48 uçak sattık Turhan, ses ver..
48 uçak sattık Turhan, ses ver..
Murat Alan
Şubat 2025’te, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde gerçekleştirilen Endonezya, Malezya ve Pakistan turuna davetli gazetecilerden biriydim.
O seyahat, benim için yalnızca bir diplomatik programı takip etmekten ibaret değildi; aynı zamanda bu milletin yüz yıldır hayalini kurduğu bağımsızlık idealinin ete kemiğe büründüğü bir sürecin şahidi olmaktı. O gün, İstanbul’dan kalkan uçakların penceresinden dışarı baktığımda, Türkiye’nin kabına sığmayan duruşunu, yerli ve millî üretimle birleşen stratejik kararlılığını ve Sayın Erdoğan’ın öncülüğünde şekillenen yeni jeopolitik vizyonunu düşünüyordum. Ancak biz bu vizyonu hayata geçirmenin heyecanını yaşarken, ülke içinde birileri hâlâ kaç uçakla gidildiğini saymakla meşguldü.
Muhalefet cephesinden ve onu besleyen medyadan yükselen eleştiriler arasında en çok dillendirilen, “Üç uçakla Endonezya’ya gittiler, bu ne israf” cümlesiydi. Henüz gezinin içeriğini dahi öğrenmeden, ne amaçla, kimlerle, hangi formatta bir ziyaret yapıldığını bilmeden, her zamanki gibi ilk tepkiyi verdiler. Çünkü onlar için ne hedef ne kazanım önemliydi. Onlar için mesele, Erdoğan’ı eleştirmekti. Yöntem ne olursa olsun. Hedefe gerçek ulaşıp ulaşmadıkları da umurlarında değildi. İsim verelim de tarihe de not düşmüş olalım.. Mesela İP’in Turhan Çömez’i.. Hani şu İmam Hatiplilere iftira atan Turhan..
Halk TV’de yerden yere vuruyordu, bu geziyi..
Bugün üzerinden aylar geçti. O gün çok bilmiş şekilde “üç uçakla gidiyorlar” diyerek sözde kamu vicdanı oluşturmaya çalışanların ağzından şu kelimeleri duyamıyoruz: “Demek ki büyük işler içinmiş.” Oysa gezinin ardından ortaya çıkan tablo, Türkiye’nin savunma ve teknoloji alanındaki en büyük ihracat başarısına imza attığını gösteriyor. 48 adet beşinci nesil savaş uçağı KAAN’ın, Endonezya’ya ihraç edilmesiyle sonuçlanan süreç, sadece savunma sanayi açısından değil, diplomatik, ekonomik ve stratejik açıdan da tarihi bir zaferdir. Endonezya’nın bu alımı sadece “uçak satın alma” değil; aynı zamanda teknoloji transferi, ortak üretim, pilot ve teknisyen eğitimi, bakım altyapısının kurulması gibi çok katmanlı bir stratejik iş birliğine dönüşmüş durumda. Bu antlaşmanın kamuoyuna yansıyan tutarı yaklaşık 10 milyar dolar. Yani üç uçakla başlayan o yolculuk, on milyar dolarlık bir kazanımla sonuçlandı. Bu da yetmedi; Pakistan’la TOGG, İHA projesi kapsamında ortak üretim çalışması başlatıldı. Malezya’yla deniz savunma sistemleri ve insansız deniz araçları üzerine stratejik iş birlikleri hayata geçirildi. Bu gezinin üzerinden geçen her ay, Türkiye’ye yeni bir ihracat kapısı açtı, yeni bir dost kazandırdı, yeni bir etki alanı sağladı. Ama “üç uçakla gidiyorlar” diyenler hâlâ suskun. Ne bir düzeltme, ne bir özür, ne de bir mahcubiyet ifadesi.
