Devlet gücünü istismar edenler ve muhalif medyadaki çatışmalar
Devlet gücünü istismar edenler ve muhalif medyadaki çatışmalar
ALİ OSMAN AYDIN
Ebubekir Sifil’in TRT’de konuk olma süreci, geçtiğimiz günlerin dikkat çeken olaylarından biriydi. TRT 1’de Bekir Develi’nin sunduğu Ramazan Neşesi programından Sifil Hoca'ya ulaşarak konuk olması için davette bulunulmuş. Hoca teklifi kabul etmiş, ancak bir süre sonra programın önce ertelendiği, ardından tamamen iptal edildiği bilgisi verilmiş. Talimatın “yukarından” geldiği söylenmiş kendisine.
Sifil Hoca konuyu sosyal medyada gündeme taşıdı ve resmi olarak iptal gerekçesini öğrenmek için Bilgi Edinme Hakkı Kanunu çerçevesinde başvuruda bulundu. Bunun üzerine Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Sifil’i arayarak kendilerinin böyle bir karar almadığını, yaşananlardan üzüntü duyduklarını ve problemin çözüleceğini belirtmiş. Ancak Sifil, tüm bu yaşananlardan sonra programa katılmayacağını beyan etti.
Benim üzerinde durmak istediğim konu şu: Devlet içerisinde olup, devlet adına iş yaptığını söyleyerek kendi ajandası hesabına iş yapan birileri var! Bunlar devletin gücü kendi kişisel güçleriymiş gibi hareket ediyorlar. Yaptıkları işgüzarlıkları “yukarıya” dayandırıp, yukarının öğrendiğinde rahatsız olacağı şeyleri yapıyorlar, hiç çekinmeden.
İtiraz geldiğinde “yukarısı” böyle istiyor diyorlar. Halbuki yukarısı öyle istemiyor. O işin öyle yapılmasını isteyen kendileri.
Bunlar tabir caizse “yukarıyı” kullanarak “aşağıdakilere” zulmeden, bürokrasi içine yerleşmiş ara bir form. Bir çeşit parazitler. Virüs gibi. Müdahale etmediğinizde, kendi hallerine bıraktığınızda hızla çoğalıp her yeri kaplıyorlar. Sonra bünye hastalanıp hareket edemez hale geliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 6 Şubat depremlerinin yıl dönümünde düzenlenen “Bir Oluruz” töreninde Ziraat Bankası başkanının "buradaki en büyük hayırsever benim" sözlerine verdiği tepki de bu çarpık zihniyete karşı önemli bir örnek. Erdoğan, "Koskoca devlet bankasısın. Ben verdim deme! Devlet verdi... Bazen devlet kurumları hava atıyorlar da diyorum ki millet verdi, devlet verdi, sizler de sadece aracı oldunuz" diyerek, devlet kurumlarının şahsi çıkar ya da itibar kazanma aracı olarak kullanılmasına tepki gösterdi.
Bu tür bürokratlar hesap vermedikçe, devletin gücünü kendi çıkarlarına hizmet eden bir mekanizma gibi kullanmaya devam edecekler ve ediyorlar da… Eğer TRT benim yetkimde olsaydı, derhal bir çıkarma yapar, yöneticileri çağırır ve bu kararın kim tarafından alındığını sorgular, hesap sorardım. Kimse devlet adına operasyon çekememeli.
Muhalif Medyada Çatışma ve İtibar Savaşları
Öte yandan, muhalif basın içindeki çekişmeler de gündemde. Fatih Altaylı ve Yılmaz Özdil arasındaki atışmalar, Şaban Sevinç ile İsmail Saymaz’ın mal varlıkları üzerinden yapılan tartışmalar, Acarkent’te on milyonlarca liralık villada oturan gazeteciler ve Rasim Ozan Kütahyalı’nın Ece Üner, Levent Gültekin ve Fatih Altaylı hakkında yaptığı sert açıklamalar, muhalif medya içindeki bölünmeyi gözler önüne serdi. Görünen o ki muhalif medyada çarşı son derece karışık. Satış ve ifşada gazeteciler birbirleri ile yarışıyorlar.
Dikkat çekici gelişmelerden biri de İsmail Saymaz hakkında soruşturma başlatılması ve yurt dışı çıkış yasağı getirilmesi oldu. Saymaz, bu durumu “itibar suikastı” olarak değerlendirdi. İtibar suikastları meşhur olan bir gazetecinin günün sonunda “itibar suikastından” mağdur olduğunu söylemesi trajikomik.
Bakın birkaç örnek…
Sancaktepe Belediye Başkanı Şeyma Döğücü’nün ofisinde “jakuzi” olduğuyla ilgili yalan haberleri köpürtenlerden biri de Saymaz’dı. Jakuzi üzerinden haftalarca gündem yapmıştı eski belediye başkanını. Hatta eline mikrofon alıp belediye binasının içinden yayın yapmış, o meşhur “jakuziyi” bir türlü bulamayınca da büyük toplantı salonuna takılmış, “böyle toplantı salonu mu olur?” diyerek saldırılarına kaldığı yerden devam etmişti. O yayınlar üzerinden bir sürü insan Şeyma Hanımı küfür ve hakaret yağmuruna tuttu.
Saymaz sadece şahıslara itibar suikastları yapmadı. Kariyeri boyunca, kimi doğru haberler yanında hem şahısları hem de önemli kurumları hedef aldığı zamanlar oldu.
Geçen yıl PKK’nın TUSAŞ’a yönelik saldırısını ele alan bir haberinde, güvenlik önlemlerinin Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan’ın akrabası olan Mustafa Çiftçi’nin şirketi tarafından verildiğini iddia etmişti. Yani saldırı “kayırmacılıktan” dolayı gerçekleşti demeye getirerek iktidar ile birlikte TUSAŞ gibi bir kuruma da çamur atmıştı.
Oysa Dezenformasyonla Mücadele Merkezi, Çiftçi’nin sadece TUSAŞ Güvenlik Birimi’nde sözleşmeli çalışan bir personel olduğunu ve herhangi bir şirketle bağlantısının bulunmadığını açıklayarak bu iddiaları çürütmüştü. Ancak Saymaz’ın ortaya attığı yanlış bilgiler, hedef aldığı kişi ve kurumlara yönelik çok büyük tepki oluşmasını sağlamış ve siyasi tartışmalara neden olmuştu.
Bunlar yalnız iki örnek. Fakat bu iki örnek Saymaz’ın başkalarının itibarları konusunda ne kadar hoyrat, sert ve acımasız olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Bugün, Saymaz’ın kendisi hakkında yapılan haberleri “itibar suikastı” olarak nitelendirmesi, geçmişte başkalarına yönelik sergilediği acımasız tavırla çelişiyor. Keşke itibar suikastları konusunda ihtiyatla davranan, hassasiyet gösteren biri olsaydı. O zaman mevcut duruma biz de itiraz ederdik.