• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Mustafa Armağan
Mustafa Armağan
TÜM YAZILARI

Cumhuriyet Halk Partisi nedir?

21 Aralık 2025
A


Mustafa Armağan İletişim: [email protected]

Cumhuriyet Halk Partisi nedir?

Mustafa Armağan

Cumhuriyet Halk Partisi’ni sadece bir siyasi parti olarak değerlendirmek yanlış olur. Oturduğu zemine baktığımız zaman daha net olarak gözüken şudur; bu toplumu ait olduğu İslam çerçevesinden sökerek başka bir medeniyete monte etmek gibi bir görevi olan yapıdır. 

Saltanatın kaldırılması, cumhuriyetin ilanı ve akabinde hilafetin kaldırılması, aynı gün medreselerin kapatılması ve Şer’iyye ve Evkaf Vekaleti’nin (Bakanlığının) lağvedilmesi, bunun yerine Diyanet İşleri Başkanlığının kurulması ve hemen arkasından şapka inkılabı gibi adımlar. Nasıl bir inkılapsa artık… Şapka inkılabı diye bir şeyin ne kadar tuhaf olduğunu anlatmak için bir yabancıya “Hat Revolution” yaptık dedim. Adam,  “Şapkayla devriminin ne alakası var? Şapka bir modadır, ister şapka giyersin ister başka bir şey!” dedi. “Sen ne biliyorsun ki? O şapka inkılabı yüzünden bizim bildiğimiz 52 kişi idam edildi. Mazlumların tam sayısını bile bilmiyoruz...” dedim. (Maalesef insanlara  normal geliyor 52 insanımızın asılarak şehit edilmesi.) 

Devamında Mecelle’nin, 1927 itibariyle din derslerinin kaldırılması, 1928’de harf inkılabının yapılması ve bütün bunlar vesilesiyle İslam’la bağların adım adım kopartılması… 

1929’da Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunun kurulması da kritik bir öneme sahiptir. Düşünün, sizin dilinizi ve tarihinizi yeni baştan formatlıyor bu kurumlar… Eskiden tarih Hz. Adem’den başlatırken bir anda tek hücreli canlılardan başlatıyorsun. Dil desen, Kur’an ve İslam’la irtibatı olan kelimeler tasfiye edildi. 

Ve 1930’lu yıllarda Ayasofya’nın müze yapılması… 


Bütün sürece baktığımız zaman Türkçe ezan uygulaması yapılanların mantığına eldiven gibi oturuyor. Fakat Türkçe ezan, bir Müslümanın her gün beş defa duyarak etkilediği ve o zamanlar namaz kılma oranımız bugüne göre çok daha yüksek olduğu için, Müslümanların hayatında çarpıcı bir kırılma meydana getiriyor. Dinlerine hakaret edildiği algısı oluşuyor insanlarda… Ve ezanın șeair-i İslamiye’den olması sebebiyle kıldıkları namazın kabul olup olmadığı yönünde ciddi bir problem olarak karşılarına çıkıyor. Yani ezan okunmayan yerde namazı nasıl kılacaksın? Hadi kısık sesle ezan okudun diyelim, o zaman camiler ne olacak? O devirde insanların ayakları camilerden çekildi. Ne kadar bir süre idi bu?  1932-1950 arası, yani toplamda 18 yıl… Bir nesil arada kaynadı gitti… Dolayısıyla bir nesil gidince önceki nesille olan bağ da kopmuş oldu. Cami nedir? Niye gideriz camiye? Bu alışkanlığı kaybettiğiniz, yeni nesillere de bu alıșkanlığı kazandıramadığınız zaman onun yeniden ihdası çok zordur.

Ben 2001 yılında Suriye’ye gittiğimde millet cümbür cemaat camiye geliyor, namazını kılıyor, kıldıktan sonra da kendi evi gibi 15-20 dakika uyuyor ve sonra da kalkıp işine gidiyordu. Bir bakıma günlük hayatlarının bir parçasıydı cami… Doğu bölgeleri hariç Türkiye’de ise camiler büyük ölçüde sosyal hayattan yalıtılmış, tecrit edilmiş bir hale geldi. İşte bunun da altında o dönemde yapılanlar yatıyor. Belki de asıl maksat oydu ve bu icraatlar ile insanlar camilerden soğutuldu. 

Dolayısıyla Türkiye’deki İslami algı, 1923’ten Ayasofya’nın kapatıldığı 1935’e kadarki 12-13 yılda tarumar edildi ve İslam’la bu ülke arasında kurulmuş olan derin bağ zayıflatıldı. Kopartılmaya uğraşıldı, kopartılamadı belki ama çok zayıflatıldı. Bugün ne kadar toparlanmaya çalışsak dahi istenilen şekilde olmuyor gördüğünüz gibi. 

