Kemal Tahir de sansürlenmiş
Kemal Tahir de sansürlenmiş
Mustafa Armağan
Saliha Sultan’ın 1 Mayıs 2025 tarihli Karar gazetesinde edebiyat tarihçisi Doç. Dr. Nuri Sağlam ile yaptığı söyleşi ses getirmekle kalmadı, genellikle Sultan 2. Abdülhamid devrine yakıştırılan sansürün halen bizimle yaşamaya devam ettiğini de ifşa etmiş oldu.
Edebî eserlere uygulanan sansürün yabancısı sayılmayız. Bir misal vermem gerekirse 107 yıl önceye gidebiliriz:
“Türkçülüğün babası” Ziya Gökalp’in 1918 yılında Yeni Hayat adlı bir şiir kitabı yayımlanır. Lakin matbaadan çıkar çıkmaz içerisindeki “Meşihat” adlı şiir yüzünden Enver Paşa’nın emriyle kitabın bütün nüshaları toplatılır. Kitap sakıncalı şiir kesilip çıkarıldıktan sonra yeniden piyasaya verilir. Bu gerçeği ancak 1975 yılı Sosyoloji Konferansları’nda bir yabancı araştırmacı tarafından yayımlanınca öğrenebilecekti kamuoyumuz. Böylece Ziya Gökalp’in bir şiiri “Abdülhamid sansürü”nü kaldırmakla övünen İttihat ve Terakki devrinde sansürlenmiş oluyordu.
Aynı Ziya Gökalp’in 1923 yılında intişar eden Altın Işık adlı şiir kitabının içerisinde şehzade, sultan gibi eski devrin kahramanları zikredildiği için hem de Bakanlar Kurulu eliyle yasaklandığını arşiv belgesiyle biliyoruz.
Reşat Nuri Güntekin’in ilk baskısı 1922 yılında yapılan eseri Çalıkuşu’nun 1935 yılında yazarı veya yayıncısı tarafından epeyce gözden geçirilerek yeniden yayınlandığını rahmetli dostum N. Ahmet Özalp Kaşgar dergisindeki yazısında gündeme getirmişti. Mesela Özalp’a göre aşağıdaki ifade kitabın 1922 tarihli baskısında mevcutken 1935’ten sonraki baskılarında sırra kadem basmıştır:
“Matmazel Orani ağır ağır başını salladı: ‘Çok tuhaf… Bu çarşafta garip hassalar var. Kadını yalnız daha güzel göstermekle kalmıyor… Ona dediğiniz gibi mahzun bir ciddiyet veriyor.” (s. 5)
1930’ların ortasında valilikler eliyle çarşafla mücadele edilirken çarşafın bir kadını daha güzel gösterdiğini dile getiren cümle sakıncalı bulunmuş ve romandan tıraşlanmıştır.
Ayrıca Çalıkuşu’nun 1922 neşrinde “dinini seversen benden de selam yaz” cümlesi 1935 neşrinde “beni seversen benden de selam yaz”a çevrilmiştir (s. 139). Sevilen roman bizzat yazarı eliyle veya izniyle din-sizleştirilmiştir anlayacağınız.
Sinemada ise yabancı filmlerin dublajına bile sansür uygulanmış, telefonu açarken “Efendim” denilmemesi tembihlenmiştir.
Sansürleme geleneği 12 Eylül darbesinin mimarları eliyle öyle uç noktalara ulaşacaktı ki, yazar ve yayıncıların korkularından yaptıkları makaslama ve sansürlere bu devrede bolca rastlayacaktık.
Daha yakına gelirsek, 28 Şubat dönemine kadar sansürlenmeden basılan Lord Kinross’un Bir Milletin Yeniden Doğuşu: Atatürk adlı biyografisi bilesiniz ki kırpılmış haliyle huzurlarınızdadır.
Kimse topu Sultan Abdülhamid devrine atmasın. Edebî, fikrî ve tarihî eserler üzerindeki sansür açık veya örtük bir şekilde günümüzde de devam ediyor.
Kemal Tahir’e de mi sansür?
Doç. Nuri Sağlam’ın gündeme getirdiği sansürleme işlemi ise 1973 yılında ölen romancı ve düşünür Kemal Tahir’in Kurt Kanunu adlı romanıyla ilgilidir.
Sağlam’a göre ilk baskısı 1969 yılında Bilgi Yayınevi tarafından yapılmış olan Kurt Kanunu adlı romanı, Kemal Tahir’in romanlarının yayım hakkı 12 Eylül döneminde Tekin Yayınevi’ne geçince birçok tahrifata uğramış ve “bu tahrifat her nasılsa bugüne kadar evet hiç kimsenin dikkatini çekmemiştir!”
