Bunca Cehalet Tahsil İle Mümkün
Felsefe Profesörü Ahmet Arslan şu ara ekranlarda sıkça görünmeye başladı. Geçenlerde onunla ilgili bir yazı kaleme almış, İslam hakkındaki temelsiz iddialarını eleştirmiştik. Arslan bu kez de Dücane Cündioğlu’nun konuğu olarak boy gösterdi ekranda. Tabii Dücane gibi biriyle bir araya gelince, program tam bir din aleyhtarı formata büründü.
Arslan’ın uzmanlığı felsefe olmasına rağmen kendisinin ısrarla İslam hakkında konuşturulması, maksatlı. Aslında Dücane’nin artan popülaritesinin de altında da benzer bir neden yatıyor. Felsefe ile birlikte anılan bu kişiler ağızlarını her açtıklarında en klişe argümanlarla İslam aleyhinde konuşmasalar bu kadar el üstünde tutulmazlar.
Mesela bir yerde şöyle söylüyorlar: "Biz de içe bakışın olmamasının nedeni, bizim içimizin olmamasıdır.” Yani Batı’da günah çıkarma adeti yaygın olduğu için insanlar içlerine daha fazla odaklanıyorlarmış. Augustinus’un İtiraflar kitabı böyle bir kültürün ürünüymüş. Biz de İtiraflar gibi kitapların olmaması bizim içe bakışımızın olmaması, yani içimizin olmamasıyla ilgiliymiş!!!
Bu kadar çarpık, yanlı, cahilane çok az söz duydum. Güya felsefi konuşuyorlar arkadaşlar. Biz de iç yokmuş!!! İslam’da günahını insanlarla paylaşmak yok, evet. Fakat islamda tevbe diye bir kavram var. Ve tevbe nefse yöneltilmiş yoğun bir muhasebenin ürünü. Müslümanlar aralıksız nefislerinin her türlü faaliyetini kontrol etmek durumundalar. Yahu kocaman bir tasavvuf kültürünü nereye koyacağız bu teze göre. İç alemin bu kadar detaylı incelendiği bir yazın türünü yok mu sayıcaz. Müslümanların bir “içe" sahip olmadığı yargısı, onları insan kabul etmemekten farksız ve noksan bir terbiyenin sonucu…
Arslan diyor ki: "Günlük hayatımızın %90’ı akıl tarafından değili, efsaneler tarafından yönetiliyor. Din en büyük efsanelerden biri. Demokrasi de efsane. Aşk, dostluk, aile, milliyetçilik de efsane.”
“Din hukuk yapmayı bıraksın…. İnsanların ahlakını yükseltsin, onları anlayışlı yapsın, dayanışmayı artırsın, yardımlaşmayı çoğaltsın, başkalarıyla yaşayabilmeyi kolaylaştırsın. Yani insanın iç hayatını zenginleştirsin…”
Arslan farkında olmadan ateistlere cevap veriyor aslında burada. Yani diyor ki, felsefe ve bilimin insanların iç hayatını zenginleştirmesi mümkün değil. Yardımseverlik, empati, anlayış, diğergamlık gibi insanı gerçek anlamda insan yapacak özelliklere sahip olabilmek ancak din ile mümkün. Din olmadan insan, asgari düzeyde bile insan olamaz…
Arslan bu konuda söylediklerinde tamamen haklı olduğu için kendi ağzıyla ifade ettiği “Din hukuk yapmayı bıraksın” tezi de boşa düşüyor. Çünkü insan hayatının %90’ını kaplayan, insanı insan yapan en temel değerleri belirleyen bir olgu, doğal olarak o insanın ortaya koyduğu her şeye de etki edecektir. Bir değerin, insanın sadece iç hayatında faal olmasını ve fakat sosyal hayatına etki etmemesini beklemek hayatın olağan akışına aykırı.
Ayrıca insan hayatının %10’unda etkin olan felsefeye bu kadar ihtiram gösterirken yine insan hayatının %90'ınında faal olan dine saygısızca yaklaşmak, onu hafife almak Arslan ve Dücane’nin diğer çelişkili ve maksatlı tutumları… Din insan hayatında bu kadar etkili ise gösterdiğinizden kat kat fazla saygıyı hak etmez mi? Eder elbette…
Ama bu konuda çelişkili davranmak onlara has değil. Mesela geçenlerde hakkında yazdığımız Prof. Dr. Üstün Dökmen’de sürekli bu çelişki yumağının içinde yuvarlananlardan biri. Geçenlerde “Yalnızca bilimle onurlu insanlar ortaya çıkabilir. Bilim insan onurunun güvencesidir, bilim zengin fakir tüm insanların onurlarının eşit olduğunu ortaya koydu” diyor.
Oysa, hak, adalet, aşk, şeref, insan haysiyeti gibi konular bilimin konusu değildir. Bilim bu kavramları tanımaz. Bilim için bu kavramların varlığıyla yokluğu birdir. Dolayısıyla insan onuru için bilimin söyleyeceği bir şey yoktur, en azından “bilimsel” bir şey yoktur. Bilim açısından tüm insanların eşit olduğuna dair profesörün söylediği söze ise Aliya İzzetbegoviç’ten bir alıntıyla cevap vererek konuyu noktalayalım:
“İnsanların eşitliği ve kardeşliği ancak ve ancak insanı Allah’ın yaratması durumunda mümkündür. İnsanların eşitliği manevi bir gerçektir, fiziki ve entelektüel bir gerçek değildir. İnsanın ruhi tarafını tanımazsanız, insanların eşitliğinin yegane esasını kaybedersiniz. Objektif gözlem ile ilim, insanların eşitliğini değil de, ancak ve ancak eşitsizliğini tespit eder.”