Her şey “Muasır medeniyet seviyesi”ne çıkmak için!
Güzellik yarışmaları organize edenlerin en güçlü argümanı, “Muasır Medeniyet seviyesi” vurgusudur…
Türkiye, güzellik yarışmaları sayesinde “Muasır medeniyet seviyesi”ne yükselecek, “uygar milletler düzeyine erişecek”tir!
“Çıplaklık uygarlık olsaydı, anadan üryan gezen yamyamlar, dünyanın en uygar toplukları olurlardı” deme basiretini kimse göstermiyor. Zira bu işin sonunda Ankara’nın hışmına uğramak talihsizliği de var: Ankara muhaliflere sürekli olarak kaş çatıp parmak sallıyor!
İtiraz edenleri dünya cehennemine fırlatıyorlar: “Yan ve öl”!
Aile devlet tarafından yönlendirilip yönetilen büyük saldırılar karşısında korumasız kalıyor.
Ama dedik ya, toplumda yüzyıllarla oluşmuş “muhafazakâr damar” kısmen de olsa hâlâ yaşıyor. Bu da, her şeye rağmen, yarışmaya katılma konusunda isteksizlik yapıyor.
Bu yüzden Cumhuriyet, yarışmaya katılmakta tereddüt gösteren kızların ve ailelerin “milli” duygularına hitap etme gereği duyuyor: “Güzellik kraliçeliği milli bir vazifedir” başlıklı bir haber yayınlıyor. Başlığın hemen altına ise şöyle bir “suçlama” yerleştiriyor:
“Eğer 1931 Kraliçesi güzel olmazsa (yani gerçek güzeller yarışmaya katılmaz da, çirkin biri ‘kraliçe’ seçilirse), kabahat münevver Türk güzellerinindir.”
İşin ne kadar sıkı tutulduğunu, hafif mazbut ve mütereddit kızları yarışmaya katılmak için milli duyguları nasıl galeyana getirmeye çalıştığını görüyor musunuz?
Soyunmak ve soyunuk olarak erkeklerin karşısına çıkmak “milli görev”, yani “vatan borcu” oluyor:Sanki vatan savunmasına çağırıyorlar!
Neyse: 1931 yılında yapılan Güzellik Müsabakası’nda Naşide Saffet Hanım güzellik kraliçesi seçiliyor. Ama gürültü-patırtı bitmiyor: Naşide Saffet’inöğretmen olması, toplumda, “Çocuklarımızı bir yarıçıplağa mı emanet edeceğiz?” tartışması başlatıyor.
O yıllar “Cumhuriyetin kadın öğretmeni” tiplemesinin idealize edilerek kadınlara sunulduğu yıllardır…
Unutmayalım ki, “Çalıkuşu” romanı böyle bir “sipariş” sonucu yazarı tarafından eski yazımıyla taban tabana zıt şekilde değiştirilmiş ve “Cumhuriyetin romanı” olmuştur.
Düşünün ki, cumhuriyet rejiminin fikir babalarından Falih Rıfkı Atay bile dayanamayıp, 26 Ocak 1931 tarihli Milliyet’te şunları yazmıştır:
“Güzellik temiz ve asil bir şeydir. Fakat muallimlikle bu müsabakalar arasında bir tezat olduğuna da şaşmamak lazım gelir. Eğer Maarif Vekilliği deniz esbabı ile dolaştırılmış, ayak bileği, kalçası ölçülmüş ve talebeleri tarafından gazetelerde çıplak resmi görülmüş bir hoca hanımı sınıf içinde biraz garip bulursa eski kafalık göstermiş olmayacaktır.”
Bozguncular sınır tanımıyor. Aileye “Batı virüsü” bulaştırılıyor. İşe kadınlardan başlanıyor, çünkü kadını bozulan toplum, kısa süre içinde tümüyle bozulur!
Şimdi, İsviçreli aile hukuku profesörü Gaston Jezz’i tekrar hatırlamanın tam sırasıdır:
“Türk milletinin elinden aile nizamını alınız, geriye hiçbir şey kalmaz”…
Bakın bakalım, ne kaldı?