• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Halit Kanak
Halit Kanak
TÜM YAZILARI

Sultanahmet Camii’nin ibâdete açılması (9 Haziran 1617)

10 Haziran 2023
A


Halit Kanak İletişim:

III. Mehmed Hân’ın oğlu olarak 18 Kasım 1590 yılında Manisa’da dünyaya gelen Sûltân 1. Ahmed, babası 22 Aralık 1603 tarihinde vefât edince, sancağa çıkmaya fırsat bulamadan çok genç yaşta tahta geçmek zorunda kaldı.

Ahmed Han, henüz beş yaşında iken sıkı bir tâlim ve terbiyeye tâbi tutulmuştu. Zamanın ileri gelen âlimlerinden Aydınlı Mustafa Efendi’den temel bilgileri öğrenmiş, Hocazâde Mehmed ve Es’ad efendilerden bilhassa fıkıh ilminde ince bilgilere sâhib olmuştu. Ayrıca, ata binmede, ok atmada, kılıç kullanmada üstün bir yetenekti.

Zamanın Allah celle celâlühü dostlarından Abdülmecîd Sivasî ve Azîz Mahmûd Hüdâî Hazretlerinden mânevî boşluğunu doldurarak ziyâdesiyle istifâde etti. Onlardan aldığı feyz ile Allahü Teâlânın emir ve yasaklarına uymaya, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem Efendimizin sünnet-i seniyyesini yapmaya gayret gösterdi.

Sûltân Ahmed Hân, memleketinin îmârı için de çok çalıştı. Yaptığı pek çok hayırlı hizmetlerin başında bugün bütün dünyanın hayran kaldığı kendi ismiyle anılan Sûltân Ahmed Câmii’ni yaptırması gelir. Bu camiyi yaptırma nedenlerinden birisi, zamanın en geniş kubbeli yapısı olarak Ayasofya’ya alternatif bir eseri ortaya koymak içindi. 

Gerçi o güne kadar Fâtih, Beyazıt, Süleymaniye camileri gibi eserler yapılmıştı ama, Sûltân Ahmed hem Ayasofya’dan daha geniş kubbeli olsun, hem o güne kadar İstanbul’un silüeti gibi duran Ayasofya’nın hemen yanıbaşında Türk-İslâm mührünün vurulacağı İstanbul’un yeni silüeti olacak bir eser istiyordu. Öyle de oldu. 

Bu camiyi yaptırmaya karar verdikten hemen sonra Mimarbaşı Sedefkâr Mehmed Ağa’yı çağırarak talimatını verdi. Mimarbaşı padişahtan aldığı emir gereği hızla çalışmalara başladı. Sûltân Ahmed’in beklentilerine cevap verecek şekilde hazırladığı cami planlarını ve özenle hazırladığı maketlerini padişaha göstererek güzel bir sunum yaptı. Sûltân Ahmed, altı minaresiyle oldukça ihtişamlı duran bu maketlere ve cami planına hayran kaldı ve derhal yer tesbiti yapılarak inşaatın başlaması talimatını verdi. 

Sûltân Ahmed, caminin Ayasofya’ya yakın bir yerde olmasını istiyordu. Bunun için eski Bizans Hipodromunun yeri olan At Meydanı uygun bulundu.

Cami, Marmara denizine hâkim olsun geçen bütün gemiler tarafından izlenilsin diye meydanın az güney tarafına yapılması planlandı. Tesbit edilen yerin istimlakına başlandı. Bunların en önemlisi Kaptan-ı Deryâ Sinan Paşa’nın 300 evi satın alarak yerine yaptırdığı saraydı. Çocuğu olmayan Sinan Paşa bu sarayı kardeşi Rüstem Paşa ile evlenen Kânûnî Sûltân Süleyman’ın kızı Mihribah Sûltân’a hediye etti. O da biricik kızları Ayşe Sûltân’a hediye etmişti.

Sûltân Ahmed bu sarayın istimlakı için Ayşe Sûltân’a 30 bin altın ödedi. Yetmedi, 1453’ten sonra barut mahzeni yapılan Güngörmez Kilisesi ile sonradan yapılan üç vezir sarayı da istimlak edilerek cami arsasına katıldı. Bunlardan başka, filhâne denilen içinde hediye arslan ve fillerin bulunduğu ahırlar da yıkılarak arsaya dâhil edildi. Hayvanlar Bakırköy-Osmaniye’de bulunan fil damına nakledildiler.

Bütün bu çalışmaları padişah adına yürüten 11 Ekim 1606 yılında mimarbaşılığa yükselen Sedefkâr Koca Mehmed Ağa; başta Mimar Sinan olmak üzere, Mimar Davud Ağa, Mimar Dalgıç Ahmed Ağa gibi en ünlü mimarbaşıların talebesi olmuş yanlarından hiç ayrılmamıştı. 

Yine Mimar Sinan’ın yetiştirdiği pek çok talebesi yeryüzünde hârika işler yapmıştır. Bunlardan Mehmet İsa Efendi, Babür Türk İmparatoru Cihân Şâh’ın hanımı Ercüment Bânu Begüm için yaptırdığı dünyanın yedi harikasından biri olan Türk-İslâm Eserlerinden Tac Mahal’ı yapmıştır ki sadece sunum için hazırladığı maketlerine harcadığı para bile dudak uçuklatır. 

