Asıl düşmanlarımız…
Nereden ve nasıl başlayalım?
Galiba, en iyisi buradan: Diyelim ki birkaç tavuğunuz ve bir sürü civciviniz var. Bunların tam ortasına koca bir tabak haşlanmış bulgur koydunuz.
Civcivlerin ilginç bir alışkanlığı vardır. Civcivlerden bir tanesi, bir bulgur tanesini alıp kaçmaya başlar. Amacı, onu bir köşede yemektir.
Onun bulgur tanesini alıp kaçtığını gören diğer civcivler, bir tabak bulguru bırakıp, hemen o civcivin peşine düşerler. Ve bir kovalamaca başlar. Geriye döndüklerinde ise, bir tabak bulgurun tavuklar tarafından bitirildiğini görürler.
Küçük devletler ile büyük devletler arasındaki fark tam da böyledir. Küçük devletler, bir bulgur tanesini elde etmek için birbirleriyle uğraşırken; büyük devletler, bir tabak bulguru midelerine indirirler. Küçük devletler, geriye dönüp baktıklarında, iş işten geçmiş olur. Mesela: Türkiye ile Yunanistan, karasuların 12 mile çıkarılıp çıkarılmaması konusunda, birbirini kovalıyor.
Türk milletinin düşmanı, Yunanlılar falan değildir. Yunanlılar, bize düşman olamayacak kadar küçük bir kuvvettir. Türkiye ile Yunanistan, birbirini kovalarken; işte, Amerika dünyayı ele geçiriyor!
Türkiye, elbette, küçük bir devlet de değildir. Yeni öğrendim: Adolf Hitler, Haydarpaşa Garı’nın inşaatında çalışmış. Kaynağımızı da söyleyelim: Ziya Nur Aksun’un Enver Paşa ve Sarıkamış Harekâtı isimli kitabı. (Ötüken Yayınları, Sayfa 51)
Sadece bu örnek bile, Türkiye’nin ne kadar büyük bir devlet olduğunu gösteriyor!
Peki, o halde, Türkiye’nin gerçek rakibi / düşmanı kimdir?
Anketler de gösteriyor ki, Türk halkının ezici çoğunluğu İngiltere, Amerika ve İsrail’i sevmiyor. Bu üçlüyü, milletimiz ve İslam dünyası için bir tehlike olarak görüyor, düşman olarak kabul ediyor.
Milletimizin en büyük tehlike olarak İngiltere, Amerika ve İsrail’i görmesi, elbette boşuna değildir. Şurası bir gerçek: Ortada bir ekip çalışması var!
İngiliz siyaseti, yüzyıllardan beri, ince görmek üzerine inşa olmuştur. Bir başka ifadeyle: Türk milleti ve İslam dünyası, yüzyıllardır, İngiliz kumpasından kurtulmak için çaba harcıyor.
İngilizlerin bu topraklarda yapıp ettikleri ve Türkler hakkındaki düşünceleri herkesin malumudur. Dün, Musul’dan Çanakkale’ye varıncaya kadar, onların, bizim yaşama azmimizi ortadan kaldırma gayretine karşı direndik. Bugün Akdeniz’de ve Ege’de bu direnişe devam ediyoruz.
Tam burada, dönemin Erzurum mebusu Hüseyin Avni Ulaş’ın, 4.3.1339 tarihli T.B.M.M gizli zabıtlarında yer alan konuşmasına kulak verelim: “Karşımızda yegâne düşmanımız İngiliz’dir. Bugün de yarın da İngiliz dostluğuna inananlar aldanırlar. Memlekete bilmeyerek hıyanet ederler. İngilizler bu millete ebediyen dost olmaz.” (Erzurum Kitaplığı, Mayıs 1996, Sayfa 120)
Haklı olarak, “İngilizlerle, Amerika ve İsrail’in ne bağı var?” diye sorabilirsiniz.
Açıklayayım: Bugün, İngilizlerin yerini, İngiliz-Siyonist medeniyetinin ürünü olan Amerika Birleşik Devletleri aldı.
Amerika, İngiliz medeniyetinin bir uzantısıdır. Daha gelişmiş bir modelidir. İngiltere’siz bir Amerika, iskeletsiz bir insana benzer. Bununla birlikte Amerika’nın savunması, Vaşington’dan değil, ta Londra’dan başlar.
1912 yılında yeni seçilen Amerika Başkanı Wilson’a, Türkiye’ye atanacak büyükelçinin kim olacağını sorarlar. Wilson, şu cevabı verir: “Türkiye diye bir devlet yok ki, elçi göndermeye ihtiyaç olsun.”
Aradan geçen bunca yıla rağmen, Amerika’nın Türkiye’ye bakışı hâlâ değişmemiştir. Demokrat Parti’nin başkan adayı olan Joe Biden’ın, Cumhurbaşkanımızı ve Türkiye’yi hedef alan, demokrasiye müdahale etmekten bahseden sözleri böyle okunabilir, okunmalıdır.
Uzatmayalım ama devam edelim.
İşgalci Yunan askerlerini İzmir’e çıkaran filonun içinde Amerikan gemilerinin olduğu bilinmektedir.
Yunan askerlerinin İzmir’den tahliyesi sırasında da Amerikan gemileri görev yapmıştır.
Amerika, Kıbrıs Barış Harekatı’na karşı çıkmıştır, bu yüzden Türkiye’ye ambargo uygulamıştır.
Ege denizindeki ortak tatbikatta, Amerikan savaş gemisinden atılan füze, en seçkin savaş gemilerimizden Muavenet’i batırmıştır.
Türkiye’deki darbelerin, mesela 12 Eylül, 28 Şubat, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbe girişimlerinin arkasında Amerika’nın olduğu, herkes tarafından bilinmektedir.
Osmanlı’dan bugüne, Amerika, Türkiye’ye özellikle Yahudi kökenli büyükelçiler atamıştır. Bu elçilerin birinci görevi, Türkiye ile İslam dünyası arasına set çekmek olmuştur.
Yahudi demişken…
İsrail ise, İngiltere-Amerika ilişkisinden meydana gelen bir çocuktur. İngiltere ve Amerika arasındaki resmiyete rağmen, İsrail “gayrimeşru” bir yapıdır.
İsrail’i ilk tanıyan devlet Amerika, ikinci tanıyan devlet ise İngiltere’dir. Bağımsızlık ilanından beş on saniye sonra. İşte, ekip çalışması dediğimiz tam da böyle bir şeydir.
İsrail’in yıllardır devam eden insanlık dışı saldırıları orta yerde duruyor. İsrail vuruyor, öldürüyor, işgal ediyor.
Nurettin Topçu, Temmuz 1967 yılında kaleme aldığı, İslam Davası ve Yahudilik başlıklı yazısında şunu söyler: “İsrail orada durdukça, İslam ve Türk dünyası tehlikededir. İstikbal ya birinin, ya ötekinindir.”
Biz de şunu söyleyelim: İsrail, şu ana kadar gerçek bir devletle karşılaşmadı. Karşılaştığı gün, kuşkusuz, bütün yaptıklarının cezasını çekecek.
Artık toparlayalım.
Türkiye, küçük devletler ile zaman kaybetmek yerine; Anadolu’ya ve İslam dünyasına huzur getirecek, talepkâr bir dış politika izlemelidir. Bunun yegâne yolu Amerika, İngiltere ve İsrail’in hamlelerine karşı, yeni ve daha caydırıcı taktikler geliştirmektir.