı.. Çok geçmeden de koltuğunun altında yarım tekerlek köy ekmeği ile çıkageldi...
Arabaya girince, bıçağıyla özenerek kestiği ilk dilimi Erbakan Hoca’ya ikram etti. Arkasına dönüp, sırayla, dilim dilim bize uzattı... Asla bir daha tadamadığım o lezzeti hücrelerimde hissettim..
Gecelemek üzere; Necmeddin Hoca’yı Eskişehir’de ağırladığımız Mehmet Sarıcaoğlu’nun evine vardığımızda; kendimi ziyafetten dönmüş gibi hissediyordum..
Hayatım boyunca, hiçbir imkân, o lezzeti bir daha tadabilme huzur ve bahtiyarlığını vermedi bana...