Mason Talat Paşa Osmanlı Devleti ellerinde battıktan sonra böyle ağlamış
Mason Talat Paşa Osmanlı Devleti ellerinde battıktan sonra böyle ağlamış
MUSTAFA ARMAĞAN
‘Memleketi yabancılara peşkeş çekiyor’ diye Makedon çetelerini dağa çıkaran ve Sultan 2. Abdülhamid idaresinin devrilmesi için elinden geleni esirgemeyen Sadrazam Talat Paşa’nın 10 yıl bile geçmeden imzalanan Mondros Mütarekenamesi’nin ardından Meclis Başkanı Halil Menteşe’nin boynuna sarılıp ağladığını biliyor muydunuz? Bu ibretlik olayı 73 sene önce oğlu Nahid Menteşe Resimli Tarih Mecmuası’na anlatmış (Sayı 30, Haziran 1952, s. 1550-1). Noktasına dokunmadan aktarıyoruz.
Ta ki “Hürriyet kahramanı” diye göklere çıkarılanların kanlı darbeler dahil her türlü ertrika ve oyunla iktidarı ele geçirdikten sonra girdikleri 1. Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı Devleti’nin ortadan kalkışına nasıl tepki verdiklerini ve Almanların gönderdiği hücumbotla bir zamanlar ele geçirmek için yeri göğü yıktıkları ülkelerinden hangi psikolojiyle kaçtıklarını öğrenelim.
Okuyacağınız satırlar bir imparatorluğu 10 yıla yakın yöneten İttihat ve Terakki liderlerinin çaresizlik ve pişmanlığını anlatır. Evet, pişmanlık ama çok geç değil mi?
Aşağıdaki yazıda bu tarihî sahne canlandırılmaktadır:
*
Talat Paşa ağlıyor
“Sene 1918. Birinci Dünya Harbi mağlubiyetimizle bitmiş, menhus Mondros mütarekesi imzalanmıştır. İttihat ve Terakki kabinesi istifa etmiş, sadrazam Talât Paşa, yerini Müşir İzzet Paşaya terk edip, Teceddüt Fırkası namını alan yeni partisinin başına geçmiştir. Babam da, son Osmanlı Meclis-i Mebusanında, tekrar reis intihab edilerek vazifesini nevmit ve meyus (ümitsiz ve karamsar bir şekilde) ifa etmektedir.
O zamanlar, Nişantaşı’nda, meclis reislerine mahsus olan Maçka Valide Sultan sarayında (şimdi kız mektebidir) oturuyorduk. Bir akşam üzeri idi; kapıda bir otomobil durdu. Ben de, kapıcılarla birlikte kapının önünde bulunuyordum. Sabık sadrazam Talât Paşa, derin siyah gözleriyle, arabanın penceresinden bakarak:
Nahid, baban geldi mi? diye sordu.
Gelmedi Paşa Hazretleri, dedim.
Merhum, biraz düşündükten sonra:
Haydi Nahid, dedi, beni yukarıya çıkar. Babana hem telefon edelim, hem de bekleyelim. Yalnız, selâmlık dairesine değil ha.. Babanın hususi çalışma odasına gidelim.
Başüstüne, buyurun efendim, diyerek Talât Paşa’ya yol gösterdim. Sarayın merdivenlerinden ağır ağır çıkıp, babamın Boğaza ve Marmara’ya karşı olan hususi bürosuna girdik.
Talât Paşa, geniş maroken koltuklardan birini pencerenin kenarına çekti. Beni de yanına çağırdı. Eski saray pencereleri, geniş ve tavandan abana kadar uzanırlardı. Ben de bunun için, oturduğum yerden Boğaz ve Marmara’yı, bütün ihtişamıyla görebilmekte idim. Paşa:
Gel bakalım Nahid; şöyle dizimin dibine otur, dedi.
Emrini yerine getirdim. Büyük vatanperver, dalgın ve nemli gözlerle, Marmara’yı uzun uzun seyrettikten sonra:
Nahid, dedi, mektepte size hiç vatan türküleri öğretmiyorlar mı? Bir tane söylesene.
Ben kabahatlı, suçlu, yüzüne bakınca:
Ha, sahi, dedi, sen gâvur mektebinde (Robert Kolej) okuyorsun. Dur öyle ise ben sana söyleyeyim. Hani, “Osmancık yurdu; mübarek vatan ne güzelsin” diye bir türkü vardır. Belki sen de hatırlarsın?
İri siyah gözleri, Boğaziçi’nin akşam güneşiyle pembeleşen rengine dalmış olan büyük vatanperver, ağır ağır türküsünü çağırmaya başladı. Elleri saçlarımı okşuyordu. O esnada yanağıma sıcak bir damlanın düştüğünü hissettim; sabık sadrazam ağlıyordu.
Bu dakikayı hiç unutmam. Bütün vücudum ürperiyordu. Ne söyleyeceğimi, nasıl hareket edeceğimi şaşırmıştım ki birdenbire kapı açılarak babam içeriye girdi.
İki büyük devlet adamının bu karşılaşışını, hazin bir tarih tablosu olarak muhayyeleme (hayal kudretime) nakşettim.
Talât Paşa hemen fırlayarak kollarını açtı. Ve babamın boynuna sarıldıktan sonra:
Ah Halil, Halilciğim! Kaybettik memleketi!
diye inledi. Osmanlı İmparatorluğu sadrazamı ile Meclis-i Mebusan Reisi birbirine sarılmış, ağlıyorlardı. Hemen kapıdan dışarı fırladım; fakat bir türlü ayrılamadım. İçeriden gelen boğuk hıçkırık sesleri, bana, evet kaybolan zavallı memleket için en beliğ ve en içten bir mersiye gibi geldi.”
Evet, memleket kaybedilmişti…
Sultan Abdülhamid’in 9,5 yıl önce kendisini tahttan indirmeye gelen heyete söylediği şu söz ise gök kubbede çınlamaya devam ediyordu:
Benden sonra 10 yıl idare etsinler, 100 yıl idare etmiş sayacağım!