Geçmiş zaman olur ki…
Geçmiş zaman olur ki…
Ali Osman Aydın
Herkese hayırlı bayramlar…
Allah kestiğimiz kurbanları, ettiğimiz duaları kabul etsin. Sevdiklerimizle birlikte daha nice bayramlara kavuşmayı nasip etsin. Dileriz ki bu bayramların coşkusuna bir gün Gazze’nin, Filistin’in ve Doğu Türkistan’ın da katıldığı günler eklensin…
Böyle güzel bir günde gelin, ülkenin ve dünyanın sert gündeminden biraz uzaklaşalım.
Çünkü dini bayramlar, hazza ve bireyselliğe dayalı çağdaş değerlere karşı bir direniş alanı olarak kritik bir öneme sahiptir. Bu anlamda, dinin kimliğimiz ve kültürümüz üzerindeki etkisine dair daha fazla düşünmemiz gerekiyor.
Geçmişte bu konu üzerine düşünen pek çok Batılı aydın, yaptıkları seyahatlerde Osmanlı toplumunu gözlemlemiş, onu anlamaya çalışmışlardı.
Merhum İsmail Hami Danişmend, “Garp Kaynaklarına Göre Türk Seciye ve Ahlakı” adlı araştırma kitabında, Fransız seyyahların gözlemlerini derlemiştir. Kitap, birçok seyyahın Osmanlı toplumuna ilişkin çarpıcı gözlemlerini yansıtır. Seyahatnamelerin çoğu 18. ve 19. yüzyılda kaleme alınmıştır. Aradan çok uzun zaman geçmemiş olmasına rağmen yaşanan büyük değişim kolayca göze çarpar.
Şimdi bu kıymetli kitaptan bazı bölümlere birlikte göz atalım:
*
A. Brayer adında bir Fransız doktor, İstanbul’da yıllarca kalıp çok esaslı tetkiklerde bulunduktan sonra Neuf années à Constantinople adlı iki ciltlik bir eser yayınlamıştır. 1836’da Paris’te basılan bu eserin birinci cildinin 196-197. sayfalarında şu dikkat çekici satırlara yer verilir:
“Kur'an, daima kardeşçe geçinilmesini tavsiye ederek, az yemeğe kanaat düsturunu koyarak; şarap ve diğer müskirat gibi insanı baştan çıkaran içkileri ve her türlü hava oyunlarını menederek, kadınların evde oturmalarını ve örtülü olarak sokağa çıkmalarını emrederek, toplum hayatı için tehlikeli olan temayülleri mümkün olduğunca ortadan kaldırmıştır.
Bu nedenle İstanbul’un en kalabalık mahalleleri gündüzleri bile oldukça sakindir ve güneş battıktan kısa bir süre sonra derin bir sessizliğe bürünür. Tophane’nin büyük meydanında ya da benzeri yerlerde, bir Müslüman Türk’ün başka bir Müslüman Türk’e öfkeyle baktığına nadiren rastlanır; ama küfrettiği, yakasına yapıştığı ya da dayak attığı hiç görülmez.
İhtiyarlığın eski kahramanlık çağlarındaki etkisi hâlâ sürdüğü için, ak sakallı bir ihtiyar birkaç atasözü ve bir-iki ayetle öfkeyi bastırıp olayı yatıştırabilir. Düello ve intihar nedir, bilinmez. Avrupa’nın büyük başkentlerinde bile büyük polis kuvvetleri cinayetleri önlemekte yetersiz kalırken, İstanbul’da polisin neredeyse hiç işi yok gibidir.”
*
Paul Eudel, 1872’de geldiği İstanbul’da gözlemlerini Constantinople, Smyrne et Athènes (1885) adlı seyahatnamesinde şöyle dile getirir:
“Ulvi bir adet gereğince camiler, seyahate çıkacak kişilerin ticari senetleri, kıymetli eşyaları ve emanetlerini bırakmaları için her zaman açıktır. En eski devirlerden beri bu emanetlerden hiçbirinin çalındığına dair bir vaka kaydedilmemiştir. Bizim memleketlerde hırsızların bu kadar insaflı davranacaklarına asla güvenemezsiniz.”
*
A. Ubicini, 1855’te Paris’te yayınlanan La Turquie actuelle adlı eserinin 329-330. sayfalarında İstanbul’un güvenliğini şöyle anlatır:
“Bu muazzam başkentte esnaf, herkesçe bilinen namaz saatlerinde dükkânını açık bırakıp gider. Geceleri ev kapıları basit mandallarla kapanır. Buna rağmen, yılda yalnızca dört hırsızlık vakası görülür.
Oysa nüfusu tamamen Hristiyan olan Galata ve Beyoğlu’nda neredeyse her gün bir hırsızlık ya da cinayet vakası duyulur.
Taşrada da aynı iffet ve doğruluk hâkimdir. Son zamanlarda Daily News’te yayınlanan bir İngiliz seyyahın mektubundaki şu menkıbe bunu pek güzel anlatır:
Bir köylüden, eşyalarımızı taşımak üzere bir yük arabası kiraladım. Sandıklar, kürkler, paltolar açık bir şekilde sokakta bırakıldı. Ben biraz kuru ot almak için ayrıldığımda, köylü öküzlerini çözüp eşyaların başında kimse kalmadan oradan uzaklaştı.
Endişeyle, ‘Burada biri kalmalı,’ dedim. Yanımdaki Türk hayretle sordu: ‘Niçin?’
‘Eşyaları beklemek için,’ dedim.
Türk şöyle cevap verdi: ‘Aa, ne gerek var? Bir hafta kalsa bile kimse dokunmaz.’
Geri döndüğümde her şey yerli yerindeydi. O sırada bölgeden sürekli olarak askerî birliklerin geçtiğini de unutmamak gerekir.
Bu olay, bütün Londra kiliselerinin kürsülerinden ilan edilmeli; bazı Hristiyanlar bunun bir rüya olduğunu zannedebilir. Artık uykudan uyanma vakti gelmiştir.”
*
Danişmend, çok titiz bir inceleme ile pek çok seyyahın gözlemlerini derlemiş ve bunları tematik başlıklar altında sınıflandırmıştır. Zaman zaman bu kıymetli çalışmaya dönüp bakmak, bugün nereye doğru yol aldığımızı sorgulamak açısından oldukça faydalı olabilir.
Tekrar hayırlı bayramlar…