Zenginliğimizi sahip olduklarımız değil paylaştıklarımız belirler
Zenginliğimizi sahip olduklarımız değil paylaştıklarımız belirler
MUSTAFA ÇELİK
Müslümanların coğrafyasında bireyselliğin ve bencilliğin hüküm sürdükleri günleri yaşıyoruz. Bencilik belâsı, ümmetin kerbelası olmuştur. Modern ve medeni olduğu iddia edilen, sözde insan hakları -ön planda tutulan- bu dünyada merhametten, paylaşmaktan, fedakârlık ve diğergâmlıktan söz etmek mümkün değildir. Acıların paylaşılması, hafifletilmesi şöyle dursun bilakis dert ve problem çoğaltma yarışı sergilenmektedir. Silahlanma yarışının, sömürünün, açgözlülüğün, entrikanın, harplerin, komploların, terörün hâkim olduğu böyle bir dünya gün geçtikçe topyekûn bir uçuruma doğru koşmaktadır. Atom ve hidrojen bombalarının denenip geliştirilmesi bir cinnetin, bir akıl tutulmasının göstergesidir. Yakmak, yıkmak, yok etmek için harcanan para ve emekler yaraları sarmak, yaşatmak, yoksulluğu gidermek, kardeşlik ve yardımlaşma iklimini oluşturmak için sarf edilseydi, herkes için daha huzurlu, mutlu ve güvenli bir dünyamız olurdu. Hâkimiyet-i İslâmiyyenin yokluğunda dünya ve Müslümanlar bireyselliğe ve bencilliğe yenik düştüler.
Hilafet-i Şer’iyye’nin yokluğunda dünyanın kralları, çıkarları için yola çıkan çakallar olmuştur. Kendi çıkarları için yola çıkanlar, kendilerini haktan ve hukuktan çalanlardır. Onlar kendilerinden başka hiç kimseyi düşünmezler. “Rabbena hep bana” ilkesiyle hareket ederler. Günümüzde İslâm coğrafyasında sefalet, açlık diz boyu. Açlık fakirleri doyuramadığımız için değil, zenginleri doyuramadığımız için bitmiyor. Sahip oldukları imkânları fakir fukara ile paylaşmayan zenginler, toplumun en fakirleridir. Müslüman olarak zenginliğimizi belirleyen paylaştıklarımızdır.
Potansiyel olarak insanın doğasında bencillik vardır. Kendini koruma içgüdüsü onun ana eğilimidir. Bunun için de daima kendi çıkarını korumak için eylemde bulunur. Doğa nimetlerinden elinden geldiği kadar kendisi için yararlanmak ister. Bu da başka insanlarla çatışmasına neden olur. Ve herkesin herkesle olan savaşı başlar. Empati yapmayan, paylaşma duygusuna sahip olmayan insanlar; birbirlerinin yurdları değil, kurtları olurlar. Kurtlukta düşeni yemek ise kanundur!
İslâm’da ibadetlerin maksatlarından birisi de, mü’min insanı bireysellik ve bencilik belâlarından kurtarmaktır. Yani ehl-i cemaat yapmak ve paylaşımcı kılmaktır.
Hz. Peygamber, aynı acı ve sevinçleri paylaşma, başkalarıyla bütünleşme hususunda insanın, özellikle de kâmil bir Müslümanın nasıl olması gerektiğini şöyle ifade etmiştir. “Müminler, birbirini sevmede, bir birine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organ rahatsızlandığında, diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.” (Buhari, Edeb, 27) Göz, yaşanan acıya gözyaşı dökerek ortak olur. Merhamet insanlığın mayasıdır, bu mayadan mahrum olanlar, insanlık kıvamına erişemezler. Sûretâ insan olsalar da siretâ insan olamazlar. İnsan olmak, insanlık ailesiyle bütünleşmekten geçer. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (sav): “Sizden biriniz, kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz” buyuruyor. (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 59)
Paylaşma ruhunu en güzel temsil edenler muhacirleri bağırlarına basan ensar’dır. Onlarla ilgili olarak Yüce Mevla şöyle buyuruyor: “Kendilerinden önce Medine’yi yurt edinmiş olup da imanı gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edip kendilerine gelen müminleri severler. Onlara verilen ganimet mallarından dolayı gönüllerinde bir kıskançlık duymazlar. İhtiyaç içinde olsalar bile muhacirleri kendilerine tercih ederler. (Haşr Sûresi/ 9)
Bir kişilik yemeklerini misafire yedirip kendileri aç yatanlar merhametin ve insanlığın zirvesini temsil edenlerdir. Bu zirveyi temsil edenlerin başında Allah Resulü gelmektedir. O, kendisinden talepte bulunan hiç kimseye “hayır” dememiş, varsa vermiş, yoksa verdirmiştir. Kendi elleriyle Rasûlullah’a bir bürde dokuyup hediye eden kadının hediyesini alıp giyen efendimiz, kendisinin ihtiyacı olduğu halde: “Ya Rasûlallah! Bunu bana giydir” diyen sahabiye, hayır dememiş ve derhal üzerinden çıkarıp takdim etmiştir. Onun mektebinde yetişmiş sahabilere dair bu hususta pek çok örnek vardır.
Paylaşma duygusuna sahip olmak; gönlünde başkalarına ikram hissini taşımaktır. Bu aynı zamanda dinde övülmüş ve teşvik edilmiş cömertliktir. Cömertlik, gönülden vermektir; Servetiyle dünyaları satın alıp da mahzun gönüllere giremeyen insanların hâli, perişanlıktır. Cömertlik, gönlün, vicdanın paylaşabilme hissinden mahrum olmamasıdır.
İslâm medeniyeti îsar ahlakı üzerine bina olunmuştur. Îsar (diğergamlık) bir bakıma kardeşte yok olma halidir. Bu; “seninki senin, benimki de senin” anlayışıdır. Fakat açgözlülüğün tavan yaptığı materyalist ve kapitalist dünyada ise; “Benimki benim, seninki de benim” anlayışı hâkimdir. İnsanlar egoizmin, ihtirasların zindanında adeta mahkûm konumundadırlar. Dinimiz Ramazan ayında ihya edilen oruç ibadetiyle ruhumuza paylaşma duygusunu aşılamaktadır. Oruç ibadetinden anladığımız şudur: Bir mazlum görsek eğer yüreğimiz burkulur. Mazlumu hor ve hakir görenin imanının zayi olmasından korkulur!