Sahtekârların dünyasında yalnızlık ilahi bir koruma
Sahtekârların dünyasında yalnızlık ilahi bir koruma
MUSTAFA ÇELİK
Yalnızlık çoğu zaman bir eksiklik gibi sunulur bize. Kalabalığın dışında kalmak, bir tür başarısızlık; sosyal hayattan silinmişliğin göstergesi gibi. Oysa bazı yalnızlıklar vardır ki, görünürde sessiz, içten içe kutsal bir sığınaktır. Hele ki sahtekârlığın egemen olduğu bir dünyada…
Evet, modern zamanlarda yalnızlık, bazen hicretten sayılır. İnsan, değerlerini korumak, kirlenmiş ilişkilerden, yozlaşmış toplumlardan, sahte bağlardan uzak durmak adına yalnız kalmayı seçtiğinde; bu, bir kaçış değil, bir hicrettir — yani bir duruştan, bir inançtan, bir arınmadan beslenen anlamlı bir uzaklaşmadır.
Eskiden insanlar, kötülükten uzaklaşmak için göç ederdi. Mekke’den Medine’ye hicret edenler gibi… Yolculuk, sadece bir mekân değişikliği değil, bir anlam arayışıydı. Bugünse yollar çok, ama yönler bulanık. Artık hicret, bir şehri terk etmekten çok, bir hayat tarzını terk etmeye benziyor. Bazen de insan, hiçbir yere gitmeden hicret eder: içine kapanır, sessizleşir, kalabalıktan çekilir… Çünkü modern zamanlarda yalnızlık, bazen hicretten sayılır.
Kalabalıklar arasında kaybolmak kolay. Herkesin bir şeyler söylediği, ama kimsenin kimseyi gerçekten dinlemediği bu çağda, insanın susması bir tercihtir. Bir protestodur belki. Kalitesiz ilişkilerin, yapay gülümsemelerin, sahte yakınlıkların ortasında kendine “dur” demektir. Yalnız kalmayı göze alabilmek, değerlerinden taviz vermemeyi seçmektir. Bu yüzden bazı yalnızlıklar, ruhun göçüdür. Kirlenmiş anlamlardan, sığ muhabbetlerden, tüketilmiş dostluklardan uzaklaşmaktır.
Yalnızlık bazen, insanın kendiyle barışma çabasıdır. Gündelik hengâmeden sıyrılıp, kendi iç sesini duymaya çalışmasıdır. Ne kadar zor olsa da, yalnızlıkta yüzleşilen sessizlik, insanı kalabalıkların gürültüsünden daha çok besler. Çünkü o sessizlikte bir arınma vardır. İçsel bir temizlik… Hicretin ruhu da bu değil miydi zaten?
Ancak modern dünyada yalnız kalmak cesaret ister. Çünkü yalnız kalan, kendisiyle baş başa kalır. Maskesiz, filtresiz… Gerçek benliğiyle yüzleşmek zorunda kalır. Bu yüzden birçok insan kalabalıkların içinde kaybolmayı seçer. Ama bazıları vardır ki; karanlığa rağmen içindeki ışığı korumak ister. İşte onların yalnızlığı, bir kaçış değil; bir direniştir. Rabbimiz buyuruyor:
“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda oldukça sapıtmış olanlar size zarar vermez...” (Maide Sûresi/105)
Kendimize dönmekle çok şey yapıyoruz. Belki bir dağa çıkmıyoruz, çölleri geçmiyoruz, ama günümüzde kendi kalbimizi kirletmeden yaşamak bile hicrettir. Ve eğer yalnızlığımız; değerleri korumak, ruhumuzu temiz tutmak, hakikate sadık kalmak içinse — evet, bu yalnızlık bir hicrettir.
Sahtelikten sadeliğe geçişte bir hicrettir. Sahte dostlukların, sahte tebessümlerin, menfaat uğruna sergilenen maskelerin arasında “yalnız” kalmak, aslında bir mahrumiyet değil, bir lütuftur. Çünkü böyle bir ortamda ilişkiler samimiyetten değil, hesaplardan beslenir. Kimin ne zaman sırtından vuracağı belli olmayan bir düzende, yalnız kalmak; omzuna dayalı bıçağın eksikliğidir.
Bu yalnızlık, görünüşte bir dışlanmışlık gibi dursa da, özünde bir korunmadır. Belki Allah’ın eli değmiştir o yalnızlığa. Belki de ruh, bu kirli kalabalığa karışmayı reddettiği için kendine ait bir alan bulmuştur. Kalabalığın gürültüsünden uzak, hakikatin fısıltısına kulak veren bir yalnızlık...
Yalnızlık, bu bağlamda bir cezalandırma değil; aksine seçilmişliğin belirtisidir. Çünkü herkes kalabalıkta erimeyi kabul ederken, bazıları yalnızlığı göze alır. İşte o cesaret, o duruş, sahtekârların dünyasında parlayan nadir bir ışıktır.
Sahtekârların dünyasında yalnızlık ceza değil, ilahi bir korumadır.
Yani, eğer çevren sahtekârlarla doluysa, onların arasında yalnız kalmak bir eksiklik ya da dışlanmışlık değil; aslında Allah’ın seni kötülükten korumasıdır. Bu tür bir yalnızlık, ruhsal bir temizlik, bir korunma hâlidir.
Sade bir hayat özlem değil, bir tercihtir. Ancak bu tercih, yalnızca tüketim alışkanlıklarının veya yaşam tarzının basitleştirilmesiyle sınırlı değildir. Gerçekten sade bir hayat sürmek, içsel bir duruşu, değerlerle şekillenen bir bakışı ve daha da önemlisi çevreyle kurulan ilişki biçimini içerir. Bu nedenle, sahtekârlardan ayrılmak, sade bir hayat yaşamanın önkoşuludur. Hayatını yalansız, gösterişsiz, içten bir şekilde yaşamak istiyorsan; seni o yalana, yapaylığa çeken, sahte olan insanlardan uzak durmalısın. Sahtekârlık genellikle göstermelik bir yaşamı beraberinde getirir, İnsanları ikiyüzlülüğe, tüketim çılgınlığına ya da samimiyetsiz ilişkilere sürükler.
Sahtekârlık yalnızca aldatmak değildir. Aynı zamanda olduğundan farklı görünmek, içi boş ilişkiler kurmak, değerleri menfaat uğruna eğip bükmektir. Bu türden insanlar, hayatımıza yalnızca gürültü katmakla kalmaz; aynı zamanda bizi kendi iç huzurumuzdan da uzaklaştırırlar. Sahte insanlar, gösterişi yüceltir, tüketimi yavaş yavaş zorunluluğa dönüştürür, bizi kendi hayatlarımızı sorgulamak yerine onların hayatlarına özenmeye iter. Görünmek ve görüntülenmek için yaşamak, sade yaşamın en büyük düşmanıdır.