Adım atmak yerine konuşmak sadece sapıkların işine gelir
Ankara Barosu’nun açıklamasını okuyunca kılcal damarlarınıza kadar kanınızın donduğunuzu hissetmişsinizdir. Böyle ahlaksız bir açıklamayı Erivan, Tel Aviv veya Atina barosunun yapabileceğini de sanmam.
Yıllardan bu yana defalarca yazdım. Terör örgütlerinin vesayeti altında, marjinal siyasi partilerin yedek kulübesine dönmüş üç büyük ilin barolarının avukatlık merkez örgütü üzerindeki vesayeti son erdirilmedikçe bu azgınlık bitmez.
Sorunu çözecek adım atılmadan tepkiler ne kadar yaygınlaşırsa bunların o kadar hoşuna gider. Bunlar bilmiyorlar mı yayınladıkları ahlaksız bildirinin toplumda nasıl bir infiale yol açacağını. Çok da iyi biliyorlar. Bunların iktidar mekanizmalarına dokunulmadığı sürece bu tepkileri ve protesto kampanyalarını kendilerinin bir çeşit propagandası olarak görüyorlar. Muhtemelen her açıklamalarında çuvaldız batırılmış gibi zıplamamız çok da hoşlarına gidiyor.
Kendilerini, bir yandan böyle bir iktidar döneminde toplumu zıplatmaya muktedir, bir yandan da bu iktidarın sosyolojik tabanının kendileri karşısında hoplayıp zıplamaktan ileriye gidemeyecek bir çaresizlik işinde olduğunu göstermek istiyorlar.
Bu atmosferin onlara zarar verdiğini düşünmeyin. Aksine böyle kampanyaların getirdiği motivasyonla, hedef kitlelerini terör örgütlerinin arkasında asker düzeni konsolide ediyorlar.
Üzülerek ifade edeyim ki bu ülkenin entelektüel birikimini ifade eden sivil toplum kuruluşlarının bir tekinden bile bunları zıplatacak öneri gelemedi.
Bunların kirli iktidar çarklarına dokunacak bir öneri görmedikçe, bunların zıplaması mümkün değil.
Hatta bu sapıklıklara karşı kampanyalar düzenlemek, belli ölçülerde sapıklığı bir muhalefet aracı haline dönüştürerek yaygınlaşmasına da neden oluyor.
Sapıklığın bir muhalefet eksenine dönüştürülmesi tam da bu sapıkların istediği bir şey.
Eskiden büyüklerimiz bir ahlaksızlık iddiasının evin içinde konuşulmasına izin vermezler ve konuyu çok sert bir şekilde kapatırlardı. Biz büyüklerimizden böyle gördük ve böyle öğrendik.
Fıtratın korunması devletin en temel görevlerinden biri. Devlet hiçbir kampanyaya gerek kalmadan hatta hiçbir kampanyaya izin vermeden, bu sapıklıkları toplumun bütün katmanları tarafından konuşulur hale getirmeden gereken bütün tedbirleri almalı.
Fıtrata savaş açanlar, karşısında çok net ve kararlı bir devlet görmeli.
Yarı resmî kuruluşlar olan meslek örgütlerinin, mesleğin gündemi dışında bir gündem ile yönetilmelerine ise kesin olarak izin vermemeli.
Devlet bizi zorunlu olarak üye yaptığı barolara değil, bu barolara çöken marjinal örgütlerin vesayeti altındaki yönetimlerine karşı tavır almalı.
Yıllardan bu yana söylüyoruz. İstanbul Barosunda, baroya kayıtlı avukatların yüzde yirmisinden daha azının oyunu alan marjinal sol grupların desteklediği grup, baronun yönetiminin, barolar birliği delegelerinin ve baronun diğer organlarının üyeliklerinin tamamını kazanıyor. Böyle bir hesaba göre İstanbul’daki milletvekillerinin tamamını Ak Parti’nin kazanması gerekir.
Dünyanın en adaletsiz seçim sistemi üç büyük ilin barosu ile bunların vesayeti altındaki barolar birliğini, terör örgütleri vesayeti altına soktu ve marjinal sol partilerin yedek kulübesine çevirdi.
Bu baroların bünyesinde LGBT komisyonu kurulmasına sesini çıkarmayan sivil toplum kuruluşlarımız, LGBT lehine bildiri yayınladı diye hoplayıp zıplıyor.
Bu hoplayıp zıplamalar bunların en hoşlandığı şey. Marjinal ve sapık görüşlerini bir toplumsal muhalefet ekseni haline dönüştürmek istiyorlardı, tam olarak istedikleri oldu. Mübarek Ramazan da, sapıklığın her çeşidi iftar ve sahur sofralarının ana gündemi haline geldi.
Hatim grubumuz var. Bir whatsapp grubunda günlük Kur’an okumalarını takip ettiğimiz. Oranın birinci gündem maddesi bile İslam’a göre sapıklığın hükmü oldu.
Vaktiyle onlar her Ramazan bizi konuşacaksınız demişlerdi, tam da istedikleri gibi bu Ramazan’da da sapıklığı gündemimizin ana maddesi haline getirdik. Hem de dünyayı esir alan salgına karşı en tarihi kırılmanın ve başarının yaşandığı gün yaptık bunu.
Değerlerimize açık bir saldırı varken susup beklememiz de elbette düşünülemez.
Ancak çözüm bu değil. Çözüm devletin etkili bir şekilde müdahale etmesi.
Fıtrata savaş ilan eden tüm dernek ve vakıflar hiç vakit kaybetmeden kapatılmalı. Ankara İstanbul ve İzmir baro yönetimleri hakkında hukuki prosedürler işletilerek görevlerinden alınmalı. Baroların ve meslek odalarının, doğrudan mesleki gündemin dışında konuları gündemlerine almaları kesin olarak yasaklanmalı ve ağır müeyyidelere bağlanmalı. Adaletsiz seçim ve temsil sistemi değiştirilerek üç büyük ilin baroları marjinal sol örgütlerin vesayetinden kurtarılmalı.
Elbette başka öneriler de olabilir. Bunlara etkili bir şekilde müdahale etmek yerine ikide bir Türkiye’nin gündemi haline getirirseniz bilin ki bu sapıklığı azaltmaz artırırsınız.