Şifayı veren kim?
Şifayı veren kim?
SEFA SAYGILI
Maalesef bazı kötü niyetliler hastaları iyileşmeyince tedavi eden doktora, sağlık personeline saldırabilmektedirler. Bunun örneğini sık görüyoruz. Hâlbuki tedavi etmek ve şifa vermek farklı şeylerdir. Doktor tedavi eder, şifayı veren Allah’tır.
Şifa Allah’tan
Gerçekten hastalığa yakalanmak gibi iyileşmek de birçok faktörün bir araya gelmesiyle ortaya çıkar. Falan ilacın veya falan tedavi yönteminin filan hastalığın iyileşmesine sebep olduğu söylenebilse de; şifa bulmak, bugün tıp âleminin sırrını tam olarak çözemediği bir muammadır.
Bazen çok ağır bir hasta mucizevî bir şekilde iyileşmekte, bazen de basit bir soğuk algınlığı umulmadık acı sonuçlara yol açabilmektedir.
45 yılı bulan hekimlik hayatımda bunun sayısız örneklerine şahit oldum. ‘Ömür boyu sürer’ denilen akıl hastalıklarının düzeldiğine veya basit görülen bir ruhsal bunalım yüzünden üstelik ihtimamla yapılan tedavi girişimlerine rağmen akli dengenin tamamen yitirildiğine şahit oldum.
Psikiyatri dünyasının saygın dergilerinden birinde yer alan bir araştırma, hastalıklardan iyileşmenin farklı bir boyutunu daha ortaya koydu: Beyin, yaratılışı gereği, dış bir sebebe bağlı kalmaksızın iyileşmede önemli bir rol oynamaktaydı.
Araştırmacılar, depresyon ilacı aldığına inanarak etkisiz bir maddeyle (plasebo) düzelen hastalardan yola çıkarak, şu sonuca varıyorlardı: Hepimizin beyninde kendi kendini iyileştirme yeteneği vardır.
Gerçekten şifa, hiç tahmin etmediğimiz pek çok faktöre bağlı olarak ortaya çıkan esrarengiz bir olaydır. İster ağır isterse sıradan bir hastalığımız olsun, iyileşmenin gizli formülü ilaç prospektüslerinde değildir. Ne doktorlar, ne modern hastane donanımları, ne de sık sık öncekinden daha etkili olduğu iddiasıyla bir yenisi piyasaya sürülen ilaçlar, hastalıktan şifa bulmanın yeterli sebebi olmamaktadır.
İyileşme; en iyi şekilde, yaralanmış veya hasar görmüş bir organın sağlıklı hâle gelme süreci (olayı değil) olarak tanımlanabilir. Çoğumuz küçükken mutlaka en azından birkaç kere düşüp dizimizi yaralamışızdır. Ayağa kalkıp biraz ağladıktan ve üzerimizi silkeledikten sonra, hiçbir ilaç almadan veya merhem sürmeden mucizevi bir şey olmaya başlamıştır. Bu, iyileşme sürecidir. Kendimizi iyileştirmemişizdir, ne kadar sürdüğünü de bilmeyiz. İyileşme süreci, yaşamanın tabiatına yerleşmiştir. Hiçbir cerrah, doktor veya şifacı bir hastayı iyileştiremez. Daha çok tedavi sürecinin iyi bir şekilde oluşması için en uygun ortamı sağlar.
Dizimizdeki yara, zaman içinde şifa bulur ama işlem bizim davranışlarımızla bağlantılıdır. Eğer yarayı antiseptikle temizlersek, mikrop kapmasını önleriz. Eğer kemikleri hareket ettirmezsek veya yarayı kaşımazsak yara tekrar açılmaz. O halde, prensip olarak iyileşme, kendi tavrımız ve tutumlarımızla sağlanır.
Ruhsal açıdan iyileşmek, kararlı bir şekilde enerji harcayıp geçmişte neden bazı yaralar alındığını anlamak ve buna uygun koruyucu tedbirler almaktan, moralimizi ve şifa bulacağımıza inanmaktan geçmektedir.
Yeni hastalıklar
Bilim, tıp ve fen ilerledikçe bazı hastalıklar geriliyor ama onların yerine başka hastalıklar çıkıyor. Günümüzde birtakım yeni mikrobik salgınlar zuhur etti. Afrika’da bazı ülkeler kırılıyor, bakıyorsunuz bize de sıçramış. Bazıları, bu hastalığın tedavisi yoktur demiş. Herhangi bir hastalık için mutlak olarak tedavisi yoktur demek doğru değildir. Bugünkü tıp tedavi edemiyor demek uygun olur.
‘Doktor Tedavi Eder, Şifa Veren Allah’tır’
Mehmet Akif’in mısraları doğruyu göstermektedir:
“Hekim ilaçları oğlum, bütün tesellidir
İlaç yiyip iyi olmak, o bir tecellidir”
Hekim Teselli Eder
Burada rahmetli hocam Ayhan Songar bir yazısında şöyle diyordu:
“Hekim nadiren şifaya kavuşturur, sık sık teskin eder, ama daima ‘teselli’ eder” diye boşuna söylememişler. Hekimin tedaviden önce gelen vazifesi ve sanatı “teselli”dir. Yoksa Nidâî’nin dediği gibi,
Deme kim sağalttım (şifa verdim) ben filânı
Eğer edersem gerçektir yalanı
Veren derdi Huda, derman onundur
Ne dilerse eder, ferman onundur.”