• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Süleyman Önsay
Süleyman Önsay
TÜM YAZILARI

Kelime-i Şehadet bir sorumluluk bilinci değişimidir!

05 Ekim 2018
A


Süleyman Önsay İletişim: [email protected]

Bu sorumluluğumuzun çerçevesini şu satırlar öz olarak önümüze sergilemektedir:

“Müslümanlar bir yandan inandıkları gibi yaşamak, diğer yandan çocuklarını Müslüman olarak yetiştirmek ve yakından uzağa bütün insanlara İslam’ı tebliğ etmekle yükümlü” (Hayreddin Karaman, Lâikciler ve dindarlar, Yeni Şafak, 28 Nisan 2006)  olduklarını bilmek durumundadırlar.

Bu nedenle müslümanın tüm hayatı ve her çeşit gayret ve kavgası şu ilâhî mesajda altı çizilen gaye ve hedefe yönelik olmak zorundadır.

“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O’nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” (Tövbe, 111) Bakınız bu âyet-i celîle şu olaya cevap ve hüküm getirmiştir:

Mekke’de Akabe biatında, ensardan 70 kişi Resulullah’a biat ederken  içlerinden Abdullah b. Revaha, “Ya Resulellah! Rabbin ve senin için şartların nedir?” demişti. Resulullah buyurdu ki: (Rabbim için şartım O’na ibadet etmeniz, O’na hiçbir eş tutmamanızdır; kendi hakkımdaki şartım da canlarınızı ve mallarınızı nasıl müdafaa ediyorsanız beni de öyle savunmanızdır. Tekrar soruldu: ”Böyle yaparsak bize ne vardır?” Resulullah “Cennet vardır” diye cevap verdi. Onlar da “Ne kârlı alışveriş! Bundan ne döneriz, ne dönülmesini isteriz” dediler. (Diyanet Vakfı Meali)

Bu ölçüler çerçevesinde tarihin derinliklerine doğru yöneldiğimizde görüyoruz ki  “İnsanlığın var olduğu andan bu yana iki medeniyet çarpışmaktadır. İyinin medeniyeti ile kötünün medeniyeti. Doğru ile yanlışın, güzel ile çirkinin medeniyetleri. Tûba medeniyeti ile zakkûm medeniyeti. Bal ile zehir, inci ile kara taş, sülün ile yılan, kartal ile karga, altın böceği ile akrebin ayrılmasından, çarpışmasından doğan iki medeniyet… 

Biri peygamberler medeniyeti, öbürü şeytanlar medeniyeti… 

Gerçek medeniyetin doğum yeri, bugün Ortadoğu dedikleri bölgemizdir. O medeniyetin tek devamcısı, tek varisi de İslâm Medeniyeti’dir. 

Batı Medeniyeti dediğimiz Avrupa Medeniyeti, Doğu’nun, hakikatin ve peygamberlerin medeniyeti olan İslâm Medeniyeti’nin karşısına dikilmişse, bu, insanlığın doğuşundan bugüne kadar gelen savaşın süreğinden başka bir şey değildir. Yalan, doğrunun, kötü, iyinin karşısına dikilmiştir her zaman. Kıyamete kadar ona bu izin verilmiştir. Ta ki, iyinin ve doğrunun değeri bilinsin. İyi ve doğrunun ucuz olmadığı anlaşılsın. 

Ölçü ile aşırılığın çarpışmasıdır bu evrensel çarpışma. Fizikötesi ile fiziğin kavgasıdır bu sürüp giden. İnsan için önemli olan, hangi tarafa katılacağıdır. 

Zehirden acı zakkum ağacının dallarına mı asılacak, yoksa bal yemişli ve renkli tûba ağacının kurtarıcı kollarına mı atılacak? 

İnsan bu kararı kendisi verecektir. Bu seçmeyi kendisi yapacaktır. Cennet ve cehennem, bu kararın ufkunda, bu seçişin içinde… 

İnsanların hayatlarında olduğu gibi toplum ve kültürlerin, millet ve medeniyetlerin hayatında da bu seçiş ve kararlar temel rolü oynar. Kültür ve medeniyetlerin, toplum ve milletlerin alın yazılarının şifresi olur bu seçiş ve kararlar… 

Peygamberler medeniyetinin süreği olan medeniyetimiz, İslâm Medeniyeti, Ortadoğu kültürü, günümüzde yine böyle bir kader saatinin önünde gelmiş durmuştur. 

Uzun süreli bir kış uykusuna, ölüm uykusuna mı dalacak, yoksa ayağa kalkarak, diriliş baharının yağmurlarına doğru mu yükselecek, işte bunun kararını verme günü gelmiş çatmıştır. 

Kaçmak bir kurtuluş olmayacak, batış olacaktır. 

Karar verip sabır göstermek, dayanmak ve oluşun bütün çilesine katlanmak, kültür ve medeniyetimizin kader savaşını zaferle mühürleyecektir.” (Sezai Karakoç, Sûr, Diriliş Yayınları, 1975, Sh. 59)

Rabbimiz “Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır” buyurdu. Bu akide sadık kalmamız için Said Nursi (rh.a) in şu ikazına kulak verelim: 

“Şimdi (nefis ve malımızı Allah’a) satmağa bakacağız. Acabâ o kadar ağır bir şey midir ki, çokları satmaktan kaçıyorlar. Yok, kat‘â ve aslâ! Hiç öyle ağırlığı yoktur. Zîrâ helâl dâiresi geniştir, keyfe kâfî gelir. Harâma girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i İlâhiye (Allah’ın farz olan emirleri) ise hafiftir, azdır. Allah’a abd (kul) ve asker olmak, öyle lezzetli bir şereftir ki, ta‘rîf edilmez. Vazîfe ise, yalnız bir asker gibi, Allah nâmına işlemeli, başlamalı ve Allah hesâbıyla vermeli ve almalı ve izni ve kanûnu dâiresinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusûr etse, istiğfâr (tevbe) etmeli. ‘Yâ Rab! Kusûrumuzu affet, bizi kendine kul kabûl et, emânetini kabzetmek (almak) zamânına kadar bizi emânette emîn kıl! (Âmîn)’ demeli ve O’na yalvarmalı.” (Sözler, 6. Söz, 16)

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23