Kısır döngü
Kısır köftesini, bağ yaprağından yapılmış turşuyla yemeyi severim. Yanında da köy yoğurduyla yapılmış ayran varsa, tadına doyum olmaz.
Lakin sözün kısırını ve siyasetteki kısır döngüyü sevmem.
Her şey, (sanat, meslek, siyaset, vs) kendisini yenileyebildiği ölçüde ayakta kalır. Her şeyi geçmişin dar kalıplarına sığdırarak anlamlandıramayız. Bugünün dünyasını ve dünyadaki gelişmeleri çok iyi okumak durumundayız. Kutuplaşmış toplumlarda fikir ve düşünce gelişmez. Kutuplaşmış siyasal yapılar ve liderler özeleştiri ve empati yapılmasına rıza göstermezler. Dini inancı, dünya görüşü ve fikri ne olursa olsun, fanatize olmuş, kutuplaşmış toplumlarda hangi dünya görüşü egemense, hayata o pencereden bakılmakta ve ötekine kör ve sağır olunmaktadır. Eleştiri oklarını sürekli karşı tarafa yöneltip kendi dünyasını ihmal edenler, aslında kendilerine iyilik yapmıyorlar. Sadece kendi dünyasının haklarını savunup ötekini dışlayan bir dünya görüşünün evrensel ve uzun soluklu olabileceğini söyleyebilir miyiz? Bu milletin tamamının sorunlarına ve taleplerine duyarlı olmalıyız.
Eğer kendi ilke ve dinamiklerimizden rahatsız olmaya başlamış, özümüze dönmemiz gerektiğini söyleyenleri hainlikle suçlar hale gelmişsek, bir şeylerin çok yanlış gittiğini söyleyebiliriz.
Bütün bireylerin özgürce yaşayabilecekleri, kendi düşüncelerini ifade edebilecekleri zemini oluşturabilmek bu kadar zor mu? İktidarların görevi hukukun üstünlüğünü korumak ve her sınıftan insanların haklarının gasp edilmesini engellemektir.
Biz Müslümanız ve zulmün her türlüsüne karşı olmamız gerekiyor. “Eğer zulüm bizdense, ben bizden değilim” diyebilmeliyiz.
Güç, adaletle kaim olur. Eğer gücünüz var da adaletsizseniz zalim olursunuz. Adaletli fakat güçsüzseniz, o takdirde de aciz olursunuz.
Özgürlük taleplerine anlayış ve sempatiyle yaklaşmalı, karşı taraf şiddeti tercih etmedikçe kolluk güçlerinin devreye girmesine müsaade etmemeliyiz. Düşünce ve fikir özgürlüğünün karşısında olmamalıyız. Hiç kimse de bizlere Gezi olaylarını, 28 Şubat zulmünü, oligarşik vesayet, askeri darbe ve 15 Temmuz gibi kalkışmaları da meşru göstermeye kalkışmasın. Sahi bizler neyin kavgasını veriyoruz? Dindar ve muhafazakârlar olarak yirmi yıldır bu ülkeyi bizler yönetiyoruz. Ak Parti öncesi iktidarların, Refah Partisi, Özal ve kısmen de Menderes dönemini istisna tutarsak, çok rahat bir şekilde seküler olduklarını söyleyebiliriz. Ak Parti, farklı kültürlerin dünyasına yabancı değil. Milli Görüş’ün küllerinden doğması nedeniyle Türkiye’nin tüm fikir hareketlerini tanıyor. Bugüne gelinceye dek birçok bedel ödedi. Dolayısıyla geçmişte seküler yapıların kendisine reva gördüğü haksızlık ve zulmü bugün kendisi ötekilere yapmamalı. Hayatını seküler tarzda yaşayan bireylerin sizin gibi düşünme ve yaşama mecburiyeti yok. Ölçünüz adalet, hukuk, inançlara, fikirlere ve düşüncelere saygı olmalıdır. Seküler bir dünyayı arzulayanlar da dindarların iktidarına rıza göstermek durumundadırlar. Başkalarının özgürlük alanlarını genişlettiğiniz ölçüde kendinize zemin bulabilirsiniz. Din muameledir. Kişinin namazına değil, tuttuğu yola, yaptığı işe bakılır. Ehliyet, liyakat ve temsil kabiliyeti yoksa sırf sizden olması bir şeyi değiştirmez. Başkalarının özgürlük alanını genişletmeniz sizin özgürlük alanınızı daraltmaz. Seküler ve dindar diye bölünmüş dünyanın nimetleri aslında hepimize yeter. Anlayışsızlığın başladığı yerde kültürler savaşı kaçınılmazdır. Siyasetçilerin, toplumun önünde birbirlerini düelloya davet etmeleri ürkütücüdür.
