• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Atilla Özdür
Atilla Özdür
TÜM YAZILARI

Zekât’tan arındırılmış resmiyette yaşamak…

28 Ocak 2019
A


Atilla Özdür İletişim: [email protected]

Osmanlı Devleti bitti bitirildi yerine Türkiye Cumhuriyeti ikame edildi. Toplum değişmeden aynı formasyonunu koruyarak hayata devam etti, ettirildi ve devam edip gidiyor da…

Fertlerin ve müesseselerin şu andaki durumunu sıfırdan başlangıç noktası kabul ediliyor ve devlet olarak yepyeni bir hayata başlanıyor…

Faraziyemiz böyle olsun…

Ücret karşılığı çalışan kişi kazandığı para ile devletin kendisine yaptığı hizmetlerin bedelini vergi ile ödüyor. Od, ocak ve giyim, kuşam harcamalarını yapıp arta kalan olursa, onu da bir kenara koyuyor…

Küçük esnaf, imalatçı ve tüccar, alım atım ve üretim faaliyetlerinden kazandıklarını devletin kendilerine sağladığı hizmetlerine vergi ödüyor ve onlar da kalanını tasarruf ediyorlar.

Hayat böyle devam edip gidiyor. Öte taraf diye bir şey yok. Var olanlar bir tek devlet ve bir yığın insan. Athe fiziğine göre memleket tam istihdam durumundadır. Dünyevi hayat da, kekah…

Ne ver ki dünyanın fiziki yapısı da pek istikrarlı ve güvenli değil. Deprem, felaket seller ve seylaplar, yangınlar kuraklıklar bin bir türden insanın tepesine inen bela ve musibetler peş peşine. İlk çağ insanları, eğitilmemiş, olgunlaşmamış ham athe. Bu belaları tepelerine indirenlerin tanrı olduklarına inanıyorlar… Allah’ımız bu inançsızları ehlileştirici Peygamberlerini gönderince, tanrıların da sayısı yavaş yavaş azalmaya başlar. Neticede birbirlerini ikame ede edile tek din ve tek peygamberin öğretileriyle insanlık kemale erişir… İyi de, bunca ihsanlarından sonra Hz. Allah Azimüşşan da kullarından bir takım isteklerde bulunur, değil mi ya…. 

Zekât vergisi…

Allah’ımızın son dini olan İslam ile ilk çağ insanının hurafe tanrıları arasında kendilerini tanrılaştırmaya kalkışan din adamları ortaya çıktı. Mesela Orta Çağın ruhban ve papazları. Ki; bunlara toptancı bir üslupla kilise deniliyor. Bunlar insanların günahlarını af ediyorlar ve Cennet’ten ada parsel numaralı gayrimenkul kaşane satıyorlar. Kısacası zamanın meşru devletiyle, devletleriyle çatışıyorlar. Bu karmaşaya son vermeye kalkışanlar ise, araya taraya derde deva, laikliği buluyorlar…

“Papazlar kilisenin çan kulesinden dışarıya sarkmayacak, devlet de zangoçluk yapmayacak”. Formül bu… Bu modelin Türkçesinde, devlet camilerin çalışma saat ve usulüne, imamlar da devletin mükellefine uygulayacağı vergi matrahına karışmayacak… Bu usul, kiliseye karşı bir reddiye idi. İslam dininin gelişiyle birlikte hükmünü yitirdi. Eski inançlarından bunalan halka pratik kolaylık ve rahatlık sağlayacaktı bu laisizm. Çünkü vatandaş, kazancından sadece bir tek vergi ödeyecekti. Onun da miktar ve matrahını devletin kendisi tespit edecekti. Oraya buraya kurban adamalar falan yoktu…Halkı Müslüman ülkelerde Müslümanların da kazançtan devlete ödeyeceği vergi yine bir tektir. Vatandaşın çalışma tarzı ve elde edilen hasılatın hacmine göre bu vergiye gelir veya kurumlar vergisi deniliyor. Lakin bununla iş bitmiyor. Müslüman ile Müslüman olmayanın arasındaki farklı durum işte buradadır. Yoksa kiliseli veya camili olmanın zahiren bir anlamı yok…        

