Benim 15 Temmuz’um…
Bu yazıyı, bugün değil, ilerleyen senelerde kaleme almayı düşünüyordum. Onuncu yılda veya daha ileride bir zamanda. Ancak vazgeçtim.
Ölümlü dünya, fani insan.
En güzeli, bugünün işini yarına bırakmamak.
Sözü uzatmayalım, hemen konuya girelim.
Atatürk Havalimanı’ndaki silahlı ve bombalı terör eyleminden bir gün sonra Bosna’dan İstanbul’a ziyaretimize gelen eşimin ailesiyle birlikteydik. Günün yorgunluğunu, bir çay bahçesinde, birer kahve yudumlayarak atmaya çalışıyorduk.
O akşam, İstanbul için bile sıra dışı denilebilecek, bir trafik yoğunluğu vardı. Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprülerinde, trafik tamamen durmuştu. Her iki köprü, ‘askerler’ tarafından kapatılmıştı.
Garip bir şeyler olduğu çok açıktı. Yeni bir terör eylemi, misafirlerimizle birlikte, apar topar evimize geçtik. Haber kanalları ve web siteleri arasında hızlı bir tur yaptık.
Ardından, bugünlere gelmemizde büyük emekleri bulunan, kıymetli bir ağabeyi aradım. Bütün bu olan bitenden kendisini haberdar ettim. 17/25 Aralık darbe girişiminin devamını getirmeye çalıştıklarından şüphelendiğimi söyledim.
Kısa bir süre sonra bana geri döndü. Şüphelerimin doğru ve durumun kritik olduğunu söyledi. Üniformalı FETÖ/PDY militanlarının bir kalkışma girişimi vardı.
Rahmetli Necmeddin Erbakan Hocamıza ve onun şahsında vatanımıza reva görülenler gözümde canlandı. Bu sefer, evde durmak yerine, bir şeyler yapmak gerekiyordu. Tek kelime Türkçe bilmese de, Türkiye’nin ne anlama geldiğini çok iyi bilen kayınpederim ile birlikte evden ayrıldık. Babam ve iki kardeşim ile buluşup, ne yapacağımızı konuştuk.
O gece, henüz daha Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın akıbeti belli değilken, tavrımızı ortaya koyduk. Sadece biz değil. On binlerce insan sokağa indi, meydanlara çıktı.
Bunu partili olduğumuz veya Sayın Erdoğan’ı sevdiğimiz için yapmadık. Öyle yapmamız gerekiyordu ve yaptık.
Kendi özgür irademizle. Fıtratımız doğrultusunda.
Bunları söylüyor olmak, yanlış anlaşılmaya sebebiyet verebilir. Vermesin.
Dememiz odur ki, bir parti bünyesinde olmadan yahut işaret gelmeden de doğru işler yapılabilir.
Devam edelim.
Bir süre bulunduğumuz ilçede araçla tur atıp, insanları sokağa çağırdık. Bu esnada Bosna, Kosova, Makedonya ve Arnavutluk başta olmak üzere tüm Balkan ülkelerinde yaşayan dostlarımız neler olduğunu soruyordu. Sosyal medyadan Türkçe, Bosnaca ve İngilizce mesajlar gönderip, elimizden geldiğince, olan biteni duyurduk.
Ardından, kardeşlerimle ayrıldık. Bir kısmımız arabayla, bir kısmımız yürüyerek Atatürk Havalimanına doğru yola çıktık. Manzara tam olarak şöyleydi: Birileri vatan savunmasına destek vermek için koşarken, birileri de bankamatiklere, fırın ve süpermarketlere hücum ediyordu. Yalan yok, üniformalı teröristlere alkış tutanlar da az değildi.
O gece camilerden okunan salâdan sonra, şu cümleyi duyduk: “Vatan kuşatma altındadır. Türklük tehlikededir.”
Meselenin özü ve özeti budur. Siyasiler ‘demokrasi’ veya başka şeyler diyebilir, desinler. Bizim için vatan müdafaası, İslam kalma çabası ve bağımsızlığı muhafaza uğraşıdır.
Kimi bunu anladı, kimisi de imtihanı kaybetti.
Yeniden o geceye dönelim.
E-5 yolu neredeyse durmuştu. İnsanlar, yürüyerek, havalimanına ulaşmaya çalışıyordu. Biz, sahil yolu üzerinden, havalimanına ulaştığımızda; üniformalı teröristleri yönlendirdiği tankları gördük.
Şartlar ne olursa olsun vatanı ve milleti savunmaya mecburduk. Araçtan indik, yola yürüyerek devam ettik. Nice devletli geceyi geçirecek güvenli adres ararken, milletin hayırlı ve sadık evlatlarıyla birlikte, tankların önüne dikildik. Ne tankların namlusu, ne de üzerimizden alçak uçuşla geçen uçakların sortileri milletimizin gözünü korkutabildi.
“Onların silahları varsa, bizim de iman dolu göğsümüz var” cümlesi, canından vazgeçen milli yüreklerin şahsında, ete kemiğe büründü. Orada bulunan herkes aynı şeyi söylüyordu: Gerekirse ölürüz, fakat vatanımızın öldürülmesine müsaade etmeyiz.
O gece, korkakların kıyameti oldu. Kumpas ehli hainler, korkusuzluk duvarına tosladılar. Ellerindeki silahları ve tankları bırakıp kaçtılar.
Gecenin sabaha doğru yönelmeye yüz tuttuğu saatlerde; havalimanında durum kontrol altına alınmaya başlayınca, yeniden araçlarımıza binip, Vatan Emniyet’e doğru yola çıktık. Burada da durum kontrol altına alınmaya başlayınca, Harbiye’deki TRT Genel Müdürlüğü binasına doğru gitmeye çalıştık. Ancak başarılı olamadık. Yeniden havalimanına doğru yola çıktık.
Atatürk Havalimanı ile Taksim arasındaki yolda bir şey dikkatimizi çekti. İki nokta arasındaki yolun hem gidişi hem de dönüşü gidiş-dönüş olarak çalışıyordu. Ancak hiçbir araç kazası yaşandığına şahit olmadık.
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, durumun kontrol altına alındığına kanaat getirip, evimize geri döndük. Kapıdan içeri girdiğimizde, Sayın Cumhurbaşkanımız havalimanı önündeki topluluğa sesleniyordu.
Her fırsatta şunu söylüyoruz: “Vatan sevgisi imandandır.”
Sadece söylemekle değil, yapmakla da mükellefiz.
15 Temmuz gecesi, aziz milletimiz; omzu kalabalık, ama kalbi karanlık tetikçilere vatan sevgisinin ne olduğunu gösterdi. Çok şükür.
Yazımızı bir itiraf ve bir hatırlatma ile noktalayalım.
Önce itiraf: 15 Temmuz’un ardından düzenlenen hiç ‘demokrasi mitingine’ katılmadım.
Ve bu da hatırlatma: O gece ortalıkta görünmeyen bazı kimseler, demokrasi mitinglerine katıldılar. Bu kişilerin bir kısmı şimdi bize, kürsü ve ekranlarda 15 Temmuz direnişini anlatıyor. Bunu da hafızamızın bir kenarında bulunduralım.