Bu ülkede aydınların, entelektüellerin ve din alimlerinin sorumluluğu büyüktür. Aydınlarımız hem kendilerini, hem de kendi tabanlarını içeriden özeleştiriye tâbi tutmalıdır. Biz kendimizle yüzleşmediğimiz sürece başkalarının hatasını eleştirme hakkını kendimizde bulmamalıyız. Her eylemimiz, sözümüz doğru ve adaletli olmalıdır. “Ey iman edenler, niçin yapmadığınız şeyleri söylüyorsunuz”?
Türkiye’nin gündeminde sığınmacılar ve enflasyon konusu var. Göç ve mültecilik, uluslararası evrensel bir meseledir. Ümit Özdağ’ın veya CHP’nin ırkçı yaklaşımları ile Suriyeliler meselesinin çözümü mümkün değildir. “Bu bir vicdan meselesidir” diyerek bağrımıza bastığımız Suriyeliler ve diğer göçmenler, belli ki Ak Parti’nin başını ağrıtacak. Muhalefet ve özellikle Ümit Özdağ’ın köpürtmesiyle konu sürekli gündemde tutularak, Suriyelileri göndermeyeceğiz diyen iktidarı bile söylem değişikliği yapmaya zorlamıştır. Bu hassas konuya yönelik köklü ve adil bir çözüm kaçınılmaz olmuştur. Ankara, göçmenler konusunda Esad’sız bir formül üzerinden yürümeyi tercih ediyor. Güvenli bölgede oluşturulan briket evlerde yaşam, sizce uzun soluklu bir yaşamı garanti kılar mı? Esad, yönetimden uzaklaştırılmadan mülteci konusunun çözümü mümkün değildir. Acaba diyorum; Esad›ın ipini tutanlarla el sıkışacağımıza, bu meseleyi direkt Şam yönetimiyle halletmeye çalışsak ne kaybederiz? Benimkisi bir temenni ve konuya köklü bir çözüm bulabilmek için bir kaygı.. Biliyorum bu alternatif çok zor bir yol. Esad gibi katil bir adama güvenilmez diyebilirsiniz. Putin, Biden ve diğerleri sanki çok mu masum? Neden Türkiye-Suriye ilişkileri Rusya üzerinden yürüyor? Aslında asıl sorun Rusya gibi duruyor. Tıpkı Kürt sorununda olduğu gibi mülteciler konusunda da ivedi olarak akil, konunun uzmanı olan kişilerden oluşan büyük bir komisyon kurulmalıdır. BM’nin devreye girmesi için çalışma başlatılmalıdır. Bu meseleyi kaşıyan, köpürten ve toplumu birbirine düşürmeye çalışanlara fırsat verilmemelidir.
Enflasyona gelince.. Elimizdekilerle şükredelim etmesine de, Ak Parti iktidarı da elini taşın altına koyup yoksulluk ve varsa yolsuzluklarla mücadele etsin. Pahalılık ve ekmeğin küçülmesini hiç kimse istemez. Bunu en iyi Ak Parti bilir. Çözerse yine Ak Parti çözer inancını zedelemeyin.
Ben Ak Parti’ye, sermayesi buz olan adamın kıssasını okumasını tavsiye ediyorum. Vaktiyle Bağdat’ta bir adam, yüksek dağların mağaralarından getirdiği buzları satarak geçimini sağlarmış. Çok sıcak olmasına rağmen ekonomik durgunluk sebebiyle buz satışı fazla olmamış. Öğle sıcağı bastırınca buzlar yavaş yavaş erimeye başlamış. Tek sermayesi olan buzlarının gözünün önünde eridiğini görmek, adamın içini de eritmiş olmalı ki, “sermayesi eriyen bu adama acıyın!” diye bağırmaya başlamış. Siyaset ve insan ömrü de buz misalidir. Bir bakmışsın eriyip gitmiş.