Bu çerçevede bütün bunların yapılması için hangi güçler seferber edildi, ne tür cebri tedbirler uygulandı? Mesela bir semtte bir cami bırakılıyor ve diğerleri kapatılıyordu. 500 metre yakınında bir cami varsa hepsi kapatılıyor ve tek bir tane bırakılıyordu. Tokat’ın Erbaa ilçesinde sadece iki cami açıktı mesela... Buğday deposu vesair şekillerde kullanılıyormuş camiler… Bunlar yaşanan ve bilinen olaylar. 


Dolayısıyla CHP’nin temel vazifesi, ülkenin kendi değerlerine yabancılaşmasını ve Batılı bir değer sisteminin onlara aşılanmasını sağlamaktır. Mesela 1930 yılının Türkiye’sinde Darwin teorisini okutturuyorlardı okullarda. Papazlar Fransız okullarında kitapların o sayfalarını yırtarak dağıtıyorlardı öğrencilerine. 

Peki asıl dert, esas mesele nedir? Esas mesele, İslam’la olan bağın kesilmesi ve onun yerine laik, seküler, hümanist bir anlayışın yerleştirilmesidir. Ben buna İSLAMSIZLAȘTIRMA PROJESİ diyorum. 

İşte bunun için özellikle 1930’lu yıllarda Mevlana’nın, Yunus Emre’nin, Hacı Bektaş-i Veli’nin bütün görüşleri değil de “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz.” diye çarpıtılan düşüncelerinin ya da ‘’Gel, ne olursan ol yine gel.’’ tarzında onların da cımbızla seçilmiş bazı sözlerinin allanıp pullanıp piyasaya sürüldüğünü görüyoruz. Yunus Emre daha önce Osmanlı tarafından bilinmiyor muydu? Gayet tabi biliniyordu... Ama 30’lu yıllarda Yunus Emre özellikle gündeme getirildi. İşte örnek Müslüman bu, bak Yunus Emre ne kadar da güzel söylüyor gibi... Hâlbuki Yunus Emre’nin bütününü okuduğun zaman onun derin tasavvufi felsefesi hiçbir şekilde o yoruma müsait değil... 

Ezan insanımızın günlük hayatına kesintisiz bir şekilde etkide bulunduğu için ezanın Türkçe her okunuşu kendi inancına ve kişiliğine bir saldırı olarak algılandı ve ezan meselesinde inkılapları duvara dayandı. Yani daha geriye gitme şansı kalmadı. 

Bu arada ne oldu? 1945’in ikincisi yarısında çok partili hayat dönemine girilmiş oldu. Haddizatında Demokrat Partinin kurucuları da büyük ölçüde CHP’nin içinden çıkan kişilerdi. Ama onlar partiyi kurunca bu gerçeği gördüler. Halka rağmen bunu yapmanın doğru olmadığını idrak edecek kadar akıllı insanlardı. Ve neticede ezan meselesinden geri dönüldü. 

İşte bugüne kadar müspet anlamda ne olduysa 1950 virajından sonra oldu ve CHP’nin prangasından kısmen kurtulabildik. Ama çarkın mili yerine öyle bir oturtulmuş ki bu prangadan bugün dahi kurtulamıyoruz. Bugün belki sayısal olarak çoğunlukta değiller ama etkinlik, mülk sahibi edasıyla konușma becerileri ve arkalarına aldıkları “Bu ülkeyi biz kurduk” afra tafrası   bakımından en fazla yüzde otuzluk halleriyle yüzde yetmişi etkileyebiliyorlar. Bu çok çarpık bir düzen ama maalesef gerçeklik bu… 


Mustafa Kemal Paşa’yı kullanmak zorundalar, çünkü başka bir temelleri yok. Sıkıșınca ona sarılıp diyorlar ki: “CHP’nin  kurucusu o, onun meşru varisi de biziz.” İş Bankası’ndaki hisse meselesi de aynı tartışmayı gündeme getirdi zaten. Dolayısıyla hakları olmamakla birlikte, neticede bu onlar için büyük bir koz. 

Oysa Mustafa Kemal artık tarihi bir şahsiyet haline geldi. Yaptığı icraatların bir kısmı kaldırıldı, bir kısmı ise devam ediyor. Türkçe ezan mesela… Ne oldu? Geri adım atıldı. Örneğin Andımız ve 19 Mayıs kutlamaları büyük ölçüde kaldırıldı. Sadece Menderes döneminde değil, Menderes’ten önce de başlamıştı inkılaplar değişmeye… 

CHP tartışılıyor. Peki bu tartışma tarihçilerin tartışması olacağına ne oluyor? Bir parti çıkıp diyor ki o benim tekelimde... Dünyanın hiçbir yerinde bir yorum tekeli kimsenin eline verilemez! 

