Kaçış planı
Kaçış planı
ALİ OSMAN AYDIN
İstanbul’da deprem olacak mı, olmayacak mı derken deprem geldi ve kapımızı hafifçe çaldı. Şükür ki herhangi bir can kaybı yaşanmadı. İstanbullular olarak bir antrenman yapmış olduk.
O gün şunu bir kez daha net olarak gördük: İstanbul kargaşayı kaldıracak bir şehir değil. Esneme payı sıfır.
Neden? Çünkü dakikalar içerisinde, ara sokaklarda bile bir araç trafiği oluştu. Caddeler ve çevre yolları da farklı değildi. Ki insanların çoğunluğunun şehir dışına çıkmaya çalıştıklarını sanmıyorum.
Çevrelerinde park olanlar doğal olarak parklara akın ettiler. Parklar doldu taştı. Sokaklar kalabalıktı. Aileler ile birlikte ipini koparmış tipler de sokaklardaydı.
Hiçbir binanın yıkılmadığı, can kaybının olmadığı, gıda tedarikinde sorun olmayan bir İstanbul’da yaşandı bunlar.
Daha önce bir bayram vesile ile “Şehir Alarm Veriyor” diye bir yazı yazmıştık. O noktayı elden hiç bırakmamak gerek diye düşünüyorum.
Herkesin İstanbul’dan kaçmak için bir planının olması gerektiğine inanıyorum. İmkânı olanların büyük şehirleri terk etmesi de kendileri için iyi olacaktır.
Modern çağ tamamen tüketici olan bir insan tasarladı. Modern şehirlerde yaşayan, hafta içi çalışan, hafta sonu AVM’ye giden, metroya binen, metroya binmek için sıraya giren, tüm ihtiyaçlarını marketlerden ve mağazalardan karşılayan tüketici bir insan tipi bu.
Modern insan erginleşememiş insandır. Kendi ihtiyaçlarını karşılayacağı bir bağımsızlık hali onun için korkutucudur. Bu yüzden bağımsız olmaktan kaçar, şehirlere sığınıp, sermayenin kölesi olmaya çalışır.
Kentte yaşamak demek, her şeyin başkası tarafın düşünülmesini beklemek demek. Güvenlik, sağlık, gıda, ulaşım, barınma… Şehirli insan bunların hepsinin bir “sistem” tarafından hazırlanıp önüne konulacağına inanan insandır.
Ülkemizde bu tip nüfusun en yüksek olduğu şehir İstanbul. İstanbullu tüketiciler olarak marketlere bağımlıyız. Bizim için “hayatımızı sürdürmek” demek toplu taşıma istasyonlarında ve market kasalarında sıraya girmek demek.
Bu iki noktada kriz çıktığında hayat fonksiyonlarımız büyük ölçüde duruyor. Ne yapacağımızı bilemez hale geliyoruz. Toplu taşıma sekteye uğradığında nasıl yolculuk edeceğimizi bilmiyoruz. Elektrikler kesilip elektronik cihazlar çalışmadığında nasıl zaman geçireceğimizi bilmiyoruz. Marketlere gıda gelmezse yiyeceğimizi nereden temin edeceğimizi bilmiyoruz. Bunların hiçbirisini kafasına takmayan, içinde yaşadığı sistemin hiç aksamadan sonsuza kadar süreceği hayaliyle yaşayan insana şehirli insan diyoruz.
Hayatımız için gerekenleri üretmek amacıyla güne uyanmak, bu uğurda fiziksel varlığımızı zorlayarak gayretle çalışmak bizim yabancısı olduğumuz bir insanlık durumu.
Bizim için doğa sadece bir manzara, hayat değil. Instagram’da güzel görünen, layk alması garanti, havalı bir sosyal medya konsepti!
Onda en fazla yürür, kamp ateşi yakar, karavanımızla birkaç gün misafir olur ve bol bol story atarız. O evimiz değil. Hayatımızı sürdürdüğümüz yer değil. Hayatımızda mühim bir yeri yok. Biz ona sıkıcı hafta sonları kısa süreliğine uğrayan birer misafiriz sadece. Onun ritmine, gerçekliğine, acımasızlığına ve doyurucu bereketine dair hiçbir sahici bilgimiz yok.
Bu yüzden bir afet anında, şehirlerimizden önce hayatımızı üzerine kurduğumuz yaşam felsefemiz, iskambil kağıdından bir kule gibi çöküyor. O büyük ve ürpertici gerçekle yüz yüze geliyoruz. Bize yardım edecek kimse olmadığını anlıyoruz. Hayatımızdan sadece kendimizin sorumlu olduğunu fark ediyoruz. Kalabalık pazar yerinde anne ve babasını kaybetmiş bir çocuk gibi çaresizleşiyoruz. Aydınlanıyoruz.
Doğa bizi çağırıyor. Bazen bir deprem, bazen bir pandemi kılığında yapıyor bunu… Bu çağrıyı ciddiye alırsak iyi ederiz!
Bence gelecek için en stratejik plan, taşrada doğal malzemelerden yapılmış mütevazı bir mesken... Olabiliyorsa birkaç zeytin ağacı... Birkaç sağmal hayvan… Asgari maişetin temin edilebildiği küçük bir toprak…
Kapitalizmin üzerimizdeki tahakkümünü ancak üreticiliğe dönerek kırabiliriz! Markete değil toprağa bağlı olmamız gerekiyor. İnsanların toprağa bağlı oldukları zamanlarda kapitalizm toplumlar üzerinde bu kadar egemen değildi. Kapitalizmi, kültür endüstrisini hâkim kılmak için insanları üreticilik durumundan çıkarıp toplama kamplarını andıran metropollere doldurarak tüketiciye dönüştürmek gerekiyordu. Bunu başardılar!
Geleceğin kendini kurtaracak tek yaşam tipi, bu üretici insan tipi olacak. Bir bahçesi, zeytin ağacı, sağmal hayvanı ve ufku izleyebildiği manzarası olan üretici insan; ileride zengin, saygın ve bahtiyar kabul edilecek.
Bir kaos anında 20 milyonluk bir şehirden güvenlik ve gıda ihtiyacını garanti etmesini bekleyen bir şehirli, can yakıcı bir hayal kırıklığına kendini şimdiden hazırlamalı.