Murat Ülker'den Prof Dr. Salih Tuğ ile ‘Başıma Gelenler’ kitabı üzerine özel bir röportaj
Ünlü İş adamı Murat Ülker, Prof Dr. Salih Tuğ ile ‘Başıma Gelenler’ kitabı üzerine özel bir röportaj gerçekleştirdi.
Ünlü İş adamı Murat Ülker, çarpıcı röportajlarına devam ediyor. Ülker, son olarak Başıma Gelenler adlı kitabın yazarı Prof Dr. Salih Tuğ ile bir röportaj yaptı. İşte o röportaj;
Tıbba meraklıyken, hukuk alanını nasıl seçtiniz?
Liseden itibaren tıp okumak niyetindeydim. Hatta operatör olmak istiyordum. Cerrahlık nasip değilmiş… Yine arkadaşların tesiri olmuş olabilir. Hukuk Fakültesi’ne ihtiyaten kaydımı yaptırdım. O kayıt sebebiyle derslerini dinlediğim hocalar vardı: Şükrü Baban, Ali Fuat Başgil, Hıfız Veldet Velidedoğlu, Ebülala Mardin, Hüseyin Nail Kübalı ve Roma hukuku hocası Andreas Schwarz. Schwarz benim hocam olmadı ama bilirdik derslerini. Esas hocam Ali Fuat Başgil’di. Anayasa Hukuku derslerine girerdi. O dersler birinci sene beni hukuk alanına kaydırdıBöyle şeyler kaderle izah edilir. Senelerce kendini cerrah olmaya şartlandıran Salih üç ayda ders dinlemekle hukuk yoluna giriverdi.
Nasıl bir öğrenciydiniz? Başarınızın arkasında ne vardı?
Okul hayatım boyunca çalışkan bir öğrenci oldum. Meslek hayatımda da başarılı olmaya çalışan bir insandım. Sınıfları takıntısız geçmek için canımı dişime taktığımı biliyorum. Sosyal ve kültürel faaliyetlerde çok aktif değildim ama yardım ettim, omuz verdim. Okulu bitirip çalışmaya başladığımda bir sefer arkadaşlarım, ceketinizin omuzları pürüzlenmiş, çok sık giyiyorsunuz galiba, dediler. Evet, çok kimseye omuz verdim. O yüzden olsa gerek, pürüzlenme diye bakmayın, o benim için apolettir, diye cevaplayan hocam şöyle devam ediyor: Kendi sahamda müteşebbis olduğumu söyleyebilirim. Sportif bir hayatım oldu, girginimdir. Çocukluğumdan itibaren mahalle hayatına katıldım, oyunun her çeşidini yaşadım. Spor alanında ağabeylik yaptım. Herkes bana Salih Ağabey derdi. O ağabeylik belki tabiatımdan gelen bir şeydir. Bey ya da hocam diyebilirlerdi ama ağabey dediler. Liseden sonra açıldım, üniversitede daha girgindim; ilerlememde payı var.
İlk parayı nasıl kazandınız?
Kuran derslerinde bir gün “Bir yerde hatim duası var, seni de götüreceğiz.” dediler ve götürdüler. Orada da bir aşr-ı serif okudum, nasıl okuduğumu hatırlamıyorum. Ev sahibi pek beğenmiş olacak ki cebime bir şey koydu. Ne olduğunu bilmiyorum. Para nedir, Kuran okununca para mı alınır, bunlardan haberim yok. İş bittikten, ben eve yollandıktan sonra bir de baktım 20 kuruş, büyük para, 5 kuruş bile büyük para benim için. Ne güzel dondurmalar aldım onunla…
Anılarınızda son dönem İslam alimlerinden Prof. Dr. Muhammed Hamidullah’a büyük bir bölüm ayırmışınız. Bunun nedeni nedir?
Hamidullah hoca benim doktora hocamdı. Hocanın düşüncelerini işiten bazı tanıdıklarım: Bu adama dikkat et, yanlış fikirlerin adamı olabilir, telkinleriyle seni yanlış yere sevk edebilir. Mademki masonlar ve daha başka bize yabancı olanlar ona iltifat ediyorlar, herhalde bu adam da onlardandır, gibi gerçeklerle bağdaşmayan ikazlarda bulundular.
Vesayet sürüyor, diyorsunuz, bu ne demek?
Siz şimdi kalkıp lise kurmak isterseniz, böyle bir hakkınız yok. Bir kısım Kuran kursları müstesna, özel teşebbüsün din öğretme hürriyeti hala yok, vesayet sürüyor. Buna mukabil dini eğitim veren pek çok cemaat var. Kendi istedikleri biçimde muhtelif niteliklere sahip insan yetiştirmeye gayret ediyorlar.
Ben ve arkadaşlarım da gençken sormuştuk hocamıza ve daha başka üstatlara; biz yeterli bulmuyoruz müfredatı, başkaca nerden, neyi, nasıl öğreniriz diye?
Salih Tuğ hocam o vakit İstanbul Üniversitesinde, İslami Araştırmalar Enstitüsü başkanı idi. Samimiyetle cevapladı bizi, her kitabı okuyun; yanlış da öğrenseniz sonra düzelir, dedi ve bizi uyardı başımıza geleceklerden: Genç yaşta tarih okuyanlar şia, hukuk (fıkh) okuyanlar da zındık olur dedi. Benden de bisküvici oldu.
Geçen hocamı ziyaret ettik. Kendisinin uzun yıllardır başkanlığını yaptığı TMK Vakfı’nda devir teslim için, yeni başkanımız yine çok kıymetli bir eski hocamız rahmetli Sabahattin Zaim beyin oğludur. Salih hocamızın misafir kaldığı, damadı, Dumlupınar Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak beyin evine yollandık, güzel bir karşılama ve kahvaltı ile başlayan günümüz, hocamızın oğlu Abdullah bey ve kerimeleri Amine hanımla da müşerref olduğumuz güzel ve faydalı bir sohbetle noktalandı.
Gidip yerinde görmüşken mutlaka Dumlupınar Üniversitesi’nden de bahsetmeliyim. Dumlupınar malum meydan muharebesinin olduğu, büyük zaferin kazanıldığı, bağımsızlığımıza yeniden sahip olduğumuz yerde şimdi 46 bin kişilik bir üniversite var, yaklaşık 9500 yabancı öğrenci okuyor. Son yıllarda Anadolu’da, Bursa, Konya vb şehirlerde kurulan bu büyük üniversitelerin bulundukları illerde bir çok başka faydası da oluyor. O şehrin sosyal, iktisadi iklimini değiştiriyor, kapsayıcılık ve çeşitlilik anlayışını geliştiriyor, dünyaya entegre ediyor. Rektör hocamızın verdiği rakamlara göre üniversitede Azerbaycan, Somali, Suriye, Irak, Filistin, Endonezya, Fildişi Sahili, Cibuti, Çin, Lübnan, Almanya, Brezilya, Rusya, Yunanistan gibi 60’dan fazla farklı ülkeden öğrenci okuyor.
Dumlupınar Üniversitesi’nin bir başka özelliği özgün mimarisidir. Kütahya il merkezinde yer alan Evliya Çelebi Yerleşkesi, 7 bin 500 dekarı aşkın bir alanda Selçuklu ve Osmanlı mimari felsefesi üzerine kurulmuş. Yerleşkeye giriş, Yerleşkenin ortasında yer alan iki büyük kule ile yanlara doğru küçülen kuleler ve bu kulelerin arasındaki kemerli girişlerin olduğu taç kapıdan sağlanıyor, bu haliyle oldukça etkileyici.