• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Atilla Özdür
Atilla Özdür
TÜM YAZILARI

Suudilik asabiyeti…

22 Ekim 2018
A


Atilla Özdür İletişim: [email protected]

 Cemal Kaşıkçı isimli Suudi vatandaşı bir gazeteci, Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğunda yok ediliyor. Cinayet, çözümünü hukuk dışı inatlaşmaya götüren bir problem oluşturuyor. Buradaki inatlaşma, sıradan ırki ya da klani asabiyetin dışa vuran tecellisi olsa gerek… 

O zaman tamam, anlaşılıyor ki, Suudi asabiyeti, mahalli veya evrensel, dini veya siyasi, insani veya hayvani nitelikte kendi topraklarında işlediği suç veya günahını ahalisinden gizlediği ve gizleyeceği gibi, yabancı topraklarda da asabiyet ve itibarını (tapusunu deldirtmemek için) koruma içgüdüsüyle gizleyecek, saklayacak ve örtüleyecektir…

Ülkemizde de kaldırılan her taşın altında sırıtan, Batı’ya dönük üç eğitim kurumunun müşterek asabiyeti değil midir, son dönem Osmanlı devletiyle erken Cumhuriyetin köşe taşlarını yerli ve millilikten silip temizleyerek kendine yabancılaştıran belalı hastalık?..

Mülkiye, Tıbbiye ve Harbiye ortak asabiyeti!... 

Zaman içinde, özellikle 23’leri takiben mülkiye ve tıbbiyelerdeki sayı bakımından hayat bulan çoğalmalar, ortak asabiyeti çatlatır ve kulvarında tek kalan harbiye asabiyeti, millet ve devletini, bütün alanlarında kendi güdüm pençesine alır. Maziyi hatırlatan maddi ve manevi tüm değerler kendilerine yer edindikleri fiziki yuvalarından ve beşeri idraklerden sökülüp atılır…

Geçmişsiz, tarihsiz, köksüz ve nesebsiz bir güruh haline getiriliriz…

İstiklal mahkemelerinde önce infaz ve bilahare yargılama ile başlayan süreç, yargı faslını harbiye kaynaklı başlangıç direktiflerinin çizgisinde yürüten 12 Eylül ve 28 Şubat’ların despotluğunda devam eder – ettirilerek gider…

Bu asabiyetin, Genelkurmay Başkanlığındaki aktif görevini sürdürdüğü günlerde projesinden söz edilen orgeneralimizin adına yaptırılan ya da adı verilen camiin küşadını takiben şu sivillik günlerinde de devam edip etmediği hususunda kesin kanaat sahibi değiliz. Bundan ötürü, papazın işine de bir türlü akıl erdiremedik…

Amerikalı Papaz, casuslukla suçlandı. İddialara, gizli ya da açık hüviyetli olsun, şahitlerin başlangıçtaki ifadelerine göre Papaz, Milletimizin, devlet ve Cumhuriyet’in yok edilmesine şartlandırılmış terör örgütleri hesabına hizmet gören bir hainmiş. Birkaç yıldır da içerideydi. Sonra bakıyorsunuz, tutukluluk halinin sağlık problemleri göz önüne alınarak ev hapsinde devamına karar veriliyor…

Tutukluluk hali devam ededursun, Wilson Prensipleriyle Osmanlı’nın defterini dürdükten sonra bu işi Anadolu’da da sürdürmeye kalkışan ABD’nin komünizm tehlikesine karşı öncelikle kendi savunmasına destekçi olarak güdümüne aldığı Harbiye asabiyetinin efsunkar üfürüğü, alışkanlıkla mı yoksa kendi özgül asabiyet gücüyle mi dersiniz, Papazı kaptığı gibi Wilson’un tilmizlerinden Trump’ın kucağına uçuruveriyor…

Ekonomik, sosyal ve mali konularda birbirlerinden üstün görüş, tavsiye ve nasihatlerini duyup işittiğimiz yüzlerce evliya, enbiya, ilim irfan sahibi devlet adamının yanı da pek de ismi duyulmamış bir Osmanlı fikir adamı, bürokrat Süleyman Penah Efendi’den bahsedelim…

1700’lerde yaşamış ve yaşadığı dönemin Osmanlı ülkesini “Frengistan” olarak adlandırdığı Batı ülkeleriyle karşılaştırır… Osmanlı devleti, Frengistana yetişme ve hatta onu geçme güç ve kabiliyetine sahiptir. Kıyaslamada ele aldığı ilk konular eğitim ve bilim...

