Tarih ve kültür türbülansı yaşamak
Tarih ve kültür türbülansı yaşamak
HÜSEYİN ÖZTÜRK
Milli Saraylar Başkanlığı tarafından düzenlenen ve üç gün süren “Uluslararası Milli Sarayların Yüz Yılı” konulu sempozyumun açılış konuşmasını, TBMM Başkanımız Numan Kurtulmuş yapmış idi.
Hiçbir ön hazırlık yapmadan irticalen yaptığı konuşma muhteşemdi. Bu konuşmayı üç beş kelime ile geçemezdim.
Sempozyumun açılış dersi niteliğinde olan konuşmanın hepsini paylaşmak isterdim ama yerimin sınırını aşıyor. Madem öyle laf uzamasın. Söz Numan Bey’in.
•
“Diplomasi, artık bilindiği gibi sadece klasik dış politika argümanlarıyla değil, aynı zamanda da çok farklılaştırılmış, çeşitlendirilmiş bir şekilde, kültürel diplomasi alanında faaliyet gösteren kurumlar vasıtasıyla da icra edilmektedir.
Türkiye’nin her bir yerinde; Selçukluların, Anadolu Selçukluların, Osmanlıların ve İslam öncesi büyük medeniyetlerin eserlerini günümüzde de görmek, bulmak, hatta her gün yeni eserleri ortaya çıkarmak mümkündür.
Bugün yaşadığımız fevkalade büyük çatışmaların, savaşların, iç çatışmaların, ülkelerin yok edildiği, şehirlerin yok edildiği büyük bir türbülansın içerisinden geçiyoruz.
Kaybedilen sadece canlar değil, fiziki yapılar değil, aynı zamanda savaşlar ve iç savaşlarla birlikte kaybedilen en önemli varlıklarımızdan biri de dünyanın kültür mirasıdır.
Afganistan’daki iç savaşta dünyanın bir daha yerine koyamayacağı nice önemli eserlerin yok edildiğini biliyoruz.
Aynı şekilde, Suriye’deki iç savaşta ciddi şekilde kültürel mirasın yok edildiğini ve bunların yerine getirilmesinin mümkün olmadığını görüyoruz.
Çok somut bir şekilde iki yılı aşkın bir süredir Gazze’de devam eden İsrail’in soykırımı, sadece insanları öldürmemiş, tarih adına, kültür adına, medeniyet adına ne varsa hepsini yerle bir etmiştir.
Gazze’de yok edilen camilerin, kiliselerin, tarihî mekânların, kütüphanelerin bir daha yerine nasıl getirilebileceği şüphelidir.
•
Bir başka önemli mesele de savaşlar ve iç çatışmalar sırasında bazı karanlık odakların, ülkelerin kültürel miraslarını nasıl kaçırdıklarını ve kirli pazara sürdüklerini biliyoruz.
Bundan çok çekmiş olan bir millet olarak söylüyoruz, kültürel hırsızlığın da en az kültürel zenginliği ortaya çıkarmak isteyen çevreler kadar güçlü ve organize olduğu malum.
Türkiye’nin sadece Troya ve Bergama Müzelerinden kaçırılan eserlerin, Batı’daki birtakım müzelerde sergilendiğini görmek gerçekten üzüntü veriyor.
Kendisi de bir sanat tarihçisi ve arkeolog olan Alman arkeolog vasıtasıyla, Troya Müzesinin neredeyse tamamına yakınının da gemilerle kaçırılıp, Avrupa’ya taşındığını gayet iyi biliyoruz.
İşte en son gördük, en iyi korunduğunu zannettiğimiz Louvre Müzesinden, dalga geçer gibi dünyanın gözünün içine bakarak, en iyi korunduğu zannedilen müzeden tarihî bir eser kaçırıldı ve hırsızlarının ne kadar büyük bir organizasyona sahip olduğu ortaya konulmuş oldu”.
•
Ezcümle:
Ülkelerin tarihlerinin ve medeniyetlerinin okullarından birisi de müzelerdir. Seyirlik eserler değil, hakkındaki bilgiler kitaplarla, filmlerle, belgesellerle tek tek anlatılması gerekir.