Tac Mahal’ın kubbesini yine Mimar Sinan’ın usta öğrencilerinden İstanbullu İsmail Efendi yaptığı gibi, Tac Mahal’deki yazıların tamamı Hattat Serdar Efendi’ye aittir...

Mimar Sedefkâr Mehmed, eğitiminin sonunda Has Bahçeye alınarak burada hassa mimarı olarak yetiştirilmiş, Sûltân III. Murad’ın emir subaylığını yaparken bir taraftan da, başta Mısır olmak üzere Arap ülkelerini gezerek mimarlık eserlerini incelemiş, ardından bütün Balkanlar’ı, Macaristan ve orta Avrupa’yı, ayrıca Kırım’ı gezerek incelediği mimari eserler hakkında geniş bir raporu, bizzat eliyle yaptığı çok özel işlemeli yay kutusuyla birlikte III. Murad’a sunmuştur.

1598’de III. Mehmed döneminde ise mimarbaşılıktan önce son makam olan su yolları nâzırlığı görevine getirilmişti..

Takvimler 9 Kasım 1609’u gösterdiğinde, düzenlenen büyük bir törenle büyük Allah (celle celâlühü) dostu Aziz Mahmud Hüdâyi Hazretlerinin duâsıyla Sûltân I. Ahmed Hân eline aldığı 78 cm.’lik som altından yapılma kazma ile temele ilk kazmayı vurarak temeli kazmaya başladı. Ardından Vezir-i Âzâm, Şeyhülislâm, Kazazkerler ve devletin ileri gelenleri kazma vurdular. Sûltân Ahmed burada kaftanının eteği ile bizzat yoruluncaya kadar toprak taşıdı.

Temel atma töreni 4 Ocak 1610 tarihinde yine büyük bir ihtişamla aynı hâzirûn’un huzurunda yapıldı. Padişah temele saçtığı altın ve mücevherlerin dışında devletin ileri gelenlerinden 150 kişiye hıl’at giydirdi. Sayısız kesilen kurban etleriyle birlikte bütün yoksullara sadaka dağıtılarak gönülleri alındı. Ancak temel kazma işi 14 Şubat 1610’a kadar sürdü. Sonra yıllarca devam eden inşaat süreci başladı.

Cami duvarları bir taraftan yavaş yavaş yükselirken, diğer taraftan dillere destan olmuş cami inşaatını görmek için İslâm Coğrafyasından binlerce ziyaretçi gelip gidiyordu. Gelen bu ziyaretçilere kalfalar tarafından cami plan ve maketleri üzerinden bilgi de veriliyordu. 

Ancak bir müddet sonra cami planları ve maketlerini gören hac farizasını yerine getirmiş birtakım insanlar;

“Bu nasıl iştir Padişah altı minaresi olan Kâbe ile yarışa kalkmış, inşâ ettirdiği camiye altı minare yaptıracakmış” diye tenkide başlayınca, bu sözler halk arasında kulaktan kulağa yayılarak padişaha kadar ulaşır.

Padişah, Mimarbaşı Mehmed Ağa’yı çağırarak derhal inşaatı durdurmasını istemiş ve ardından talimatını vermiş;

“Derhal Hicaz’a yola koyulasın. Hicaz’da bulunan Kâbe-i Muazzama’yı elden geçirerek güzelce tamir edesin. Ve oraya özel hazinemden harcayarak bir minare ilâve yapasın. Vereceğim hediyeyi Kâbe’ye yerleştirip dönesin ve buradaki camiyi tamamlayasın.”

Talimatı alan Mimar Mehmed Ağa 23 Eylül 1611 tarihinde İstanbul’dan ayrılarak yola koyuldu. 4 Mart 1612 tarihinde Mekke’ye geldi. Burada başlattığı minare inşaatını tamamlayıp, Kâbe’nin gerekli tamir ve bakımını da yaptıktan sonra, Sûltân Ahmed’in som altından yaptırdığı hediye yağmur oluğunu (altın oluk) Kâbe’nin damına yerleştirerek vazifesini tamamladı ve yaklaşık dört ay kaldığı Mekke’den 22 Haziran 1612’de ayrılarak yarım kalan cami inşaatını tamamlamak üzere İstanbul’a döndü.

Sedefkâr Mehmed Ağa Sûltân Ahmed adına yaptığı cami inşaasına devam ederken, Sûltân Ahmed Hân da onarılmış Kâbe’ye 18.151 miskal (82 kg.) altından yaptırdığı tel ile işlenmiş örtüyü Kâbe’ye gönderdi. Yetmedi, babası III. Mehmed’in 50 bin altına satın aldığı “Kevkeb-i Dürre” adı verilen elması, altın bir tabaka ile kaplatarak üzerine birbirinden kıymetli 227 adet elmas yerleştirdi. 