Penah Efendi, Osmanlı’nın diğer ülkelerle mukayesesine halklarının işlerine bağlılığından başlar, ihmalkarlığın zararlarına getirir. Müzakere ve istişarenin önemini belirtir. Osmanlı halkında yaygın bir hastalığı, lükse düşkünlüğü teşhis eder. Batı’nın bazı mallarındaki üstünlüğünden ötürü halk bunlarsız yapamaz. Bu yüzden yurtdışına (bakınız, 1700’lü yıllarda), önemli ölçüde yerli para kaçmaktadır. Lükse karşı bir zihniyetin oluşabilmesi için, şunların kafalara kazınmasını ister…

Beş yüz guruşluk bir kuşak ile iftihar iden kimesnede mikdar-ı zerre akl yoktur. Beş guruşluk kuşak müsavidir. Kırk elli seneden mukaddem dahi bu devlet idi. Kumaş hususunda bu ihtişam yoğ idi”…

Yeni yetmelerimiz pek bilmezler, bilseler de umursamazlar. 50 ve 60’lı yıllarda kaportasında astar atılmamış veya macun çekilmemiş otomobil görmek hemen hemen imkansızdı. Şimdiyse, kaportacılar çekiç kullanmıyorlar ve bu zihniyettir ki (yamalı giyinmekten utanç duymak), devlet ve milleti, bağımsızlığımızın tahribine götürecek derecede borç batağına sürüklüyor…

Süleyman Penah Efendi, 1700’ler Osmanlı bürokrasisinin üst orta katlarında sıradan bir devlet görevlisidir. Zamanının oralarından zamanımızın buralarına ders anlamında özellikle ticaretle ilgili bazı tavsiyeleri bulunmaktadır…

Günümüzün Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin Başkanlığına şunu soruyor…

Bir devlet ve kavmi ne zaman zengin olur?”

Cevabını yine kendisi veriyor…

Bazı mallar yurtdışına para çıkışına sebep oluyor. Ülke zenginliğini aleyhte etkiliyor. Buna önlem almak gerekir. Çaresi, korumacılık ve yurtiçi üretimi artırmaktır...

Eisenhower’den beriye tüm ABD başkanları dünyaya liberalizmi dayatırken, Trump’ları, kendisinin kullandığı korumacı gümrük silahıyla bize ceza kesmeye kalkışıyor. Kalkışıyor da değil, küstahlık ediyor…

Suudi asabiyetinin Kaşıkçı’nın mevtine sebep konsoloshane davetiyle öldürülmesinin, Süleyman Penah Efendi ile ne alaka ?, diyeceksiniz. Şunu demek ya da göstermek isteriz., Süleyman Penah 1700’lü yılların Osmanlı’sında orta üst katlarda bir bürokrat. Memleketin tökezlenmeye mütemayil halini görünce, sebebini ve önleyici tedbirleri düşünmeye başlar…

Tabiatıyla biz, görevimiz icabı, günümüzün Türkiye’sini de dahil etmek isteriz, bu düşündürücü tesbit yumağına…

Osmanlı’da belli bir zümre pahalı kürklere ve lüks kumaşlara aşırı bir ilgi göstermeye başlamıştır. Özellikle Hind kumaşlarına, şalilere, destarlara, kuşaklara Tunus’tan gelen hilali şallara düşkünlük vardır. Bunun sonucunda ise, hem yurtdışına önemli ölçüde para çıkmaktadır, hem de yerli üretim büyük darbe yemiştir…

Lüks harcama yerine para biriktirmenin erdemlerinden bahseder…

Günümüze dek mutfak tedarikçisi olarak bize benzediğini düşündüğüm her sokak başına şube açarak bakkal amcaları öldüren bir zinciri tercih ediyordum. Toptan fiyatıyla perakendeciliğinden falan değil de, içki satmayanlardan oluşundan. Tasarruf seferberliğine takaddüm eden günlerde raflarında Fransız maden suları vardı 750’lik şişelerde yedi küsur lira. Şimdi yine var, dört küsur lira….

Efendimiz Rasulullah’ın nehir kenarından da olsa abdest alırken suyu israf etmeme tavsiyesini çok dinlemiş olmamıza ve olmalarına rağmen, demek ki, feci şekilde tutkusunda kalmışız Frengistanın geğirtici ithal sodasına…

Deriniz kalınsa, utanmayabilirsiniz….

Acaba, Peygamberimiz Efendimizin sözünü ettiğimiz çizgisinden saptırılan idarecilerimizle birlikte çekilip çevrilen halk, Süleyman Penah Efendiyle zamanında tanıştırılarak, yabancının madensuyunun ülkemize akmasına imkan ve fırsat verilmemiş olunsaydı,

Mülkiye, Tıbbiye, Harbiye ortak asabiyetinin müştereken kulluğuna boyun eğdirilen tanrılar zincirinin son halkasındaki Trump, Türkiye’ye karşı yine ayni kabadayılığa kalkışabilir miydi?...

Alaka bu…

HAMİŞ:

50’li yıllara kadar, hatta biraz daha devam ettirilmişti. Türkiye vatandaşlarına Arabistan’a giderek Umre satın almaları yasaklanmış. Sonra serbestleştirildi. Son zamanlarda da, Umre adamakıllı metalaştırıldı

Zamanımızın tanrısı Trump, umre pazarına adamlarını gönderiyor, kıçımızın dibine silahlandırdığı PKK’ya yurt hazırlamak için, Suudinin tanrısından haraç istiyor ve tahsil de ediyor…

Bizim Diyanet, Devletbaşkanlığına bağlı bir resmi daire. Muhtar olsa, hiç şüphesiz Umre kapısını kapatırdı…

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23