Fırtına sonrası…
Sandık fırtınası dindi. Sular duruldu ve ortalık da biraz sakinleşti…
Kasımpaşa meydanındaki Bahriye Kışlası yıllar önce restorasyona alınmıştı. Kaptan-ı Derya Cezayirli Hasan Paşanın adıyla anılan bu kışla avlusunun sahile bakan birkaç yüz metrelik cephesi, boylu boyunca Bahriye Kışlası ve Hasan Paşa hakkında tarihi bilgilerle donatılmıştı…
Restorasyon tamamlandı. Bir gün baktık ki tarihi kışla yıkılmış. Şimdinin seçim sonrasındaysa, kışla avlusunun dışa bakan yüzündeki tarihi bilgiler de, ne yazık ki, silinip temizlenmiş…
Sanırsınız ki, Atatürk’ün Cumhuriyet Devriminin eskiyi unutturma pratikleri, sessiz ve sedasız geçtiğimiz şu kampanyalı günlerimizde bir daha gerçekleştirildi...!
•
Cumhuriyet devrimi, köylünün üzerinde ağır bir yük oluşturduğu söylenen AŞAR vergisini kaldırdı. Köylü de efendimiz oluverdi. Çok partili demokrasi devrimine takaddüm eden günlerdeyse bunun devamında, Toprak Mahsulleri Ofisi ile Orman İşletmelerinin kurulmaları yer alır. Devlet, CHP devleti, evvela Toprak Mahsulleri Ofisi eliyle tarım ürünlerinin fiyatlarını yüksek tutarak efendimiz köylüyü desteğine aldı…
Bir süre sonra, silah altındaki asker sayısını yükseltme zorunluluğundan hububat üretimi azaldı. Askere alınan köylünün üretimden çekilmesi, buğday tüketimini yükseltti. Üretim düşünce fiyatlar yükselir. Fiyatlardaki yükselme pahalılık yaratır. Hükümet, ekmek fiyatlarındaki yükselişi önlemek amacıyla buğday, fiyatlarını düşürdü...
İlginçtir, dikkat çekicidir, düşündürücü ve öğreticidir, bir süre önce buğday fiyatlarını yükselterek köylüyü memnun eden hükümet, bu kez, şehir halkıyla memurlarına ucuz ekmek yedirmeye kalkınca, köylüyü ağlattı…
Kısaca ve açıkçası,
Memurlar ferahlatılırken, köylü kesimi, geçim şartları bakımından kayaya toslatıldı…
Çok partililiğin mebdeinde yer alan Bayar-Menderes hareketi, bu toslamanın ve toslatmanın kıvılcımından alevlenmiştir…
•
Devrim dediğimiz ihtilaller aşağıdan gelir. Darbeler de, tepeden iner. Dip dalgalar kalıcı tesir bırakır, tepeden inenler ise geçicidir…
28 Şubat tepeden indi. Ne var ki yapıcıları, hareketlerini kendi akıllarınca ihtilale benzettiklerinden, eserlerine bin yıllık bir ömür biçtiler. Atatürk ihtilaline ise sonsuza dek ömür biçilmişti. Gerçeği Allah bilir…
Atatürk ihtilali keskin bir balta darbesiyle geçmişimizi geleceğimizden kopardı. 13’lü milyonlardan aldığı toplumu, 100 milyonlara doğru yaklaştırdı…
100 milyonluk halk 100 binlik yöneticiler tarafından çekilip çevrilecek. İhtilalin rejimi 100 milyonluk kitleyi tek boyutlu ünisex bir üniforma içinde demokratça yönetecek. Oysa beşer halidir herkesin renk ve zevk tercihi farklı. Bu itibarla geleceğe sabırsızlık edenlerin yanında, geçmişe özlemle bekleşenler de var olacak…
Bekleşmelerin hayat bulmaması için tedbir düşünenler, hep tepeden inmeyi denediler. Amma olmadı. Eşyanın tabiatına aykırıydı ve indikleri gibi bu kez de uçurularak gittiler…
Baktılar ki paraşüt para etmiyor, patatese yöneldiler. Şimdi soğan patates altı lira doksandokuz kuruş…
•
Demokrasiye inanmıyorum… Nitekim anayasa da aynen benim gibi özünde demokrasiye inanmıyor. Kamu yararına olmak kaydıyla hak ve hürriyetleri süreli veya süresiz kısıtlayabiliyor…
Harp yıllarında baklada, nohut ve mercimekle arpada ve gazıyla kömüründe aniden fiyatlar yükseliverdi. Çok partili düzeni de aslında şiddetle arzulayıp isteyenlerse, Türkçe ezan karşıtlarından ziyade, o günlerin karaborsa ve ihtikâr yollarından haksız kazanç sahipleriydi…
Bugün cucuklanan soğan patatesler, bakarsınız yarın sirke ve sarımsağı da etkileyebilir. Yarın cucuklandığında, bağ da yanar bahçeler de…
Filizlerin filizleri aşılaması, her seferinde şapa oturan tepeden inicileri, aşağıdan patlamalara umud bağlatır…
İSMET İnönü’nün üzerinde çok laf edilen VARLIK VERGİSİ gelir dağılımını regüle edici en güzel ve en pratik çözüm idi. Uygulamadaki adaletsizlikler, “Servetin tek ellerde temerküzüyle devlete dönüşmemesi” istenilirken, tatbikatı zulme dönüştürdü…
Ne mi yapmalı?...
Stoktakiler cucuklanmadan vatan sathı, boylu boyunca taranarak, istiftekilere kamu adına el konulmalı…
Ne dersiniz, Reisçiler!..
HAMİŞ: İsmet’çi değilim. Boşuna günaha da girmeyin…