Hilafet ve Cihat Konusunda Müslüman Ülkelerin Tutumu Nasıldı?
Bir süredir Doğan Avcıoğlu’nun Milli Kurtuluş Tarihi adlı çalışmasını okuyorum. Özellikle Hilafetin ve onun ilan ettiği cihadın bazı müslüman ülkelerdeki etkisini anlatması açısından kitabın daha bir dikkatle incelemek gerekiyor. Çünkü Kemalizm’in resmi tarih anlayışı Hilafetin ilga edilmesini anlatırken, “Hilafetin Müslümanlar üzerinde hiçbir etkisinin kalmadığı” tezini savunur ısrarla. “Hilafet çoktan ölmüş, düşmanlar gözünde bile itibarını yitirmiş bir müessese olduğu için kaldırılmasında bir sakınca yoktur!” diye anlatırlar. Bu mektep kitaplarına da girmiş, günümüz insanlarının zihninde yerleşmiş bir kanaattir.
Sözünü ettiğim kitabın yazarı Avcıoğlu önemli bir Kemalist düşünür. CHP’nin araştırma bürosunda da çalışmış bir vekil olmasının yanında, Partinin yayın organı Ulus gazetesinde uzun yıllar yazıları yayınlanmış biri. Bugün onun ‘Milli Kurtuluş Tarihi’ kitabından Hilafet ile ilgili bazı bölümler paylaşacağım sizinle. Osmanlı Sultanının Halife sıfatıyla ilan ettiği cihadın Hindistan başta olmak üzere Mısır, Libya gibi ülkelerde nasıl yankı bulduğuyla ilgili bir kanaate sahip olmak açısından bu iktibası önemli buluyorum…
“İngilizlerin İran ve Afganistan'daki sıkı askeri kordonunu aşıp da Hindistan'ın Kuzeybatı sınırına ulaşan İslâm İhtilâlcileri, Halife'nin cihad çağrısını getirince, buradaki bâzı müslüman toplulukları harekete geçerler. Veziriler, Toçi vadisini işgal eder. Cihad isteyen mollalar, genişçe bir bölgeyi ayaklandırırlar. Bülücistan'da Han Mahmut Kozdar'a girer. Veziriler, Ekim 1915'de Gomal'i işgal eder, Mohamandlar Şabkadar bölgesini istilâya koyulur. İngilizler, burada aylarca önemli kuvvetlerle savaşmak zorunda kalırlar. Molla Hacı Sahip, Citral bölgesindeki müslüman aşiretleri ayaklandırır. İngilizler, burada uzun süre 20 binin üstün de müslüman kuvvetleriyle çarpışırlar. Bu ayaklanmalar üzerinedir ki, Hindistan, 1915 yılında İngiltere'ye Hindistan dışındaki savaşlar için ancak sembolik miktarda kuvvet sağlayabilir.”
“Bu inançla, birçok Müslüman lider, Mekke ve Medine'ye giderler, Türk savaşına katılırlar. Aynı zamanda Kabil'de geçici bir Hindistan Hükümeti ve bir 'Allah'ın Ordusu' kurmaya çalışırlar. Ordunun genel karargâhının Medine olması ve bölümlerinin İstanbul, Tahran ve Kabil'de bulunması planlanır. Mevlânâ Mahmut Hasan, ‘Allah'ın Ordusu’nun Başkomutanı ve Geçici Hindistan Hükümeti'nin Osmanlı Devleti katındaki temsilcisi olarak düşünülür. Öte yandan Ubeydullah, Türk-Alman yardımıyla bir komplo hazırlayarak Hindistan'daki İngiliz Hükümeti'ni devirmeye kalkışır.”
“Savaştan sonra da (1. Dünya Savaşı) Hintli müslümanlar, Gandi ve Nehru gibi Hindu liderlerinin tam desteğiyle Osmanlı İmparatorluğunun toprak bütünlüğü ve Hilâfet için mücadeleyi sürdürürler. İngiltere üzerine çeşitli yollardan baskı yaparlar. 17 Ekim 1919'da bütün Hindistan'da Türkiye için oruç tutulup dua edilir, genel grevler yapılır. Sevr Antlaşması'ndan sonra, bu antlaşmayı yırttırmak amacıyla ve Hindistan'daki İngiliz Hükümeti ile işbirliğinden kaçınan pasif direnme kampanyası başlatılır.