Gerçek şudur: Türkiye, artık ithalatla değil, ihracatla anılan bir ülke olmuştur. Savunma sanayinde ithal eden değil, satan; ürettiğini sadece içerde değil, dünyada da değerlendirebilen bir devlet haline gelmiştir. Bunun adı iftihar edilecek bir başarıdır. Ancak bazıları için bu başarılar, ancak karalayabildikleri sürece anlamlıdır. KAAN’ı ilk duyduğumuzda da aynı kesim, “kalorifer peteği ” dedi. TOGG için “maket bu” dediler. TÜRKSAT 6A için “yerli değil” diye iftira attılar. Bayraktar TB2 için “oyuncak uçak” benzetmesi yaptılar. Bunları unutmadık. Çünkü hepsi belgeli, arşivlerde kayıtlı. Şimdi ne oldu? KAAN uçuyor, TOGG yollarda, TÜRKSAT uzayda, SİHA’larımız 30’dan fazla ülkenin hava sahasında görev yapıyor. Ama yine de aynı zihin, aynı refleksle tepki veriyor.
Çünkü mesele, ne yerli üretim ne bağımsızlık. Mesele Erdoğan nefretiyle gözü kör olmuş bir siyasetin varlık çabası.
O gün Endonezya’daki görüşmelere katıldığımızda gördük ki, sadece bir protokol ziyareti yapılmıyor. Gerçekten de masada ciddi projeler, dosyalar, mühendislik teklifleri, fizibiliteler, zaman çizelgeleri vardı. TUSAŞ yetkilileri, KAAN’ın teknik detaylarını Endonezyalı muhataplarına saatlerce anlattı. Savunma Bakanlığı bürokratları, iş birliğinin hangi alanlarda derinleştirileceğini tek tek müzakere etti. Üst düzey komutanlar, ortak tatbikatlar ve eğitim modüllerini planladı. Bu ziyareti sadece bir “gidiş-geliş” olarak gören muhalefetin, bu diplomatik maratonun içeriğinden habersiz olması bile başlı başına dramatik bir göstergeydi.
Bu gezi aynı zamanda Türkiye’nin Asya merkezli yeni açılımının da temel taşıydı. Endonezya gibi dünyanın en kalabalık dördüncü ülkesiyle savunma alanında bu ölçekte bir anlaşma yapılması, Türkiye’nin NATO dışında da güçlü partnerler edinebileceğini gösterdi. Pakistan’la savunma ortaklığı zaten uzun yıllardır devam eden bir süreçti, ama TOGG, İHA projesiyle ilişkiler yeni bir evreye taşındı. Malezya ise, ASEAN coğrafyasında Türkiye’nin donanma kabiliyetlerine en çok ilgi duyan ülkelerden biri. Bu üç ülkeyle yapılan iş birlikleri, sadece satış değil, aynı zamanda kalıcı etkiler bırakacak üretim modellerini, lojistik hatlarını, ortak eğitim ve Ar-Ge merkezlerini de içeriyor. Türkiye artık bir ürün satmıyor; bir ekosistem sunuyor. Savaş uçağı satarken aynı zamanda yazılım, bakım, eğitim, teknoloji ve hatta strateji ihraç ediyor. Bu çok katmanlı dış politika modeli, 2023 sonrası Türkiye’sinin temel diplomatik karakterini oluşturuyor.
Şimdi tekrar başa dönelim. O gün “israf” diyenler, bugün hâlâ sessiz. Çünkü kazanan Türkiye oldu. Çünkü dünya artık Türkiye’nin ne sattığını, ne geliştirdiğini ve kiminle ne kadar güçlü iş birliği kurduğunu konuşuyor. Yerli ve millî üretime burun kıvıranlar, bugün bu ürünlerin nasıl katma değere dönüştüğünü, dünya piyasalarında nasıl rağbet gördüğünü, hangi ülkelerin sıraya girdiğini görmezden gelmeye devam ediyor.
Gerçek olan şu ki, Türkiye artık eski Türkiye değil. Bu ülke, sadece içinde üreten değil; dünyaya üretim modeli sunan, fikir satan, strateji ihraç eden bir ülke haline geldi. KAAN’ın 48 adetlik satışı bu gerçeğin sembolüdür. O üç uçakla başlayan yolculuk, belki de Cumhuriyet tarihinin en büyük diplomatik başarısıyla sonuçlandı. Şimdi biz, kaç uçakla gidildiğini değil; kaç ülkeye uçak sattığımızı konuşuyoruz. Muhalefet istiyorsa hâlâ üç uçağın gölgesinde kalsın. Biz o uçağın ardında bıraktığı izden, yeni bir Türkiye’nin doğuşuna şahitlik ediyoruz. Geleceğe yürürken, geride kalanların ne dediği değil; neyi başardığımız önemlidir.
Selametle..