Sonra “Şeb-Çerağ” adını verdiği bu hediyeyi Halep Beylerbeyi Vezir Hasan Paşa ile Medine-i Münevvere’ye göndererek Ravza-ı Mutahhara’da Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz’in baş ucuna astırdı. Zâten aşığı olduğu o yüce Peygamber’in ayak izinin resmini yaptırmış kavuğunda taşıyordu…

Ve nihayet 8 Haziran 1617 yılında Mimarbaşı Sedefkâr Mehmed Ağa son taşı koyarak kubbeyi kapattı. Ayasofya’nın tam karşısında yer aldığı için en az onun kadar görkemli olmasına özen gösterilmişti. Zemin 64×72 metre ebatlarında, yükseklik 43 metre, kubbe çapı 33.6 metre olarak yapıldı. (Ayasofya kubbe çapı kuzey güney doğrultusunda 31,87. metre, doğu batı doğrultusunda ise 30.86 metredir.)

Caminin aydınlığını, beş sırada yer alan 260 pencere sağlar. Bütün duvarlar ağırlıkta mavi-beyaz, firuze, yeşil İznik çinileriyle kaplıdır. 21.043 adet çininin oluşturduğu bu renk zenginliği nedeniyle yabancılar, camiye “Mavi Cami” anlamına gelen “Blue Mosque” adını takmışlardır.

Câmii; aşevi, imaret, medrese, mektep, dârüşşifâ, askerler için odalar, dükkânlar ve sebillerden müteşekkil bir külliye ile beraber bu muhteşem cami, 7 yıl 5 ay 6 gün sonra faaliyete hazır hâle getirildi. Cami inşaatını başarıyla tamamlayan Mimar Sedefkâr Mehmed Ağa bundan sonra büyük anlamına gelen “Koca” lakabıyla anılmaya başlandı.

Camide kullanılan 12 cins mermerin herbiri memleketin bir tarafından taşınmıştı. Bunun için Gebze, Mihalıççık, Tekirdağ, Zile, Amasya, Marmara Adası ve Arabistan’ın Necd Bölgesine müthiş bir lojistik ağı kurulmuştu.

Caminin döşenmesine bile hazineler harcandı. İslâm Devletlerinden ve Osmanlı Coğrafyasının her bir köşesinden gönderilen hediyeler de camiye özenle yerleştirildi. Habeş Eyâleti Beylerbeyi Vezir Cafer Paşa’nın gönderdiği hediye göz kamaştırmıştı. Cafer Paşa yeni yapılan cami için altı adet yekpâre oyulmuş zümrüt kandil göndermişti. Padişah bu zümrüt kandilleri önce som altından kâselerin içerisine koydurdu, sonra da altın zincirlerle hünkâr mahfilinin tavanına astırdı. 

Ertesi gün mübârek cuma idi. Takvimler 9 Haziran 1617’yi gösteriyordu. Yine devletin ihtişâmına yakışan büyük bir törenle muhteşem bir açılış yapıldı. Açılışa bu kez Sûltân Ahmed Hân’ın yanısıra 13 yaşındaki Şehzâde (Genç) Osman ile 12 yaşındaki Şehzâde Mehmed’te getirilmiş, 5 yaşındaki Şehzâde (Dördüncü) Murad sarayda bırakılmıştı.

Aziz Mahmud Hüdâyi Hazretleri’nin hutbe irad ettikleri cuma namazını Şeyhülislâm Es’ad Efendi kıldırdı. Namazdan önce camiyi hınca hınç doldurmuş cemaate, günün hatırası olarak haddinden fazla mercan tesbih yaptırılmıştı. Ancak, peştemallar içerisinde dört köşeden dağıtılmaya başlayan bu tesbihler cemaate yetmedi. Kalanlara da yine çok kıymetli sandal ağacından yapılma (Kalembek) tesbihler hediye edildi.

Bütün dünyanın övgüyle bahsettiği cami açılmıştı ancak her canlının bir sonu vardı. Camiyi yaptıran ve Aziz Mahmud Hüdâyi Hazretlerinin iyi bir talebesi olan Sûltân Birinci Ahmet, yakalandığı tifüs hastalığını atlatamayarak, caminin açıldığı aynı yıl içinde (165 gün sonra) 21 Kasım’ı 22 Kasım’a bağlayan gece 1617 yılında 28 yaşında vefat etti.. Mekânı cennet olsun.

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

ÇETİN

Bu yazılanlar.. Harika şeyler... İyi ki olmuş.. Ama unutulanlar da var... 100, 200 yıllk planlar ile imparatorluk ayakta kalabilseydi.... Sonuç çok kötü oldu... Bir çok islam diyarı elden çıktı... % 1 anadolu elde kaldı.. Üstelik milyonlarca insan kaybımız oldu...

İSLAM ADALETİ yaşanıyordu / yaşıyorlardı o camilerde

onlar görevini yaptı,Ayasofyayı dahi hazmedemeyen içimizdeki heykelciler böyle yazıları okumaz, okusalarda anlamazlar..ecdad İSLAM ADALETİ ile yönetiliyordu,inşallah oı günleride göreceğiz.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23