Araştırmacı, romanın 1972 tarihli 2. baskısı ile 10 yıl sonra yapılan baskısını mukayese edince romanda kelime, cümle ve bölüm bazında birçok tahrifat olduğu gibi daha başka çıkarılmış yerler de bulunduğunu fark ediyor. Özellikle dikkat çeken kısım, İttihatçı Kara Kemal’in öldüğü sahnedir.
Gerçekten de henüz 17 yaşımdayken, 15 Ağustos 1978 tarihinde satın aldığım ve yedi günde su gibi okuduğum (o zamanlar kitabın ilk sayfasına aldığım tarihi, son sayfasına da okuduğum tarihi yazma âdetim vardı) 1975 yılında basılan ve kapağında idam ipi bulunan Kurt Kanunu’nun 3. baskısı (üzerinde tarih yok) ile kontrol ettiğimde Sağlam’ın iddialarında haklı olduğunu gördüm.
Bu arada bir nokta dikkatimi çekti: Tekin Yayınevi’nin 1982 yılında bastığı sansürlü baskının kapağında “3. baskı” diye yazılı ama bu da hatalı. Roman 1969, 1972 ve 1975 yıllarında üç kez basılmış. Dolayısıyla Tekin Yayınevi’nden çıkan romanın üzerinde 4. baskı yazması gerekirdi. İlk baskının kapağında İzmir Saat Kulesi, 2. baskının kapağında iki avucun içinde bir adam, benim okuduğum 3. baskıda ise idam ipi bulunuyor. İlgililerin dikkatine.)
Elimdeki baskının 353-354. sayfalarında Kara Kemal’in öldürüldüğü iddia ediliyorken 1982 baskısında 23 satırlık bir kısım uçurulmuş, dolayısıyla buradaki resmi tarihe aykırı kısım temizlenmiştir (mevcut baskıların da aynı şekilde olduğu anlaşılıyor).
Resmi tarihte 1926 yılında gıyabında idama mahkûm edilen Kara Kemal’in saklandığı evde yakalanacağını anlayınca tabancasını kafasına sıkarak intihar ettiği yazılırken Kemal Tahir şunları yazmış ama yazdıkları bugüne ulaşamamıştı (elimdeki baskıdan aynen aktarıyorum):
“- Gerçek… Evet, şimdi anladım, Gurbet Halalarla farkımız burda… Sakın aklınıza getirmeyin bir daha böyle çapraşık şeyleri… -Bir an söyleyip söylememek için duraksadı-: Biraz önce dediniz ki… “Kara Kemal Bey teslim olsaydı, mahkemede kendisini savunsaydı… Binde bir ihtimalle kurtulmaz mıydı acaba?”… Üzmeyin kendinizi boş yere Dayıcığım…
- “Boş yere ne demek?
- Şu demek… Hiç kimsenin niyeti yoktu Kara Kemal Beyi mahkeme önüne çıkarmaya…
- Öyleyse… Kendisine kıydığı da sakın doğru değil mi?
- Elbette doğru değil… Çok şeyler biliyordu Kara Kemal Bey… Kurtulma umudu kalmadığını anlayınca hiçbir kuvvet konuşmasını önleyemezdi. “Teslim ol Kara Kemal Bey Ağbey… Hakkında hayırlısı budur” diye bağırmış ya, heriflerden biri… Yüzde yüz eminim, budur işte öldürme görevi yüklenen hergele… Hem bu sözlerden, hem de sesin ahenginden anlamıştır işi Kara Kemal Bey ossaat… Bunlar da ittihatçı oyunudur çünkü…
- Yok canım…
- Yok mu, var mı anlaşılır yakında… Merak etmeyin. Gizli kalmaz böyle pislikler, hiçbir zaman. Gazeteler yazdılar ya… Eve girmişler de… Odaya çıkmışlar da… Yerde terlikleri… Havada cıgara dumanları görmüşler de… Bundan anlamışlar, birkaç saniye önce burda olduğunu… Açık pencereden bahçeye atlamışlar. Hepsi yalan, bunların!”
Şimdiki baskılarda ise “- Gerçek… Evet, şimdi anladım, Gurbet Halalarla farkımız burda… Sakın aklınıza getirmeyin bir daha böyle çapraşık şeyleri…” kısmından sonra 23 satır uçuyor ve “Gazeteler yazdılar ya…” cümlesine atlanıyor ve romanın iddiası güzelce resmi tarihe teslim ediliyor. Tabii Kara Kemal’in konuşmaması için öldürüldüğü, intihar etmediği iddiası çöpe atılmış oluyor.
Araştırdıkça kim bilir daha ne rezaletler çıkacak!
Yine de biz 32 yaşındaki Cemil Meriç’in umudunu diri tutmaya çalışalım. 1948 yılında şöyle yazmış:
“Fikir hürriyetinin yalnız fikirle tahdid edileceği (sınırlanacağı) mes’ut günlerin uzakta olmadığına inananlardanız.”