“Onbinlerce müslüman, Hindistan'ı terk eder. Hindistan Milli Kongresi, 1920 yılı sonlarında 15 bin delegeyle toplanarak Gandi'nin ( İngilizlerle) işbirliğinden kaçınma programını milli program olarak benimser. Milliyetçi adayların hepsi seçimlerden çekilirler. Seçmenlerin yüzde 80'i oylarını kullanmaz. Bir kısım memurlar ve askerler, İngiliz Hükümeti hizmetinde çalışmayı reddederek görevlerinden ayrılırlar. Okullar boykot edilir. İngiliz malları satın alınmaz. 1921 Mayısında Assam çay bahçelerinde 12 bin işçi işlerini birakır. Bengal ve Asman'da demiryolu ve gemi işçileri, protesto amacıyla iki ayrı greve giderler. Ankara'ya yardım fonu kampanyası açılır ve toplanan para Mustafa Kemal'e gönderilir. Eylem o kadar genişler ki, Hükümet 30 bin kişiyi tutuklamak zorunda kalır. Nehru ve Gandi, tutuklananlar arasındadır. Bu çabalar üzerindedir ki, Hindistan Kral Naibi Lord Reading, ülkedeki İslâm duygusunun şiddetini ileri sürerek, ‘İstanbul'un boşaltılmasını, kutsal yerler üzerinde Halife'nin egemenliğinin tanınmasını, Trakya ve İzmir'in geri verilmesini’ Londra'ya yazar.”
Yine bir başka Kemalist tarihçi Bilal Şimşir, Sakarya’dan İzmir’e adlı kitabının 16. sayfasında şunları yazar: “İstanbul'un işgali üzerine Hindistan’da kıpırdanışlar gittikçe artmış, güçlü bir akım halini almıştı. Özellikle Müslümanlar, Anadolu için para topluyorlar, İngiliz makamlarına dilekçeler, muhtıralar sunuyorlar; toplantılar, mitingler düzenliyorlardı. Komiteler kurmuşlar, kampanya açmışlardı. Hindistan'daki İngiliz makamlarını sıkıştırmakla kalmıyorlar, seslerini Londra'ya da duyuruyorlardı. İnönü Savaşları sırasında da Hindistan'dan gelen bir heyet, Londra'da görüşmeler yapmıştı. Hindistan heyeti, 24 Mart 1921 günü İngiltere Başbakanı Lloyd George ile görüşerek, Türkiye lehindeki isteklerini anlatmıştı. Özellikle, İngilizlerin İstanbul'dan çekilmelerini istemişti.
Hindistan'daki kaynaşmaları göz önünde tutan Montagu (Hindistan İşleri Bakanı), İkinci İnönü Savaşından hemen sonra, 8 Nisan 1921 günü, İngiltere Dışişleri Bakanlığına bir muhtıra sundu. Sevr Antlaşması hükümlerinde değişiklikler yapılmasını istedi. Montagu'nun istekleri şunlardı:
1. Müttefik askerlerinin İstanbul'dan çekilmeleri,
2. Mali kontrol bakımından Birinci Dünya Savaşından önceki duruma dönülmesi, yani Sevr Antlaşmasının ön gördüğü ‘mali komisyonun’ kaldırılması,
