Sağdan sola, soldan sağa…
Bir zamanların Türkiye’si, oh ne ala, tek parti tarafından güzel güzel çekilip çevriliyordu. Evveliyatında da Türkiye, iki kez sandıklı demokrasi tecrübesi geçirmişti. Hem bu alışkanlıktan hem de muasır medeniyete uyum sağlama aşkından, bir kez daha seçimli demokraside karar kılmıştı…
İttihat ve Terakki’nin açtığı kapıdan geçilmiş, sermaye de bu arada İzmir İktisat Kongresi’nin kanatları altında bir güzel Türkleştirilmişti.
Ne var ki Cumhuriyet Baharı, çift yapılı bir tehlikenin tehdidi altındaydı. Kurtuluş savaşında kendisine destek çıkan Bolşevizm ile mirasına konduğu Osmanlıdan tevarüs ettiği Müslümanlık!…
Devlet ya da rejim, uzun yıllarını bunların her ikisiyle de mücadeleyle geçirdi…
Cumhuriyet hükümetleri, yine uzun yıllarını iktisat politikaları üzerinde icraat denemelerinde harcadı. Devletçilikle ele aldığı ekonomiyi liberalizme yanaştırdı. Derken ikinci harp yıllarının keşmekeşliğinde tekrar devletçiliğe rücu. Ve neticede Bayar-Menderes hareketiyle karma ekonomiye geçildi…
Bayar-Menderes hareketi, her ne kadar katı laiklik rejimine bir tepki olarak gösterilse de, harp fırsatçılarının yanında ayni zamanda siyaseten birikim sahibi kılanın yerli Türklerin de hep birlikte idareyi ele alarak bürokrasiyi diskalifiye arzusunun eseriydi. Komünistliğin nikah kaçkınığıyla ezan düşmanlığı gibi gösterildiğinden, onlarla mücadele kolaydı. Asıl tehlike Müslümanlardan geliyordu. Sağ omuzlardaki hayırhahlık, ezansever düşünceye sağ etiketini yapıştırınca, solculuk ve komünistlik de, beynamazlığın nasibine düştü…
Şeriata karşı savaş silahı olarak Ceza Kanununa bir madde düşünülürken, uzun yıllar Merhum Said-i Nursi’yi zındandan zındana sürükleyen meşum ve meşhur 163. Madde, Demokrat Partili harp zenginleri tarafından, Bayar Menderes ekibine sipariş edildi…
•
Ne yazıyorduk birader, bakınız az daha ipin ucunu kaçıracaktık. Her neyse,
Irkçılık, bir anlamda destekçilik demektir. Yandaşlık ve yağcılık da olabilir. Kan kardeşliği, okul kardeşliği, mezhepdaşlık ve hemşehrilik gibisinden duygu ve hassasiyetler, dozunu aştığında ırkçılığın temel ayağı olan partizanlığa dönüşür. Partizanlığın tabanı ise, fikir ve düşüncede tavanın mutlak destekçisi ve tasvipkarıdır…
Sahip, eğer bir nesneye “BEYAZ” ya da “DOĞRU” demiş ise, köle onun rengini ve niceliğini asla değiştiremez…
Şu kısacık hayatımızda bu gerçeğin siyaset alanındaki örneklerini çok görmüşüzdür. Özellikle politikanın şeytanlaşma katsayısının yoğunluk kesbinde, tarafların birbirlerine yükledikleri iftirai pislik ve çirkinlikler, hiç tereddütsüz, tabanın köleleri tarafından gerçekmiş gibi tasdik edilirler ve edilmiştir de…
Muhtemelen hatırlamış olmalısınız. Aldatılmış sağcılarla solcuların kanlı bıçaklı olduğu günlerin birinde ABD donanması, ziyaret maksadıyla geldiğinde Boğaziçinde tam da Dolmabahçe Sarayının karşısında demirlemişti. Milliyetçilik ve bağımsızlık damarları ateşlenen sol tarafın silahendaz gençleri de, Taksim Meydanında, kapitalizmin bu piçlerini “Yankee go home” yaygarasıyla topraklarımızdan kovma gösterisinde ter dökmekteydiler….
Kurnaz politikacılar tarafından kendilerinin sağcı olduklarına inandırılmış namazlı namazsız muhafazakar gençler de, Taksim Meydanındaki solcularla kavgaya tutuşmak için Karaköy’lerden Dolmabahçe’lere doğru yürüyüş halinde. Güneş tepede ve ezan sesleri de minarelerden yankılanmaktadır…
İşte tam bu kertede yürüyüş kolundaki kalabalıklar dökülmeye başladı. Kimileri kendi içtihatlarına göre Taksim’e doğru yürümeğe devamda bir sakınca görmedi. Kimileri de Boğaz’ın Rumeli yakasında boş bulduğu toprak zeminde KÂBE’ye yönelerek ceketleri üzerinde namazlarına niyetlendiler …
Kader-i İlahi işte. Bize de o günün öğle namazı için, Fındıklı’dan Üsküdar istikametine doğru yönelterek tekbir aldırtmıştı…
•
Siyasetin ve ticaretin liberal kapitalistleri ki, bunların bir kısmı sağ partilerin, bir kısmı da solcu geçinen partizanları olup, aralarındaki aşırı ırkçıları, yıllar yılı kendi partilerinden olmayan Müslümanları tam da bu noktada “Amerikan donanmasına secde ettikleri” ithamıyla iğrençliklerini sergilediler…
Tiynetlerinin gereği idi, tabii…
İyi de. Yeni Mesaj’dan Muharrem Bayraktar bey’e ne oluyor? Kime tabasbus?. Bakınız neler yazmışlar?
““Bir süre önce Kâbe imamlarından Abdurrahman Es-Sudeysi’nin ABD ziyaretinde “Allah’a hamdolsun ki, Suudi Arabistan ve Amerika, dünyayı birlikte yönetiyor. Amerika uzun zamandan beri Ortadoğu’ya huzur ve güven taşıyor” diyerek, bizi nasıl şaşırttığını hatırlayın. İmam Efendi’nin Ortadoğu’yu kana bulayan Amerika için ‘huzur ve güven’ kaynağı demesine şaşırmıştık şaşırmasına ama, bir de Trump’a dua ettiğini öğrenince şaşkınlığımız daha da artmıştı. Oysa şaşırmamamız gerekiyordu. Emperyalizmin imamları her zaman ve her yerde böyledir….
Emperyalizm, sakalına cüppesine bakmadan kendi yandaşı (kendi ırkdaşı tabii) olan imamları devşirmesini çok iyi bilir…
“Bizim toprakların imamlarının 6. FİLO’ YA KARŞI SECCADE SEREREK NAMAZ KILMASI NEYSE, Es-Sudeysi’nin “Amerika’ya ve Trump’a” dua etmesi aynıdır”…
HAMİŞ: Muharrem beyin Kâbe İmamına giydirmek istediği donun saf ipekten olabileceği, ihtimal ki, mümkündür. Atatürk’ün en yakın dostları da, başlarında Halide Onbaşı (Adıvar) olarak ABD’ye mandacılık istediklerine göre, Suud imamı niye dua etmesindi Trump’a… Amma, ABD bahriyesine secde, düpedüz sağ nitelikli bir politik ırkçılık örneğidir…
Günahı sevabı bir yana, her şeyden evvel, ayıp…