Dursun Gürlek, sesine Almanların, Fransızların dahi bigane kalamadığı meşhur Hafız Sami Efendi'yi anlattı. Dunyabizim'den Eyüp Sami Yavaş notlarını aktarıyor.
Dursun Gürlek hocanın Üsküdarlı Ali Efendi hakkındaki konuşmasını yazmaya çalışmıştık. Hoca, o konuşmanın akabinde, önceki bahsi noktalayıp Hafız Sami Efendi’yi anlatmaya başlamış idi. Dursun Gürlek hocaya uzun ve hayırlı ömürler dileyerek notlarımı aktarmaya çalışayım:
Hafız Sami, Makedonya/Üsküplü. Sıkıntılı bir gençlik geçiriyor merhum ama hepsinden öte annesine çok bağlı olup onu da erken yaşta kaybetmiş olması ağır geliyor. Bu acı onda ta ölümüne kadar baki kalıp, yaşamında da kimi zaman ani krizler, titremeler gelmesine sebep olurmuş. Aniden titremeye başlar, kendisini sakinleştirmeye gelenlere de dönüp, “bırakın beni, bırakın beni, beni annemin perileri zaptetti” dermiş. Bu hali görenlerin bazıları, delidir biçaredir deyip geçer, onun sıradan bir deli olmadığını bilenler ise anlayış gösterirlermiş.
Bu kriz sonrasında doğruca annesinin kabrinin yolunu tutar ve herkeslerden uzak, gözyaşları içinde Kur’an okumaya başlarmış. Onun, bu doğal haliyle okuduğu Kur’an’ının lezzetini bilen halk da onun peşisıra mezarlığa gider, uzun otların yahut ağaçların arkasına gizlenir ve çıt çıkarmadan dinlemeye koyulurmuş, Hafız Sami’nin o yangın olup göğe yükselen sesini. Tabi bu yangına hayvanat, hele de aşkından dolayı biçare biçare ötüşmesiyle klasik edebiyatımızda da müstesna bir yere sahip olan bülbül ilgisiz kalır mı? Dursun Hoca, bülbüllerin gelip onun omzuna konduğunu görenlerin olduğunu da ilave etti. Atasözümüz sanırız bir kez daha kendini hatırlattı: “Damdan düşenin halinden damdan düşen anlar.”
“Sen sesine ne yaptın, boğazına ne yaptın”
Hafız Sami, Halıcıoğlu’nda bulunan bir handa tam 8 yıl görev yapıyor. Bir zaman Sultan Reşat onu yakınına almak istiyor biraz daha ama Hafız Sami kesin bir dille “ben emir altına girmem” diyerek reddediyor. Bir vakit sonrasında da aynı teklifi Enver Paşa kendisine yapıyor, cevaben de ona, “ben senin padişahına bile bakmadım, sen kim oluyorsun” diyor. Nev-i şahsına münhasır birisi.
İstanbul’un –fiilî- işgal yıllarında bir Alman komiser Hafız Sami’nin sesini duyup mest oluyor, yakasına yapışıp bırakmıyor adeta. “Sen sesine ne yaptın, boğazına ne yaptın” diyerek bunaltıyor iyice Hafız Sami’yi. Merhum da ısrarla bunun çıplak sesi olduğunu söylüyor. Alman, “hayır, bunun imkanı yok. Siz muhakkak boğazınızı bir platinle kapladınız. İnsan hançeresinden böyle bir sesin çıkmasının mümkünatı yok” cevabını veriyor.
Buna benzer bir olay daha var: Bir Fransız –bizim tam olarak anlayamadığımız- Paris’te bulunan bir ses müzesine Hafız Sami’nin sesini istiyor ama o reddediyor. (Öyle olacak ki kaliteli seslerin kaydedilip de kayıtlarının tutulduğu bir yer.) O ezan okumaya başladığında İstanbul’un trafik memurluğunu üstlenmiş olan İtalyanların da tam o esnada tüm trafiği durdurup ezanını dinledikleri de aktarılanlar arasında.
Şair Baki'nin yanına defnedildi
A. Rıza Sağman, Sami’nin 1936’da hastalandığını belirtiyor. Yalnız Hafız’a göre bu tamamen manevi bir hastalık. Ahirete göçüşüne yakın zamanlarda, geceleri hiç uyumayıp daima ‘ah anam’ diyerek inleyip, ağlıyor. Nihayet kızkardeşinin ısrarlarına dayanamayıp doktora gitmeye karar kılıyor, yola çıkıyorlar, doktora varılmasına az bir zaman kala kızkardeşine, daha fazla gidemeyeceğini, geri dönmek istediğini söylüyor. Kardeşi, çok az bir yol kaldığını söyleyip ısrar edince peki deyip, birinci adımını güç bela ileri atıyor, ikinci adımını da attıktan sonra gökleri yararcasına bir “Allahhh” nidası çekip yere kapaklanıyor.
Artık Hafız Sami, hem Rabbine hem de yıllardır özlemiyle yandığı annesine kavuşmuş oluyor böylelikle. Tarih: 26 Nisan 1943. Fatih Camii'nde cenaze namazı kılınıp, Edirnekapı mezarlığına, şair Bâkî’nin yanına defnediliyor. Allah rahmet eylesin, el-fatiha...
Kaynak: Dunyabizim