Devlet tekeli kaldırılmalı ki tarihçiler onu doğru dürüst inceleyebilsin. Tarihçilerin incelemesi gereken bir konuyu siyasetçi yorumlamaya başlayınca ne oluyor?  Tahrifat ortaya çıkıyor. 

Șöyle bir örnek vereyim; Kemal Kılıçdaroğlu Dersimlidir ve Dersim konusunda Türkiye’de en geniş sözlü tarih arşivine  sahiptir. Gençlik yıllarında gitti, Dersim’de mağdur edilen insanlarla konuştu, bant kayıtları yaptı. Bunu Soner Yalçın Hürriyet’teyken yazdı. Hatta İhsan Sabri Çağlayangil ile olan bir ses kaydı internete sızdı. İhsan Sabri Çağlayangil “Mağaralara saklandılar, biz de gaz sıkarak fareler gibi öldürdük’’ diyor. Bu röportajı yapan Kemal Kılıçdaroğlu’dur. 

Türkiye’de solcular ve Kemalistler kendilerine anti-emperyalist der. “Antiemperyalistten ne anlıyorsunuz?” diye soruyorum görüştüğüm solculara. Antiamerikanizm’i anlıyoruz diyorlar. Peki Antisovyetizm? Rus emperyalizmi emperyalizm değil mi? Antiemperyalizmi kendi pozisyonlarına göre kardan adam gibi şeklini değiştirip hizmet ettiriyorlar. Bütün mesele budur…

Bizim eksiğimiz, bu… Etkinlik bakımından eksiğiz… Tamam, sandığa gidiyoruz, oyumuzu kullanıyoruz, muhafazakâr bir partiyi iktidara getiriyoruz ama bunun arkasından bir etkinlik kazanamıyoruz... Siyasette, sosyal hayatta, politikalar üzerinde toplumsal etkinliğimiz zayıf kalıyor... 

Misal: Türkiye’ye uzaydan birisi gelip sosyal medyaya baksa ne görür? CHP’yi iktidar olarak görür. Çünkü görünen manzara bu. Ama biliyoruz ki gerçek Türkiye dışarıdan göründüğü gibi değil.  

CHP etkin gücü elinde bulundurduğu için bir şekilde yaşamaya devam edecek. Ama muhafazakâr kitle de etkinliğini artırırsa, sadece siyasi alanda değil, sosyal alanda da boy gösterirse bu etkinlik yavaş yavaş kırılır. Bunun yolu budur, başka bir yolu yok maalesef! Korktukları da budur vesselam!

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

ebu gariban

Sayin yazar .. bende cogu yorumcular gibi ilkokul mezunu olup yazilarinizi zevkle okuyorum .. Ne geldiyse basimiza bu "okumus" kitleden geldi .. kendilerine aydin diyen bu guruh (doktoru, muhendisi, mimari, eczacisi, akademisyen vs) yanlis yoldalar ve ne dediklerini bilmiyorlar .. Bu yuzden bunlari kaale almak gereksiz .. bize sadece gercek muslumanlar yeter .. Selam ve Dua ile

gercek musluman

Herkes islamın ne dediğini biliyor. Sizde o kadar uyarıyoruz da bu millet hala niye yılbaşını kutluyor ve bizi dinlemiyor diyorsunuz. Milletin din adamı ve doğru insana itimadı kalmadı desem. Şöyle bir bak. Din adamı olarak gördüğü tiplere Konuları ne. Kadın, giyimi,kadının evlenme ve erginlik yaşı ve bir sürü sacmasapan şeyler. Sen halktan biri olsan bu sacmasapan insanların uyarılarını dinlermisin. Ha.. diyebilirsin ki,sen birey olarak bunları bilmiyor musun. Doğru biliyor ancak toplum ergen çocuk gibidir. Annesi babasının örnek olması lazım. Sen yukarda islam harici her haltı ye,aşağıda yönettiğin halka ahlak sat. Çocukta ne söylenirse tersini yapar hesabı. Ne denirse tersini yapıyor. Bu kaçınılmaz bir döngü. Yönetenler özellikle din adamları bir erdem ve dürüstlük içinde değilde, her türlü debdebe ve şatafat 'ın için de yaşayacak ve millete fakirlerin peygamber efendimize komşu olacağını anlatacak. Ya halktan hiç anlamıyorsunuz yâda sosyolojiden. Ya bu yazının tamamını ya da bu kısmını yayinlamzsiniz ancak yinede yazacağım. Çünkü felsefenize ters hicbir şeyi yayınlamıyor sunuz. Bir ülkede dini anlatacak adam kaç trilyonluk mercedes ile gezerken din o mercedesin bagajından çıkamaz
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23