İslam dini, doğrudan tekil kişileri muhatap alsa da, yine bir cemiyet ve topluluk dinidir. Buralarda da insanlar hakkaniyet ölçülerine göre önceden belirlenen ve hep birlikte kabul edilen kurallara uygun disiplinli bir yönetime tabi tutuluyorlar. Halk, Müslümanı ile birlikte devletinden aldığı hizmetin karşılığını vergi olarak ödeyecek ki, ödemektedir de…

Ne var ki hayat, ekonomisinde biteviye tam istihdam hattında yürüyüp gitmiyor, gidemiyor. Dost bildiği düşmanlarıyla savaşıyor, kuraklık, seylaplar veya tabii afetler zuhurunda vatandaş iktisaden ya da ölüm kalım hallerinden ötürü, ülkelerinde yoksulluk halleri beliriyor. Yüce Allah’ımız da işte tam bu kertede emrediyor…

Ellerinizi uzatarak bu kardeşlerinizin yardımına koşun… Devletin koşuşturması yetmeyebileceği gibi, hükümdarlığı eline geçirenler kendi parmaklarını yalıyor da olabilir… Zekât işte burada devreye giriyor. Yaşını doldurmuş servetinin ve birikiminin yüzde iki buçuğu, ikinci bir vergi olarak ve de matrahına göre, Müslüman boynuna borç yazılıyor… Müslüman kişi bu vergiyi nasıl ne zaman ve hangi tahsilat bürolarına ödeyecek ve kaçakçılığa kalkışmadan sağlıklı biçimde kendi matrahı nasıl tespit edecek?...

Adam, başörtüsünü fürüat olarak nitelediğinde hakaretlerin bini bir paraya gitmişti. Başörtüsünü itikadi pratiğe verenler çevreye baktıklarında, birkaç basamak sınıf atlayanların kafalarıyla kıçları arasındaki İslami ahenk ile insani estetiğin nasıl yok olup gittiğini rahatlıkla, belki de iştah ile seyrediyorlar… Şimdi. İnanmazsanız çıkın sokaklara, caddelere ve Fatih’lere… Demek ki, matrah iyi, güzel, eksiksiz, sağlıklı ve kaçaksız tespit edilememiş. Zekat’ta kaçakçılık yapılmış…

• 

Günümüzün Müslüman olanıyla olmayanı arasındaki giyim kuşam benzerliği kadının erkeğe, erkeğin de kadınlığa özentisinden ibaret kalmıyor. Mal edinme maksadıyla barınak, üst baş konusunda moda takipçiliği ve at araba gibi binek araçlarını sahiplenmede birbirlerini kopyalıyorlar… Duyup işittiklerimiz ve okuyup öğrendiklerimize göre, zaruri ihtiyaçlarımızın ötesinde sahiplenilen dünya mallarının ateşe dönüşeceği ihtarına kulak asmamada, muhafazakârlarla liberaller tek yumurta ikizlerini andırıyorlar… Böylesine kurbanı olunan dünya refahının efsunladığı kafalar, üstüne üstlük bir de ihtiyaç fazlası gayrimenkulden akan sermaye iradı, kesinlikle de öyle gibi, zekatın matrahında hesaba kitaba da alınmıyorsa, ne fark kalır aralarında?...

70’li yıllarda Mustafa Karahasanoğlu yirmi kişilik bir üniversite talebesini peşime takıp Milli Gazete’den bizi Yalova Esenköy’e postalamıştı. Çadır kurarak kamp yaptık. Reha Muhtar’ın muhterem pederi de gün aşırı gelerek insanlık ve Müslümanlık dersleri vermişti. O çocukların bir kısmı şimdi üniversitelerde hoca, Sağlık Bakanlığı ile serbest piyasalarda hekim… 

O demlerde varsıl ekabiran yazları Çınarcık’a gider orada kendi aralarında harsi koloni kurup yaz tatilinin tadını çıkarırlarmış. Sonraları Çınarcık haricilerin işgaline uğrayınca, suyu çıktığından, Esenköy’e kaçışmalar başlamış. Bugün Esenköy, hemen hemen çıplaklar kampına benzetildi. Şimdi bizim birinci sınıf muhafazakâran koloni mensupları KAYAŞEHİR benzeri müstakil havuzlu yeni lüks beldeleri tercihliyorlar… Bankaların arasında da fark yoktu amma, o bankanın adı Osmanlı Bankası idi…

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23