3. Edirne'ye özerklik verilmesi ve Müslümanların mezarlıklarına, kutsal yerlerine gayri Müslimlerin dokunmamaları,
4. Trakya'da Müslümanları korumak için hükümler konulması,
5. Filistin'de İslam’ın kutsal yerlerinin Müslümanlarım denetiminde bırakılması,
6. Irak Arap Krallığının Milletler Cemiyetine üye yapılacağının açıklanması,
7. Müttefiklerin halifelik işlerine karışmamaları,
8. Aynı şekilde halife ile Hicaz ve Mezopotamya arasındaki ilişkilere karışılmaması."
Yine ‘Milli Kurtuluş Tarihi’ kitabından devam edelim… “Dünya savaşı başladığı zaman, İngiltere'nin en büyük korkularından biri Türklerin Mısır'ı işgal etmesi, ya da Mısır'da bir ayaklanma olmasıdır. Bu nedenle, herşeyden önce 17 bin kişilik Mısır ordusu Sudan'a gönderilir ve savaş boyunca orada tutudur! Mısır'da dış âlemle haberleşmeyi önleyici tam bir sansür kurulur. Cihad yanlısı ve Teşkilât-ı Mahsusa hizmetinde Şeyh Çaviş Abdulaziz gibi kişilerin eylemleri engellenir. Türkiye'den yana olan Hidiv Abbas Hilmi, vatan ihaneti suçuyla haklarından yoksun bırakılır. Kukla bir prens, Sultan sıfatıyla Mısır tahtına oturtulur. Ve Mısır'a Osmanlı Devleti'ne savaş ilan ettirilir. Hutbelerden Halife'nin adı kaldırılır. Saray'ın Türkiye'ye yakın unsurları tasfiye edilir. “
LİBYA'DAN MISIR ÜZERİNE YÜRÜYÜŞ
“Mısır'a karşı başka bir yürüyüş. Doğudan değil, Batıdan Libya çöllerinden gelir. Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Paşa’nın komutasında, Türk subay ve assubaylarının Türk üniformalarıyla yönettiği Sunusîler, 1915 sonbaharında Bedevileri ayaklandırarak Mısır'a doğru ilerlerler. Cihad ilanıyla Fezzan'da ayaklanma olur. Sunusîler, Kutsal Savaş çağrısını Müslüman Afrika'da yayarlar. İtalyanlar bunun üzerine Trablusgarp ve Berka'yı savaşmadan boşaltarak sahildeki kalelere çekilirler.
1915 kış ve yazı, Sunusî kuvvetlerine silâh, malzeme ve kadro sağlamakla geçer. Böylece 10 bin kişilik bir mücahit ordusu kurulur. Ordu mevcudu bir ara 30 bine yaklaşır. Amaç, Libya'nın yeniden fethi ve ihtilaller çıkartmak için Mısır ve Tunus'un istilasıdır. Nitekim İtalyanların çekilişiyle, Türk subayların komutasındaki birlikler Libya'ya kolayca egemen olur. Mücahitler, 1915 yazında Sirenaik sınırını aşarak Mısır'a girerler. Bedeviler harekete katılır. İki İngiliz denizaltısının müterretabına hücum edilir, İngiliz garnizonları abluka altına alınır, ikmal yolları kesilir. General Wallace, Nil deltasına doğru geri çekilir. Mücahitler, 1915 Eylülünde savunmasız bırakılan içerideki büyük vadileri işgal ederler. Kasımda sahildeki Tara ve Mooring adlı İngiliz gemilerinin mürettebatını tutsak alırlar. Aralık ayında mücahitler, Matruh yakınlarındadır. Sahil muhafızları ve İngiliz garnizonunun yerli topçuları, mücahitlere ateş açmayı reddederler. Mısır, Türk subaylarının gerilla birliklerinin tehdidi altındadır.Bu durumda İngiltere, Mısır müslümanlarının ayaklanmasından korkmaya başlar.”
Kemalizm’in Hilafet ile ilgili “etkisizlik” ithamı şu kadarcık bir alıntıyla bile inandırıcılığını kaybediyor. Kemalizm’in inşa ettiği resmi tarih, dürüst Kemalist tarihçilerin görüşleri ile bile çelişiyor. Bu tarihi olaylar resmi tarihin ustaca gizlediği gerçeklerin yalnızca küçük bir kısmı.(Alıntı yaptığımız yazarlar Kemalist olsalar da resmi tarih görüşüne dâhil yazarlar değiller.) Cihat ilanının diğer Müslüman ülkelerde nasıl yorumlandığı, yerel halk üzerinde nasıl bir etki yaptığı, sömürgecilerin planlarını hangi yönde değiştirdiği gibi konuların da ayrıca incelenmesi gerekiyor ki Hilafet ile ilgili tablo daha fazla aydınlanabilsin.